İnsanın En Mühim Meselesi, “Cehennemden Kurtulmak”tır!

Bir toplantı sonrasındaki birkaç kişilik sohbette, yaşı seksenin üzerinde olan bir adamın, karşısındaki muhatabının din görevlisi olduğunu öğrenince, ona “Vaazlarda cehennemden bahsetmeyin” istek ve tavsiyesinde bulunması dikkatimi çekti.

“-Küçük bir çocuğa, (hikmetini anlamayacağı için) cehennemden bahsetmeyin” denilebilirdi; fakat, Kur’an âyetlerinde ve hadislerde cehennemden çok bahsedilmişken, o âyet ve hadislere göre yaşaması gereken âkil bâliğ olanlara cehennemden bahsedilmemesi istenebilir miydi? O din görevlisinden böyle bir istekte bulunan yaşlı adamın, toplantı arasında namaza gidenler arasında olmayışı da, bu sözleriyle birlikte tahlil edilebilirdi. O, böyle düşünmekte ve konuşmakta yalnız sayılamayacağından ve tüm dünyada onunla ayni mealde konuşan, çeşitli yaşlarda yetişkin erkek ve kadın çok kişi bulunduğundan, onun bu sözleri üzerinde durmakta fayda vardır.

Risale-i Nur Külliyâtı 11. Şua 8. Meselede, onun sözleri ve hali ile ilgili şu ifadeler yer almaktadır:

Birinci Nükte: Cehennem fikri, geçmiş îman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünkü, hadsiz rahmet-i Rabbânîye o korkan adama der: Bana gel, tevbe kapısıyla gir. Tâ Cehennem’in vücûdu değil korkutmak, belki sana Cennet’in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecâvüz edilen hadsiz mahlûkatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin. Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan, yine Cehennem’in vücûdu, bin derece i’dam-ı ebedîden hayırlıdır ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünkü insan hatta yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir. Bir cihette mes’ud olur. Şu halde sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya i’dam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veya Cehennem’e gireceksin! Şerr-i mahz olan adem ise, senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes’ud olduğun umum akraba ve asl ve neslin seninle beraber i’dam olmasından, binler derece Cehennem’den ziyâde senin ruhunu ve kalbini ve mâhiyet-i insaniyeni yandırır. Çünkü Cehennem olmazsa, Cennet de olmaz. Herşey senin küfrün ile ademe düşer. Eğer sen Cehennem’e girsen, vücûd dâiresinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet’te mes’ud veya vücûd dâirelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek, herhâlde Cehennem’in vücûduna tarafdar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak, ademe tarafdar olmaktır ki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır. Evet Cehennem ise, hayr-ı mahz olan dâire-i vücûdun Hâkim-i Zülcelâlinin hakîmane ve âdilane bir hapishâne vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcûd ülkesidir. Hapishâne vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya âid hizmetleri var. Ve zebâni gibi pek çok zîhayatın celâldarane meskenleridir.

İkinci Nükte: Cehennem’in vücûdu ve şiddetli azâbı, hadsiz rahmete ve hakîki adâlete ve israfsız, mîzanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adâlet ve hikmet, onun vücûdunu isterler. Çünkü, nasıl bin ma’sûmların hukukunu çiğneyen bir zalimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adâlet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zâlimi afvetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer biçârelere yüzer merhametsizliktir. Aynen öyle de; Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esmâ-i İlâhîyenin hukukuna inkâr ile tecâvüz, hem o esmâya şehâdet eden mevcûdâtın şehâdetlerini tekzib ile hukuklarına tecâvüz ve mahlûkatın o esmâya karşı tesbihkârane yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecâvüz ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücûdu ve bekası olan tezâhür-ü Rubûbiyet-i İlâhîye’ye karşı ubûdiyetlerle mukabelelerini ve âyinedarlıklarını tekzib ile hukukuna bir nevi tecâvüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinâyet, bir zulümdür ki afva kabiliyeti kalmaz,

âyetinin tehdidine müstehak olur. Onu Cehennem’e atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz da’vâcılara hadsiz merhametsizlikler olur. İşte o da’vâcılar Cehennem’in vücûdunu istedikleri gibi izzet-i Celâl ve azamet-i Kemâl dahi kat’i isterler.

Evet, nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecâvüz eden bir adam oranın izzetli hâkimine dese: “Beni hapse atamazsın ve yapamazsın.” diye izzetine dokunsa, elbette o şehirde hapis olmasa da o edebsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak. Aynen öyle de; kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celâline şiddetle dokunuyor. Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor. Ve kemâl-i rubûbiyetine tecâvüzüyle ilişiyor. Elbette Cehennem’in pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mûcibesi ve vücûdunun hikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennem’i halketmek ve onları içine atmak, o izzet ve celâlin şe’nidir.

Hem mâhiyet-i küfür dahi Cehennem’i bildirir. Evet nasıl ki îmanın mâhiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir Cennet-i husûsiye şekline girebilir ve Cennet’ten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de; Risâle-i Nur’da delilleriyle isbat ve baştaki mes’elelerde dahi işâret edilmiş ki; küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifakın ve irtidâdın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve ma’nevî azabları var.. eğer tecessüm etse, o mürted adama bir husûsi Cehennem olur. Ve büyük Cehennem’den bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakîkatcikler âhirette sünbüller vermesi noktasından, bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işâret eder. “Ben onun bir mâyesiyim.” der. “Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir husûsi nümûnesi, benim meyvem olur.”

Mâdem küfür hadsiz hukuka bir tecâvüzdür.. elbette hadsiz bir cinayettir. Öyle ise hadsiz bir azaba müstehak eder. Mâdem bir dakika katl, on beş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adâlet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür; elbette bir küfür bin katl kadar olması cihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azab çekmesi, o kanun-u adâlete muvafık geliyor. Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki trilyon sekiz yüz seksen milyara yakın dakikada azaba müstehak ve

 sırrına mazhar olur. Her ne ise…

Kur’ân-ı Hakîm’in Cennet ve Cehennem hakkındaki mu’cizane îzahatı ve Kur’ân’ın tefsiri ve ondan gelen Risâle-i Nur’un Cennet ve Cehennem’in vücûdlarına dâir hüccetleri, daha başka beyâna ihtiyaç bırakmamışlar.

3- veyetefekkeru

gibi pek çok âyetlerin ve başta Resul-i Ekrem (A.S.M.) ve umum peygamberler ve ehl-i hakîkatın, her vakit duâlarında, en ziyâde:

ve vahy ve şuhûda binâen onlarca kat’iyyet kesbeden Cehennem’den “bizi hıfzeyle” demeleri gösteriyor ki; nev’-i beşerin en büyük mes’elesi Cehennem’den kurtulmaktır. Ve kâinatın pekçok ehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakîkatı Cehennem’dir ki; bir kısım o ehl-i şuhud ve keşif ve tahkik onu müşâhede eder. Ve bir kısmı tereşşuhâtını ve gölgelerini görür, dehşetinden feryad ederler. “Bizi ondan kurtar” derler.

Evet, bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziyâ-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünkü şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakîkatı, bin hakîkat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücûd bulur. Cehennem’siz Cennet’in pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyâsen, herşey bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakîkatı, sünbül verip çok hakîkatlar olur. Mâdem bu karışık mevcûdât dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki hayır, lezzet, ışık, güzellik, îman gibi şeyler Cennet’e akar. Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem’e yağar. Ve bu mütemâdiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur. Kerâmetli Yirmi Dokuzuncu Söz’ün âhirindeki remizli nüktelerine havâle ederek kısa kesiyoruz.”

Bu iktibasta bold (koyu) harfle dikkat çektiğimiz “nev’-i beşerin en büyük mes’elesi Cehennem’den kurtulmaktır” cümlesi üzerinde de bilhassa dikkatle durmak, düşünmek ve iç muhasebede bulunmak gerekir. Bir anket yapmak imkânı olabilse, yedi milyardan fazla olan dünyadaki insanların âkil bâliğ (akıl sahibi olarak mesul) olanlarının acaba ne kadarı, en büyük meselesinin ne olduğunu bilmekte ve ona göre yaşamaktadır? Bilhassa, futbol hastalığını “21. Asrın Cahiliyeti”nin yaygın misallerinden biri olarak “putperestliğin hortlaması ve bâtıl bir din” gibi devam ettiren her yaştaki aşırı fanatik âkil-bâliğ (?) insanların hakikî insaniyetle alâkalarını çok ciddî şekilde sorgulamaları gerekmiyor mu?

“Cehennemden kurtulmak” meselesinin önemini biraz daha iyi anlayabilmek için, cehennemin ne olduğuyla ilgili âyetler ve hadislere dikkatimizi çeken vimeo.com/72476835 internet linkiyle açılan videoyu baştan sona kadar seyretmeğe çalışmak da, belki bu mevzuda daha fazla intibaha gelmeye yardımcı olabilir.

Pros. Dr. Mustafa Nurku

www.NurNet.Org