İnsan Alabildiği Kültürden Renk Alır

kulturİnsan aldığı kültürün etkisinde kalarak bütün hayatında onu ortaya serer. Ben hürüm böyle düşünürüm karşıdakini beğenmemesi de aldığı kültürden kaynaklanır. İyiyi ve kötüyü de seçmeye sebep kafasına aldığı bilgilerin neticesidir. Bu ciddi meseleleri yazmamın sebebi, vatandaşımı çok sevdiğimden geliyor. Onları kötü yolda görsem bile acırım küsemem. Aşağıdaki yazılarımı tenkit için değil, insan kültürünün esiri olduğunu ispatlamak için yazdım.

Her ne kadar Allah her şeyin her şeyini inceden inceye bilir, fakat insanın kendisi de nasıl biri olduğunu, iyi mi kötü mü, dindar mı,  dinsiz mi, ahlak derecesi ne olduğunu bilir. Fakat nefsi kendisine yalnız iyilikleri kabul ettirerek, kötülüklerin tamamını nefsinden reddetmeye çalışır. Bununla beraber, Müslümanlar içinde yaşayanlardan hiç biri kolay kolay ben dinsizim demeye cesaret edemez. Böylece bazı kimse Müslümanlığın icaplarını yapmaya yanaşmadığı halde, nefsi kendini müdafaa etmeye kalkarak ben Müslüman değil miyim der, böyle demekle işi hallettiğini zanneder, fakat heyhat !!! Bunu daha iyi açıklamak için on küsur örnek ile, insanların nasıl biri diğerinden çok farklı iki tarz hayat yaşadıklarını anlatarak hakikati daha iyi anlamayı kolaylaştırmaya çalışacağım.

1- İçkili düğün ve toplantılardan uzak durarak, o ecnebilerin işidir, ben Müslüman olduğum için, benim için içmekte içenlerin yanında durmakta yasaktır, bu tarzı hayat benim din kültürüme aykırıdır der onu kabul etmez. Diğeri tam tersine içkili düğün ve toplantılara gitmeyi kültür kabul ettiği için oralara seve seve katılarak gitmeyenleri gerici görür,

2- Dünyevi işlerinde çalışırken bile elde ettiği kazançlarını ahirete mal etme yoluna gider. Öteki yalnız  maddi zevklerini düşünerek öleceğini hatırına getirmek istemez.

3-  Cuma namazlarını kaçırmamaya çalışır. Ayni memleketin adamı olduğu halde diğeri yalnız bayram namazlarını kılmakla iktifa eder.

4- Beş vakit namazını geciktirmeden kılmaya gayret gösterir. Diğeri İslam’ın şartlarını yerine getirmekten uzak yaşar.

5-  Farz namazlarını az görüp, teheccüd ve duha namazlarını kılmaya gayret eder. Diğeri Ramazan ayında Müslüman kisvesine girer, yani farz olan orucunu tutar.  Sünnet olan teravih namazını kılar, fakat daha önce alışmadığı için farz namazlarını terk eder.

6- Kendisi mahrum kalsa bile muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidererek onları sevindirmeye çalışır. Diğeri yalnız kendi menfaatini düşünerek “ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” der.

7-  Ben Müslüman’ım ve hayatımla örnek biri olmam icap eder kendine diyerek, giyimine kuşamına üstüne başına temizliğine dikkat ederek Müslüman’a yakışır nazik bir hayat yaşar. Diğeri üstüne başına dikkat etmeden paspal pejmürde kıyafetle gezer, bu kabalığın insana yakışmaz bir hal olduğunu hiç düşünmeden hayatını devam ettirir.

8- Meyhaneye girmek şöyle dursun, sigara dumanı ile dolu, laklak ve vakit geçirme yeri olan kahvehanelere bile girmeyi tenezzül sayarak yaklaşmaz.  Diğeri bütün sarhoş edici içecekleri kendine meşru sayar, maskaralığın tümüne çekinmeden bulaşır.

9-  Yenmesi haram olan yiyeceklere yaklaşmak şöyle dursun, bütün şüpheli yiyecek ve içeceklerden uzak durmaya gayret göstererek, kiminle oturması lazım, kiminle oturmak faydasız olduğunu dikkatinden kaçırmadan yaşamaya çalışır. Diğeri yediklerine dikkat etmediği gibi, yabancı hanımlarla düşüp kalkarak yalnız geçici zevklerini, şehvani duygularını tatminden başka hiçbir şeye ehemmiyet vermez.

10-  Helalı olan hanımının da günahlarından mesul olacağını ve hanımı yalnız bu dünyada ona eş değil, ebedi hayatta da onun hayat arkadaşı olacağını bildiği için, onu orada kaybetmemeye çalışır, dışarıda tesettürüne dikkat etmesini iyilikle tavsiye ederek o hususa da  ehemmiyet verir. Diğeri hanımını  evinde mutfak elbiseleri ile gezdirip misafir geldiği zaman veya bir yere çıkacakları zaman, yeni elbise giymesini emreder, yüzünü tırnağını boyar, bunun sonu nereye varır düşünmez.

11-  Hanımının ve kızlarının giyim ve kuşamına dikkat ederek cehennemlik olmamaları için âzami gayret gösterir, çünkü bilir ki sokaktaki mini etekle gezen hanımların etekleri birden o hali almadı, o kızların babaları dikkat etmeye etmeye etekleri birer ikişer santim yükselerek o hali aldı. Ötekisi bütün bu dini inceliklere karşı lakayt kalıp, “Ben ne yapayım evlat bu, öldürecek miyim? ” diyerek ahirette  bu hayatın hesabını inceden inceye vereceğini nazara almadan yaşayarak, dünya zevklerinden başka hiçbir şey düşünmez.

 12- Ahirette ki cehennem ateşini düşününce göz yaşlarını tutamayıp, burada en ufak bir ateşin acısına dayanamazken orada bu nazik vücudum, burada yaptığı günahlarının tamamı temizleninceye kadar  o müthiş azaba nasıl dayanır kendine diyerek, o korku uykusunu kaçırır. Öteki hiç düşünmeden öyle günahlara batar ki, o günahlı işler ufak bir bahane ile onu inkara kadar götürür, ebedi azaba mahkum edecek dereceye düşürür.

13-  Fabrika sahibi değil, esnaflık yaptığı halde, hizmet ehli olan bir başkasının para ihtiyacını hisseder ve ona der, “Yarın gel,  elimde olan  altı dairenin tapusunu senin üzerine yapayım, ama bir şartla kimseye söylemeyeceksin”, öteki ise sokaktaki fakire bir miktar para verdiği zaman, bir yumurta için mahalleyi ayağa kaldıran tavuk gibi, fakire kaç lira verdiğini herkese anlatır.

Şimdi, biliyorum ki, hemen soracaksınız, bu iki kısım vatandaşın  farklı düşünceleri ve eşyaya farklı bakışları nereden doğuyor

Bunların bu farklı vaziyete düşmeleri iki sebebe dayanır: Biri manevi, diğeri maddi sebeptir. Biz önce onların manevi sebebini ele alalım.

Evet, Yukarıda saydığım evvelki kısmın fertlerinden her biri Allahın her şeyi yaratma gücüne sahip olduğuna ve O Allah, bu insanları öldükten sonra tekrar dirilteceğine inanırlar. Öteki hayatta ya cehennem ateşinde yanacaklar, veya Cennet gibi, burada hiç görülmemiş ve sonu olmayan bir mutluluğu kazanacaklarına yakinen inandıkları için öyle  davranırlar.

İkinci kısmın fertleri, manevi gıdalarını alamadıklarından,  Allaha ve Ahiret gününe inanmazlar veya inandıkları halde gaflet sebebiyle inandıkları İslam dininin şartlarını yaşamadıkları için o hale düşmüşlerdir.

Maddi sebebe  gelince: Yukarıda saydığımız ayni vatan evlatlarının biri diğerinden bu kadar farklı olduklarının sebebini düşününce, hemen anlarız ki, ikinci sırayı alan dine uymayan onların tavırları ancak iç ve dış düşmanlar birleşerek bunları o hale getirmek için beraber çalışmalarının neticesinden doğmuştur. Gayelerine kavuşmak için,  maneviyatsız olan eğitim yolunu seçmekle muratlarına ermişlerdir. O başarının ana sebebi de maneviyattan yoksun eğiticilerdir. Yukarıda çok az kısmını saydığım  bu kadar dine karşı lakayt kalmalarına sebep onlardır.

Evet, “İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” hadis-i şerifinin manasını, 21 milyon km bir ara 25 milyon uzak mesafeye İslamiyeti yayan şehit ve gazi dedelerin torunları nasıl bu kadar dine lakaytlığa meyil ettiklerini vatanımızın çok yerlerde açıkça görüyoruz. Dediğim gibi bu dünyadaki işleri Allah sebeplere bağlamış. Babalar yalınız karınlarını doyurma derdine terk edilirse, öğretmen de öğrencisine âhiret bilgilerinden uzak, yalnız dünya bilgilerini verirse, çocuk bir materyalist olmaz da ne olur? Düne kadar halimiz bu minval üzere idi. Bu günkü idareciler, halkın maneviyatını ihmal etmemeye gayret ettiklerini görüyoruz Allah onlara muvaffakiyet ihsan eylesin.

Hülasa, Bu idareden öncesine kadar, Türkiye’deki laik idarenin harfiyyen tatbikş necicesinde dini değil, maddecilik ağırlıklı eğitim veriyordu olduğu için. Bir çocuk gittiği okuldaki öğretmenden ve dinine karşı yozlaşmış anne  babasından Allahın varlığını ve birliğini, Öldükten sonra kesin olarak dirileceğini öğrenmezse? Yaratılmış eşyayı, tesadüfe, sebeplere ve tabiat gibi akılsız kör, sağır, olumsuz şeylere ve Evrim teorisine havale etmekten başka çaresi yok. Böyle dine karşı yabani kalan benim vatandaşım kendisini ve her şeyi hiçten, yoktan yaratan Allah’ını nasıl bulsun? Bunun neticesi vatandaş böyle vahim neticelere düşmekten kendini nasıl kurtulabilirdi? Bundan sonra, Müslümanlığın istikamette olacağını canu gönülden inaniyoruz

Bakın, laik ve demokrasi demek, dindarı da dinsizi de yaşamasında serbest bırakmak demektir. Halbuki bu idareden evvel Türkiye’de idare olunduğumuz sistem  laik fakat ya unutulmuş veya kasıt vardı  ki, memleketimizin insanlarının % 99,60 Müslümandır. Bu vatanda yaşayan insanımız demokrasiyi yaşamaktan çok uzaktı. Kanunlarımız da Avrupalıları şaşırtacak bir şekilde idi. Laik ve demokrasiyi esas tutan bir devlette yaşıyoruz, öyle ama kadınların açılmasında sınır yoktu. Kız öğrenciler üniversiteye baş örtüsü ile gitmesi şöyle dursun, onların zavallı anneleri evlatlarını ziyaret etmeye bile başörtüsü ile üniversiteye giremiyorlardı. Buna “Bu ne perhiz, bu ne  lahana turşusu” derler. Hadis-i Şerifte: “Hepiniz çobansınız, çoban sürüsünden nasıl mesul ise, siz de mahiyetinizdekilerden öyle mesul siniz.” Bundan anlıyoruz ki, evlatlarına din terbiyesi veremeye uğraşmayan bir baba, cehennem ateşinde yanmayı hak edeceğine  göre, düne kadar   milletimizin çoğunu imansızlık vadilerine itenlerin hali orada ne olacağını  merak ediyorum? Yazıma “Allah başımızda olanların başlarındaki aklı Artırsın, kalplerindeki imanı kavileştirsin” diyerek  son veriyorum.

Düştüğümüz halden kurtulma yolunda kardeşiniz

Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: