İnsanı Hayrette Bırakan Allahın Kudreti

İnsanı Allahın lütfüyle annesi dünyaya getirir getirmez, Allah annesinin o şefkatli sinesinde yarattığı göğsünden has  ve özel bir gıdayı, yani göğsünü sütle doldurup yavruya hazırlamış ve ağzına iki çeşmeden akıttırır. Evladını koruyup muhafaza etmesi için de anneyi şefkat kahramanı yaparak onun hizmetine anneyi vermiş, beslemek mi, içirmek mi lazım? Anne hazırdır. Tehlikelerden korumak mı lazım? Hayatı pahasına bile olsa anne hiç çekinmeden ortaya atılır, ileride karşılığını alırım düşüncesini taşımadan, maddi bir şey beklemeden! Anne gibi bir fedai hiç gördünüz mü? Bu sebeptendir ki “Anne gibi yar olmaz” sözü ata sözü olmuş. Acaba hiç düşündünüz mü? anneyi bu kadar fedakâr yapan kim? Anne şöyle düşünmüş olabilir mi? “Doğan yavrumun dişleri yok, yediğimiz sert yiyeceklerimizi de çiğneyemez olduğundan, aç kalmaması için yavruma biraz süt yapıp göğsüme doldurayım de evladımın karnı aç oldu mu, hem sineme basıp severim hem de emziririm.” Bu mümkün değil. Beyefendi, hatta ve hatta sen annenin karnında iken seni annenin vücudundaki vitaminlerden rahatlıkla istifade  ettirip, seni yaşatan Allahtan başka kimdir?

Bazı kere sana lazım olan vitaminleri annende bulamıyordun da, annen onları bulması için, o aciz vücudun ve minnacık kabiliyetinle, annen onları bulması için zorlayıp aklına  gelmeyen yiyecekler peşine o zavallı anneni koşturuyordun. Hatta sen bilemezsin, bu sebepten annene toprak bile yediriyordun. Acaba o zamandaki minnacık halinle sen hangi kuvvete dayanarak bu işleri annene yaptırıyordun? Hayır hayır! O işleri annene yaptıran, seni çok küçük hücreden halk eden Allah’tır. Ondan başka hiçbir kuvvet annene onu yaptırması mümkün değildir benim kardeşim.

Senin  meydana gelmen için, anne ile babanı evlenmeye kim zorladı? Yoksa tesadüfen mi bu işler oldu, niye araştırmıyorsun? Annenin tek hücresi babanın 200,000,000 hücresi, ile karşılaştığında, o kalabalık hücrelerden, anneninki tek hücresi,7-8 saat savaşarak  tam kendine denk geleni seçebilmeyi onun hangi marifetine bağlıyorsun? Bu ebeveynlerin iki hücresi bir olup, sonra tam bir insan haline gelinceye kadar, bir sürü süreçten geçtikten sonra bu hale geldiğini biliyor musun? Âyeti Kerimenin ifadesine göre “ Sizleri analarınızın karnında üç türlü karanlık içinde yaratıp duruyor,(Allah’ınız)”  (Zümer 6) Tıpta buna “Embrion” diye tabir edilir. Yani seni çok türlü safhalardan geçirip, 1 mm sonra 1 cm, 5 ve 10 derken, tam bir insan haline geldin. Hatta sen annenin karnında iken gıdanı rahat alıp gelişmen için annen ile aranıza seni göbeğinden bir hortumla bağlayıp, sen onunla sana lazım olan rızkını alıp, büyüte büyü te seni sapa sağlam meydana çıkarıp bu hale getiren kimdir? Seni bu safhalardan geçirene teşekkürünü yapmak için niye araştırmaya kendini zorlamıyorsun? Sen doğmadan az önceye kadar senin parmakların birbirine yapışıkmış. Senin parmağa ihtiyacını bilen O yüce Allah (c.c.), senin bu dünyada parmağa ihtiyacını bilip parmaklarının arasındaki o hücreleri intihar ettirmiş. Senin her şeyini yerli yerinde yaratana karşı, nasıl oluyor da  hiç utanmadan, senin faydan için onları sana veren Allaha karşı, yani sana verilen o nimetlere karşılık sana düşen görevlerini (ibadetini) seni yoktan Yaradana karşı yapmayıp isyan ediyorsun. Merak ediyorum! Nasıl hiç düşünmeden hadsiz acizliğinle Yüce Allah’ın kanunlarına karşı gelebiliyorsun? Hangi kuvvete dayanarak bunu yapıyorsun? bu senin yaptığın başka değil Allaha karşı savaş açmakta başka değildir.

Fakat hiç unutma ki bu dünyada Allah (c.c.) Rahman ismi ile, münkirleri de müşrikleri de  hiç eksik etmeden rızıklandırıyor. Onlara da biz Müslümanlara gibi, lazım olan bütün ihtiyaçlarını önlerine serip veriyor. Burada öyle ama ahirette değişecek. O dar mezardan geçtikten sonra, burada yaptıklarına herkes pişman olacak, iyiler de derecesine göre ah çekerek, niye daha çok iyilik yapmadım, halbuki yapabilirdim diyecekler. İsyan edenlere gelince onlar için çok acı ve pişmanlıkla dolu bir hayat başlar. Çünkü burada isyan edip karşı gelenlere orada Âdil, (Adaletli) Kahhar, (Kahredici) Muntekim (Zalimlerden mazlumların hakkını alabilen) Mübarek isimlerin manaları tecelli edip, meydana çıkarak kendini gösterecek. Ey hayatını gaflette geçirip,  uyanmaya gayret etmeyen nankör insan! Bunu sakın unutma ! Bu dünyada Allah’a inanıp itaat edenlere gelince, orada Allahın Rahim (Rahmeti yalınız Müminlere) ismi tecelli edecektir. İnsanın akıl ve hayalinden geçmeyen iyiliklerle orada onları karşına Allah serecektir.

Evet! Ey gururundan yerlere sığmayan insan! Sen anne karnındayken, sana göz, kulak, el, ayak verilmişti, halbuki  orada onlara hiç ihtiyacın yoktu değil mi? Demek ki dışarıda onlara muhtaç olacağını bilen Allah onları sana verdi annen değil, anneni seni ve herkesi yaradan bir Allah  sana onları orada vermiş. Ey insan! “Vermek istemeseydi istemek vermezdi” kaidesince: Annenin karnındayken orada sana lazım olanları veren zat,  bu ölümlü dünyada  sana ölümsüzlük isteği vermiş, demek ki seni ölümsüz bir yere götüreceği için sana ve tüm insanlara o isteği  vermiş. Dışarıda mideye lazım olanları kim hazırlamış ise, aynı O Zat, o mideye onları yemek iştihasını de O vermiş. Ölümsüzlüğü de verecek ama, o ölümsüzlükte hayatını cehennemde yanarak geçirmeyi hak edersen halin ne olur? Sakın unutma ki! O Allah burada bize verdiği ni’metler için, bizi orada inceden inceye hesaba çekecektir. Ne olur zamanı geçmeden uyan ve ona göre davran! O büyük pişmanlık günü gelmeden, o ölüm ruhunu almadan, yaptığın suçlarına pişman ol, suçsuz yaşamaya başla da kurtul.

Evet, ey insan! Bu kadar ni’metlere karşı hesap vereceğimize inanmayalım mı? Ne dersin böyle hassas yerlerde hassas ölçülerle bizi yaratıp yetiştiren bir Zata karşı minnettarlığımızı hissedip ibadetimizi yapmayalım mı? Sonra bizi bu dünyaya getirir getirmez, ihtiyacımız olan havayı, burnumuza kadar getirip onu bize hizmetkâr yapmış, çünkü onsuz bir dakika bile yaşayamıyoruz. Bir düşünün, eğer uzmanlar İstanbul’un oksijeni daha altı aydan fazla sürmez deseler. Halbuki Edirne de hiçbir zaman bitmesine imkân ve ihtimal yoktur deseler, İstanbulluların hali ne olurdu. İkinci ihtiyacımız olan suya gelince, akıcı madde olduğu için, dağlardan tepelerden deniz seviyesine süzülüp inmesi lazım iken, Rabbimiz onu aşağılara indirmemiş yükseklerde bırakmış. Çünkü öyle olsa idi yükseklerde yaşayan insanların hali ne olacaktı. Bunun için suyu deniz seviyesine değil de, Uludağ’ın tepesi gibi 1500 metre deniz seviyesinden yüksek yerlere çıkartıp, bizim için oralardan şarıl şarıl akıtıp âb-ı hayat olması için insanın yaşadığı yerin yakınına kadar götürmüş. Yiyeceklerimize gelince, ana gıdamız olan ekmek buğdaydan meydana geliyor. Acayiptir buğday tarlasına hayvan tezeğinden oluşan gübreyi atsak, buğdayın gelişmesine, buğdayın daha fazla olmasına sebep olur. O buğdayı yı yerken niye tiksinmiyoruz? Çünkü Allah o pisliği öyle bir dezenfekte etmiş ki; bu buğdayı, tezekten kuvvet alıp böyle bereketli olduğundan sonra yiyor tiksinme gibi bir şey aklına bile gelmiyor. Madem ki hayvan değil insanız. Allah’ımıza daha fazla şükretmemiz için ve Allaha karşı yaptığımız ibadetten daha fazla zevk almamız için düşünmeliyiz. Ve demeliyiz, bu buğday gübreli çamur  yiyerek, bize rızık oluyor. ağaç çamur yiyor kiraz yapıyor; Üzüm şermeni çamur yiyor bize rızık oluyor. Şeftali ağacıda çamurdan meyvesini yapıyor; incir ağacı çamur yiyor incir yapıyor; çamur yiyor muz yapıyor ve dallarının elleri ile bizlere buyurun diyerek uzatıyorlar.

Peki o güzelim meyveleri şuursuz ağaç mı yapıyor? Hayır bizi cansız elementlerden yaratan, onları da bizim için yaratıp çok hoş bir biçimde karşımıza çıkarıyor. Yazda suya ihtiyacımız çok olduğu için bize, içi tatlı ve hoş bir çeşit su ile dolu 15 kiloluk karpuzu çamurdan yapıyor, o güzelim kokulu kavunu çamurda pişiriyor, halbuki toprakta ne tat ne koku var . Kış soğuğundan gribe yakalanıp hastalanmamak için, kışta bize lazım olan, ve ihtiyacımız giderip, soğuk kışta  hangi vitamine ihtiyacımız var olduğunu Allah bildiği için kışta üşümekten gelen hastalıklardan korumak için kış meyvesi olarak, limonu, portakalı, mandalinayı ve greyfurdu  kış meyvesi olarak bizim için yapıyor. Asil Yapanı bu güzümüzle göremiyoruz. Fakat aklımızla düşünüp ona inanmalıyız. O Zati Zülcelal uzaktan komandolu yapıyor. O Güneş  kendisi bizim yanımıza gelmiyor ama ışığı gelip her tarafımızı kuşatıyor.

O Büyük Allah’ımız ineğe sütü, tavuğa yumurtayı, zehirli arıya balı bizim için yaptırıyor. Hiç birimiz kavun gibi bal demiyoruz, fakat bal gibi kavun diyoruz. Burada balın tadının üstünlüğü belli oluyor. Basit bir böceğe ipeği bizim için yaptırıyor. Çöllerde yaşayan deveyi Allah ona insanların ihtiyacını bildiği için, uçsuz bucaksız susuz çöllerde deveyi taşıma vasıtası yapmış. Çünkü orada susuzlukla karşı karşıya kalındığını  Allah (c.c.) bildiği için haftada tek bir defa su içmekle yaşayabilen deveyi, onlara O lütfetmiş. Allah’a inanıp itaat edenlere karşı Onun Rahmeti burada da tecelli edecek ve etmiş. Koskoca deveye ıh diyorsun çöküyor. Ormanlık yerlerde insanların ihtiyacını gidermek için taşıma vasıtası olarak, atı, katırı, öküzü yaratmış, koskoca öküze, boynunu boyunduruğa uzat diyorsun, dediğini yapıyor. Allah (c.c.) ilham ile evcil hayvanlar olan, öküzleri bizlere itaat etmelerini öğrettiği için itaat ediyorlar, biz bunları kudretimizle mi itaat ettiriyoruz? Söyle bana bu işler nasıl oluyor? Yaban hayvan olan kurdu, aslanı kendine  itaat ettir de görelim?

Evet! Benim gibi insan cinsinden olanlara hitap ediyorum, Allah bizi çok sevdiği için onları bizim itaatimize sokmuş ve Allah’ın bunca iyiliklerine karşı teşekkürümüzü ibadet suretinde yapmalıyız, yapacağız ve kendi menfaatimiz için emredilen ufak tefek ibadetimizi bırakmayacağız.  Aklımız varsa yapmaya mecburuz. Yoksa bunun aksini yaparsak, ileride bizlere çok pahalıya patlayacağını unutmayalım.

Kardeşlerim, insan biraz düşünse; şimdiye kadar saydıklarımın hiç birisini, hiç kimse kendi kuvveti ile yapamaz. Emri altına sokamaz. Başkalarına muhtaç olmadan kendi alın terimle yaşıyorum diyenlerin kulakları çınlasın. Başka kimselere muhtaç olmamak için bile her zaman Allah’ın yardımına muhtaç olduğumuzu  unutmayalım. Çünkü vücudunda göz kulak kalp böbrek demiyorum, atomlardan elektronlardan nötron ve protonlardan aminoasitlerden vitaminleri,  proteinleri, RNA. DNA moleküllerini, fosforu, kalsiyumu, yani senin vücuduna lazım olanları O koyuyor senin hizmetine onları O koşturuyor. Sen O’nun memuru değil, O’nun ilancısısın. O’nun varlığını ilan etmek için yaratılmışsın. Yoksa senin güneşe ihtiyacın var. Dünyamızdan 1.300.000 defa büyük olan güneşi sen mi yaptın? Sen mi oraya çaktın? Bizden 148.000.000 k.m uzak olan güneşi tam faydalı  mesafedeki yerine sen mi koydun? Tabii ki cevabın hayır olacak! Alemde en akıllı mahlûk olan insan, onu oraya takmadığına göre, tesadüfen de o oraya çakılmadı. Kör, sağır, akılsız tabiat da o akıl almaz işi yapmadı. Oraya çakmadı.

Evet bütün ihtiyaçlarımızın tümünü lazım olan yerlere O Allah koyduğu gibi, güneşi de, bizden uzak öyle tam bir mesafeye koyulmuş ki, bize az daha yakın olsaydı yakardı. Yine az daha uzak mesafede kalsaydı bizi dondururdu. Bütün bu incelikleri bilen Allah onu oraya hikmetle koymuş. Onun tek bir günlük ısısını sağlamak için denizler dolusu petrol ve bin tane dünyamız kadar odun yığınları lazım olduğunu bilen bir Allah onun enerjisini te’min ediyor. Yine fizikçilere göre güneşin var olan enerjisini kaybetmemesi için her saniyede 570.000.000 ton hidrojen  bombasının patlaması lazım olduğunu O biliyor, onları O patlatıyor. O patlayan maddelerden bir kısmı enerjiye bir kısmı da helyuma dönüşüyor ve sair. ve saire…

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org