İnsandan İnsana Fark Var

Öteki var olmadığında ben yokum.

Gözüm karşımda bir nesne arıyor, insan dünyaya düşmekle bir ilişki arıyor.

Tutunacak bir dal, uçurum aşağı kayıp düşmemek için bir tutamak.

İlişki konuşmak demektir.

Bebek gözleriyle konuşur, varlığının annenin gözlerinde yansımasını ister. İnsan iletişimi çok katmanlı bir yapı, duyguları iletmeye ve saklamaya yarar, yalan söylemeye yarar, gönül okşamaya ve kırmaya yarar.

 

Ötekiyle doğru bir iletişime girme arzumuz onunla hemhal olabilmekle mümkündür ancak, onun var olma biçimine, dünya görüşüne nüfuz edebilmem ve onunla ortak bir anlam oluşturabilmem için onun dilini bilmeli, o dilden konuşabilmeliyim.

Kendi kavramsal çatımı ona dayatmak yerine onun dilinde hünerli olmalıyım ki kendi arzu, tarafgirlik ve önermelerimi bir kenara bırakarak bir konuşma başlatabileyim.

Kendimi bir bilmeme noktasına yerleştirerek başlamalıyım işe.

Önce dinlemeyi öğrenmeliyim, her şeye hemen tepki vermek zorunda değilim.

Bu ilk sessizlik bizi pek çok esaretten azat eder. Muhatabımı bütün insanlığı ve o insanlığın bütün karmaşıklığı içinde algılayabilmemledir ki onunla karşılıklı bir ilişki için ilk adımı atmış olurum.

Derdim onun dünyasına girmek, onunla olmak, ikimizin de ‘ötekilerden biri’ olduğunu kabullenmek.

Her birimiz bir başkasına ötekiyiz.

Mavi gezegende her birimiz ötekine bağlı ve bağımlıyız.

Bu yüzden insanlığımızın en derin katmanlarında sevgi ve sevebilme yeteneği yatar.

Bir toplum evladını seven anne babalarla serpilip gelişir. Sevgiyi vermekle sevebilmeyi öğretir anne baba, sevmenin mümkün olabildiğini öğretir.

İnsan daima yakınlık arayan bir varlık.

İnsan ruhunun bugün yaşadığı büyük kriz sevebilme yeteneğimizin törpülenmesinde yatıyor. Dünyaya baktığımızda bir düşmanlar ordusu görüyor, masum tabiatı dahi ehlileştirmezsek canavarlaşacağını varsayıyoruz.

 

Beni doyuracak değil, yankılayacak bir muhatap

 

Freud için insan, dürtülerini doyurmak için nesneler arayan iç kuvvetlerin tesirindeydi. Her insan dürtülerini, özellikle de cinsel dürtüsünü doyuracak bir nesneyi elde etmenin peşindeydi.

Bugün insanın haz değil ilişki arayan bir varlık olduğunu tartışıyor psikanaliz.

Duyulmak, hissedildiğini hissetmek isteyen bir varlık.

Beni doyuracak bir muhatap değil beni yankılayacak bir muhatap arıyorum.

Ben bir özneyim ve özne arıyorum, nesne değil.

Onunla ilişkimde onu yutmak, ele geçirmek, kendime benzetmek derdinde değilim. Onu kendi tam varlığıyla, benden bütünüyle farklı olmasıyla konuşmaya değer buluyorum.

Birbirimizden farklı olsak da kendi öznelliklerimizi koruyarak, iki ayrı varlık olarak birbirimizle konuşabiliriz. Kendimi ötekinde yok ederek veya onu kendi benliğimin sömürgesi kılarak değil onu tanıyarak, onun farklılık ve biricikliğini tanıyarak çıkıyorum yola.

 

Muhatabım benim yansıtmalarımdan ibaret değil, benim ihtiyaçlarımı giderecek bir nesne hiç değil, onunla buluşmaya giderken ondan olmasını istediğim gibi olmasını değil kendi biriciklik ve saygınlığı içinde kendisi gibi olmasını dileyebilirim ancak.

Onda kutladığım şey, bana benzerliği değil, tam aksine benden farklılığı ve başkalığıdır. Onun iç dünyasını tam manasıyla bilemem ancak onu bilmeyi ve anlamayı deneyebilirim.

 

Farklılığı değerli bulmak

 

Ötekini anlamakla ötekinin ötekiliğini giderme isteği arasında çok kısa bir mesafe var.

Öteki kendisi olarak kalmak istediğinde, kendi farklılığını korumaya yeltendiğinde egemen akıl hemen onu düşman hanesine yazabilir.

Burada dikkat etmemiz gereken bir husus daha var:

Onu sadece farklı olarak görmek, onu sadece farkından ibaret saymak da insan olarak ortak maceramızı, birbirimize benzeşmemizi ve aramızdaki insani ilişkiyi de gözden kaçırmamıza yol açabilir. Bu tarz bir ötekileştirme, özellikle farklı olan ‘yabancı’ olarak kurgulandığında, sosyal nefret ve ırkçılığa sebebiyet verebilir.

Karşımda aynılaştıramayacağım bir öteki var, ne ki bu aramızda bir bağ olmadığı anlamına gelmiyor; bir bağımız var ve bu bağ ne ötekini istila etmemi ne de yutmamı iktiza ediyor. Onun başkalığını değerli bulmakla kendim de daha gerçek oluyorum.

O da benim gibi bir insan ama kendine mahsus bir hayatı ve arzuları var.

 

Tanıma ve sorumluluk el ele gider

 

Öteki için sorumluluk hissetmek onun kendi öznelliğini kabul etmenin ve kendine mahsus haklarının olmasının ötesinde, onun da incinebileceğini kabullenmek demektir.

Sorumluluk, ötekinin yaralarında benim bir günahım varsa bunu fark etmek ve kabullenmekle kendisini gösterir.

Öteki için duyduğum sorumlulukla kendimi de etik bir özne olarak kurmuş olurum.

O halde başkasını o istemediği halde benim gibi düşünmeye ve yaşamaya davet ettiğimde onun üzerinde etik şiddet uyguluyorum demektir.

Onu olduğundan başka bir şey olmaya zorlamam etik şiddetin ta kendisidir.

Onu asla tam olarak bilemeyeceğim ama zihnimin ona yakıştırdıklarına karşı da direneceğim. Tanımak, ötekinin başkalığına tahammül etmek ve onu aynılaştırmamaya çalışmaktır.

 

Şükür ki insandan insana fark var.

Şükür ki insandan insana yol da var.

Prof. Dr. Kemal Sayar / Zafer Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: