İnsan, Sanatkarının En Güzel Modelidir!

Sanat eseri, sanatkârın kendi tarzıyla gördüğü, duyduğu veya anlatılan olayları, tarihi, protestoyu, sevgiyi, nefreti, mutluluğu veya bunun gibi şeyleri anlattığı özgün esere denir.

Sanatın ulusal ve evrensel boyutu vardır. Resim, müzik, plastik ve endüstriyel sanatlarla verilmiş birçok örneği vardır. Herkesin bir anadili olduğu gibi sanatın da bir dili vardır. Sanatçı dilsiz değildir, o sanatının özgün diliyle konuşur.

Sanat; özgündür, çeşitlidir, tek bir eserle sanatkâr olunmaz, çok üretmek gerekir. Picasso tanınan en üretken sanatçıdır. Guiness Rekorlar Kitabı’na göre, toplam resim, 100,000 baskı, 34,000 kitap resmi ve 300 heykel ve birçok seramik ve çizim üretmiştir.

Picasso, Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eserindeki insan ve hayvan figürleriyle acı, hüzün ve savaşa karşı duyulan nefreti anlatmaktadır.”Bu resmi siz mi yaptınız” diye soran bir Alman generaline, çok anlamlı bir söz olan, “Hayır, siz yaptınız” cevabı tarihe geçmiştir.

Klasik Batı Müziği‘nin, en üretken ve en etkili bestekârlarından biri olan Haydn, hayatı boyunca 800’ün üzerinde besteye imza atmış, Mozart ise 35 yıllık ömrüne ancak 626 eser sığdırabilmiştir.

Sanat eserlerinde gözlenen güzellikler, sanatkârının güzelliğinin yansımalarıdır. Ancak bu yansıma, sanatçının özündeki güzelliğin, sadece bir anlık yansımasıdır. Her yeni sanat eseri, yeni bir güzelliğe de ayna olmaktadır.

Tolstoy; Sanat nedir? İsimli eserinde, “Sanatta asıl olması gereken, eseri oluşturan sanatçı ile onu algılayan kişi arasındaki duygu alışverişi olmasıdır” diyerek birçok sanatçıyı bu ilişkiyi kuramadıkları için eleştirmiştir.

Kâinat ve insan ise, ilahi sanat eserleridir. Bu sanatın da bir dili vardır. İnsanlar, sanatkârların eserlerine bakıp onların neleri anlattığını çözdükleri gibi, bu sanatkârın eserlerine de iyice bakıp onun dilini çözebilmelidirler. İlahi sanatın sahibi de eserleriyle çok şeyler söylüyor. O; bizi seviyor ve kendini bize sevdirmek istiyor. İşte gerek insana ve gerekse diğer bütün diğer sanat eserlerine bakınca, bu duyguyu insanlara yaşatıyor. Beş duyularımızla ve içimizde taşıdığımız duygularımızla bizi nekadar çok sevdiğini ve bizim de onu sevmemizi istediğini görüyoruz.

Kânat gibi insan vücudu da Yaratıcının sanatı için bir model olmuştur. O; vücut adı verilen elbiseyi keser, biçer ve diker, sanatını gösterir. Esma-ül Hüsna’dan yetmişten fazla “Güzel isim”in bütün ifadelerini ve yansımalarını insan üzerinde görebiliriz.

* insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyâde esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takvîminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Latîf isimlerini ve hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtı ile, cihazât ve cevârihi ile, letâif ve mâneviyâtı ile, havâss ve hissiyâtı ile ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek, nasıl esmâda bir İsm-i âzam var; öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır.

Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var. (SÖZLER, 33.Söz)

İnsan yaratılmış olmasıyla; Allah’ın “Halık”, hayat sahibi olmasıyla “Hayy” ve “Muhyi”,ayakta kalıp varlığını devam ettirmesiyle Kayyum”, ilk defa yaratıldığı için “Mübdi”, benzersiz yaratıldığı için “Bedi”, her şeyiyle birbirine uyumlu yaratılmasıyla “Bari”, kusursuz bir surette ve güzellikte oluşuyla; “Musavvir”, süslü bir yaratılışta olmasıyla “Müzeyyin”, gözüyle, saçıyla, teniyle ve organlarıyla farklı renklerde yaratılmasıyla “Mülevvin”konuşmasıyla “Mütekellim”, isimlerinii gösterir. İnsanın her organı, her hücresi her hissiyatı Allah’ın ilminden haber verir. Bu yönüyle bütün insanlar “Âlim” ismine mazhardırlar.

Herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan “Sâni-i Hakîm”, sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan “Kerîm”, yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan “Muhsin”, yarattıklarına nimetler veren “Mün’im”, herşeyi en güzel şekilde yaratan “Mücemmil”, dilediğine dilediği konuda üstünlük veren, lütufta bulunan “Mufaddıl” isimlerinin yansımalarını da insanda görebiliriz.

Allah’a muhtaç yaratıldığımız için O’nun “Samed” ismini, tüm hücrelerimize hükmettiği için “Hakem” ismini, sürekli O’nun kontrolünde olduğumuz için de “Hafiz” isminin, tecellilerini yansıtırız

Hastalanırız, “Şafi” ismiyle yardımımıza koşar, şifa verir iyileşiriz. İlaçlarımızı kullanırız fakat gerçek şifa verenin O, olduğunu anlarız. Açlık çekeriz, yemek yeriz tok oluruz, yediğimiz bu gıdaları yaratanı O, olduğunu anlar “Rezzak” ismiyle bunları bize gönderenin O olduğunu anlarız.Maddi ve manevi sıkıntıda olanlara “Darr” isminin tecellisini imdada yetişir.

Allah’a karşı suç işlediğimizde; suçlara karşı hemen ceza vermeyen, yumuşak davranan süre veren ‘Halim’ ismiyle, kullarının günahlarını, hatalarını ve kusurlarını çokça bağışlayan ‘Gafur’ isminin tecellilerini görürüz.

Allah’ın, sonsuz merhamet ve şefkatle bütün varlıkları rızıklandıran ‘Rahman’ ile sonsuz merhamet sahibi ‘Rahim’ isimlerinin ışıklarını en çok insanda görürüz.

Artık insanın ölümü yaklaştığında ölümü veren ’’Mumit’’ ve ruhları alan ’’ Kabıt’’ isimlerinin parıltısı görülmeye başlar.

Her insanda onun karakterine göre ön plana çıkan bazı isimler vardır. O isimler, o kişi deism-i azam olup diğer isimler ise onun gölgesinde kalır.

İnsanın kendisi hem mükemmel bir sanat eseridir; hem de dünyadaki bütün sanatlar onun eliyle yapılmaktadır. Ama İlahi sanatkârla aralarında bir fark vardır. İnsanların ürettikleri cansız, İlahi sanatın ürettikleri ise hem cansız hem de canlılar dünyasındandır. O; hem cansız varlıkları sanatlı hem de o cansız atomlara hayat vererek birbirinden çok farklı canlı sanat eserleri yaratmıştır. Ancak aradaki yetmiş bin perdeyi kaldırınca O’na ulaşılabilir. Ama insan, evrendeki sanata bütünsel bakmayı öğrendiğinde aradaki siyah perdeler öyle kolay kalkar ki ışıklı olanların karşısında hayretle bakar ve O’nu bulabilir.

Evreni yaratan Sanatçı ortaya yeni yeni eserler koydukça, yani yeni insanlar yarattıkça, aynada yansıyan yeni güzellikler yeryüzünü doldurmaktadır.

*İnsanın san’atıyla Hâlıkın san’atı arasındaki fark: İnsan kendi san’atının arkasında görünebilir; amma Hâlıkın masnuu arkasında yetmiş bin perde vardır. Fakat, Hâlıkın bütünmasnuatı def’aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan kalkar, nuranîler kalır. (MESNEVİ-İ NURİYE, 10. Risale)

İnsan; bir ressamın tablosundaki şekiller, çizgiler ve renklerin özgün karışımı gibidir. O; dünyada en ünlü bir heykeltıraşın elinde yonttuğu en kıymetli eserinden daha kıymetlidir. Çünkü o, canlıdır, duyguları vardır, devamlı değişim ve gelişim içindedir ve o,ilahi bir sanat eseridir. Sanatkârının her birini tek ve özel yarattığı eseridir.

İnsan denilen ilahi sanatın bütün parçaları hem birbirine benzer hem de birbirinden çok ayrı, kendine özgün özellikler taşır. Ama her bir insan, hem tek başına veya hepsi bir bütün olarak, kendi sanatkârı olarak tek bir yaratıcıyı gösterirler.

Bugün dünyada 7 milyar insan yaşıyor. Dünya var olduğundan bugüne kadar yaşayan ve bugünden evrenin son bulacağı güne kadar yaşayacak olan insanlara bakılacak olursa, hem birbirine benzeyen hem de her biri özel olan birçok sanat eseriyle karşılaşılır. Bunlara bir de hayvanlar ve bitkiler, evrendeki yıldızlar ilave edilecek olursa, ne kadar çok sanat eseri yaratıldığı, görülecektir. Herbir varlık kendi başına adeta bir sanat galerisidir. Sanat içinde sanat saklanmış sanat eserleridir.

Evrendeki çeşitliliğe ve her an yenilenmeye ve çoğalmaya bakılırsa onlar, sanatkârının kesinlikle bir ve tek olduğunu, ona hiçbir sanatçnın ulaşamayacağını gösterirler.

Esmâü’l-Hüsnâ“; Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu, O’nun niteliklerini, özelliklerini ve hangi vasıflara sahip olduğunu anlatan isim ve sıfatlarıdır.Allah’ı güzel isimleriyle tanımak ve anmak, O’na layık olmayan nitelikler isnat etmemek insanın en başta gelen görevidir. İnsan bir ayna olur, O’nun varlığını ve birliğini yansıtır. Kendi ruh aynasında O’nu gösterir.

*zîhayatta ve bilhassa insanda, o derece san’at-ı câmia içinde, hadsiz envâ-ı nimeti anlayacak, kabul edecek, isteyecek cihazat ve âletler vardır ki, bütün kâinatta tecelli eden bütün esmâsının cilvesine mazhardır. Âdetâ bir nokta-i mihrakiye hükmünde, bütün Esmâ-i Hüsnâyı birden mâhiyetinin aynasıyla gösterir ve onunla ehadiyet-i İlâhiyeyi ilân eder.(MEKTUBAT,20.Mektup)

*İnsanın, câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, bütün kâinatta cilveleri tezâhür eden Esmâ-i Hüsnâyı birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle, Cenâb-ı Hak, tecellî-i Zâtıyla ve Esmâ-i Hüsnânın âzamî mertebede nev-i insanın mânen en âzam bir ferdine tecellî-i âzam tezâhür eder (SÖZLER, 31.Söz)

*Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ…(LEM’ALAR.2.Lema)

İnsan, üç yönden Yaratanın ilahi isimlerini kendinde gösterir.

Birinci yönü; zıddıyla göstermektir. İnsan nekadar aciz, zaaf, fakirlik, ihtiyaç, noksanlık ve kusurluluk içinde ise yaratıcı o kadar mutlak, sonsuz güç ve kudret sahibidir.

İkinci yönü; Allah’ta bulunan sonsuz boyuttaki bazı özellikleri, kendindeki küçücük örneklerine bakarak kıyas yoluyla göstermektir. Kendindeki küçücük ilim, güç, görme, işitme, bir şeylere sahip ve hâkim olma gibi yeteneklerine bakarak yaratıcının evrendeki Rububiyetini anlar ve ona ayna olur, yansıtır ve bildirir.

Üçüncü yön ise; kendi üstünde görülen işlenmiş nakışların diliyle, yüce Yaratıcıyı göstermektir.

*Birinci vecih: Gecede zulümât, nasıl nuru gösterir; öyle de, insan zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ, pekçok evsâf-ı İlâhiyeye bu sûretle âyinedarlık ediyor. Hattâ, hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a’dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan, dâimâ Vâcibü’l-Vücuda bakar. Hem, nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdâd aramaya mecbur olduğundan, vicdan, dâimâ o noktadan bir Ganî-i Rahîmin dergâhına dayanır, duâ ile el açar. Demek, her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdâd cihetinde iki küçük pencere Kadîr-i Rahîmin bârigâh-ı Rahmetine açılır; her vakit onunla bakabilir

İkinci vecih âyinedarlık ise: İnsana verilen numûneler nevinden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyât ile, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rubûbiyetine âyinedarlık eder; onları anlar, bildirir. Meselâ, ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum; öyle de, şu koca kâinat sarayının bir ustası var, o usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkezâ.

Üçüncü vecih âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye âyinedarlık eder. “Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfı”nın başında bir nebze izah edilen, insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyâde esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takvîminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Latîf isimlerini ve hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtı ile, cihazât ve cevârihi ile, letâif ve mâneviyâtı ile, havâss ve hissiyâtı ile ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek, nasıl esmâda bir İsm-i âzam var; öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır.

İnsanın, nasıl, ruhu bütün cesedine öyle bir münâsebeti var ki, bütün âzâsını ve eczâsını birbirine yardım ettirir. Yani, irâde-i İlâhiye cilvesi olan evâmir-i tekviniyeye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latîfe-i Rabbâniye olan ruh, onların idaresinde, onların mânevî seslerini hissetmesinde ve hâcâtlarını görmesinde birbirine mâni olmaz; ruhu şaşırtmaz, ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde, birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir, isterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ, çok nurâniyet kesb etmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.

Öyle de,” En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl, 60.) , Cenâb-ı Hakkın mâdem Onun bir kanun-u emri olan ruh küçük bir âlem olan insan cisminde ve âzâsında bu vaziyeti gösteriyor, elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun irâde-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz duâlar, hadsiz işler, hiçbir cihette Ona ağır gelmez, birbirine mâni olmaz, o Hâlık-ı Zülcelâli meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın, uzak birdir. İsterse bütününü birinin imdadına gönderir. Herşey ile herşeyi görebilir, seslerini işitebilir ve herşey ile herşeyi bilir., ve hâkezâ. (SÖZLER,33.Söz,31.Pencere)

Dr.Selçuk Eskiçubuk