İNSAN İRADESİNİ EMZİREN ANNE: “ KADER ” ( 4 )

İnsan İradesini Güçlendiren ve Zayıflatan Unsurlar

  1. Vecih: İrade-i cüz’iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz’î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: “Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes’uliyet sana aittir.

Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp “Nereyi istersen seni oraya götüreceğim” desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette “Sen istedin” diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü’l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.

Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfarve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.

Bu kısmın mes’uliyet bahsini yeterince işledik. Sadece insan iradesinin güçlenmesi ile ilgili kısmı izah etmek gerekiyor. Bediüzzaman diyor:

Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duaver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.

Said Nursi bu bölümde, insan iradesini meyillerin yönlendirdiğini; şer meyilleri arttıkça hayrı tercihin zorlaştığını; hayır meyilleri çoğaldıkça da şerden insanın uzaklaştığını vurguluyor. Bu noktada insanın şer meyilleri, insanın nefsinin potansiyel özelliklerinden çıkıyor; insanın hayır meyilleri ise, insanın kalbinin melek gibi potansiyel yapısından… Bu manada nefsi uyandıran, o yılanı insan iradesini yutan bir ejderha haline getiren bir ortamda bulunmak ve bu tarz kişilerle irtibatta bulunmak kişinin hayra kabiliyetini azaltıp günaha girişini kolaylaştırır. Tam tersine kalbini canlandıracak Kâbe ve Medine gibi bir ortamda yaşamak, Kur’an ve zikirle, ibadet ve tefekkürle meşgul olmak da ondaki hayır potansiyellerini uyandırır. İstidadlardan kabiliyetler, kabiliyetlerden de meyiller doğar. Meyiller çoğaldıkça, kişinin hayrı seçme veya seçmeme yönündeki iradesi esnemeye başlar. İşte bu noktada Üstad mütehassıs bir hekim olarak diyor:

Dua ve tevekkül, sendeki hayır potansiyellerini uyandırır; hayır meyillerini çoğaltır, iradene kuvvet verir. İbadetler, aşka yapılan zikirler, ihlasla yapılan sâlih ameller, nurlu tefekkürler, ilim ve hikmetler de aynı şekilde… Buna mukabil istiğfar ve tevbe ise, şer meyillerinin kaynaklarını kurutur. Nefsi ve benliği susturur. Onlardan akan pis suların önünü tıkar. İstiğfar, içteki kirli duygu ve arzuların silinmesini Allah’tan dilemek demektir. Tevbe ise, gittiği duygu ve düşünce yolundan dönmek demek… 99 kişinin katili olan adamın kıssası insandaki hayır ve şer meyillerinin uyanmasında toplumun ve sosyal çevrenin etkisini muhteşem bir şekilde anlatır.  Evet günahlar, insanın iradesini yaralar ve kan kaybettirir. Bu noktada takva, iradeyi koruması ile insanın hayrı tercih etmesini kolaylaştırır.

Bu dua ve tevekkül, itiğfar ve tevbe anahtarları ile kendimize yepyeni bir hayat sayfası ve Kader’den nurlu bir defter açabiliriz. Ne kadar kirli bir geçmişimiz de olsa… Bu açıdan yapılması gereken şey, değiştirme imkanımız olmayan geçmiş zaman ile uğraşıp durmak değil, tercihlerimize bağlı gelecek zamanı hayırla yaşamayı istemektir. Dua ve tevekkülle hayırlı niyetleri Allah’tan istemek; istiğfar ve tevbe ile, geçmişin içimizde bıraktığı izleri, günah yaralarını, onlardan çıkan vesvese ve şüphe kurtlarını Allah’ın temizlemesini istemektir.

Son devrin bir evliyasının bir şiirinde bu hakikati kısaca şöyle ifade eder:

Kimi tevbe eder asfiyâ olur

Kimi inad eder eşkıya gider.

Asfiya, âlimlik cephesi de bulunan evliya demektir… Yani dünün câni ve katili, yarının hem ilim ve irfan hem zikir ve aşk sahibi bir asfiyası olabilir. Tıpkı sahabeler gibi… Ama yanlışlarında inad ederse, Cehennemdeki yerini kendisi hazırlamış olur.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: