İnsanın Yüzüne Dikkatle Bakar Mısınız?

Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân ismini tamamıyla gösterir bir sûrette yaratmıştır.

Hadis

            İnsanların yüzüne baktığınızda Hz. Âdem’den günümüze kadar belki de sonsuza kadar kulak, burun, göz, kaş, kirpik, saç, dudak ve dil gibi nice organların sayısında ve şeklinde benzerlikler olduğu gibi aynı zamanda kişiye özel farklılıkların olduğu da görülür.

Görme, işitme, koklama ve tat alma duyuları da farklılıklar gösterir. Bunları yapan Sanatçı, her birini farklı farklı yaratmış ve kendine özel, taklit edilemez imzasını, her birinin üzerine tek tek, hem de hepsinin üstüne topluca atmıştır.

*Eşya, vücut ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birden bire gayet muntazam, hakîmâne öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki, meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebnâ-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i farika o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla, kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder.

Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîmin vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir. (SÖZLER, 30.Söz)

*Senin yüzün, veçhin o kadar küçüklüğüyle beraber, geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alametleri havi olduğu gibi, yüzünü teşkil eden esas ve erkanında da bütün insanlar ittifaktadır. Bütün insanlarda, biri tevafuk, diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehalüf ciheti Saniin muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Saniin Vahid-i Ehad olduğuna delalet ederler. Bu iki cihetin bir Kasıdın kasdıyla, bir Muhtarın ihtiyarıyla, bir Müridin iradesiyle, bir Alimin ilmiyle (M.NURİYE, Zerre)

Parmak izi gibi yüz şekli de kişiye özeldir. İnsanların genetik şifreleri bugün için çözüldü, insanlar arasında genetik şifrelerin %99,5 oranında aynı olduğu görüldü. Farklılık yalnızca %01 likdir. Binde bir farklılıkla bu kadar farklı insanı yaratan güç, ancak İlahi bir güç olabilir.

            İnsanda görülen farklı sanatların düzenlenmesi için ayrı ayrı araç ve gereçlere, malzemelere gereksinim vardır. Kemik yapısı, yüz kasları, damar ve sinirleri, gözü, kaşı, kirpiği, saçı, dudağı ile derisi gibi parçaları vardır. Onların toplanması, bir araya getirilmesi, vücudun içerisine konulması, yerleştirilmesi bir düzen gerektirir. Onların her biri devamlı çalışan ayrı ayrı tezgâhlar gibidir. Ve onlar kendi kendine de çalışamaz, idare edilmelerine de ihtiyaç vardır.

*insanın simasına bak, gör ki: Zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük simada, âzâ-yı esasîde ittifakla beraber, herbir sima, umum simalara nispeten, herbirisine karşı birer alâmet-i farikası var olduğu kat’iyen sabittir. Bunun için, herbir sima ayrı bir kitaptır. Yalnız san’atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve telif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan herşeyi derc etmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister. Onlar imhâ edilmez; onlar da idare ister. (LEMALAR, 23.Lema)

            İnsanın yüzü; Yaratıcısının bir ve tek olduğunu anlatan en güzel bir mektuptur. Hz. Âdem zamanından kıyametin kopmasına kadar geçmiş ve gelecek bütün insanların yüzü birbirine benzemiyor. Her bir yüze diğerinden ayrı olma özelliğini koymayan ve insan yüzüne, bir ve tek olan Yaratıcıya ait mührü vuramayan kimse böyle bir yaratmaya kalkışamaz. O, ise ancak Allah olabilir.

            Evet, bütün insanların hepsini tanıyan, bilen bir zat böyle bir mührü insan yüzüne sonsuz ilmiyle vurabilir. Çünkü insanlar göz, kulak, ağız gibi esas uzuvlarda birbirine benzerlerken kişinin kendine ait özellikleri taşımasıyla da birbirinden farklı yaratılmışlardır. Birbirine benzeyen bu insanların Yaratıcılarının da aynı olduğu, bir ve tek olduğu anlaşılır.

İnsan hukukunun korunması açısından yüzlerin birbirine karışmaması için birbirinden farklı yaratılmaları gerekir. Bunu da ancak tek ve bir olan Yaratıcının iradesi ve istemesinden başka bir güç yapamaz. Bu Yaratıcıyı gösteren öyle bir imzadır ki bütün insanları, hayvanları ve evreni yaratan Allah’ dan başkası o imzayı atamaz.

*İnsanın yüzünde… Belki insanın yüzü öyle bir sikke-i ehadiyettir ki, Âdem zamanından tâ kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün efrad-ı insaniye birden nazar-ı mütalâasında bulunmayan ve herbirine karşı o tek yüzde birer alâmet-i farika koymayan ve o küçük yüzde hadsiz alâmet-i farika bırakmayan bir sebep, birtek insanın yüzündeki hâtem-i vahdâniyete icad cihetiyle el uzatamaz.

Evet, insanın yüzüne o sikkeyi koyan Zat, elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın siması göz, kulak, ağız gibi âzâ-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile hiçbirisine tamam benzemez. Nasıl ki o simada göz, kulak gibi âzâların umum efradında birbirine benzemesi, o nev-i insanın Sânii bir ve vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de, hukuk-u insaniyenin muhafazası için sair envâın fevkinde olarak o simalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni-i Vâhidin iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki, bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halk etmeyen bir zat, bir sebep, o sikkeyi koyamaz. (LEMALAR, 30.Lema)

            Kur’an’ da Allah’ın Rahman ve Rahim isimleri 114 kez tekrarlanır.

RAHMÂN: “Bütün yarattıklarına sayısız nimetler ve rızıklar veren, onların ihtiyaçlarını gören ve yarattıkları hakkında hayır ve rahmet dileyen Allah”.

RAHÎM: “Yarattıklarına merhamet eden, acıyan ve şefkat gösteren Allah” anlamlarını taşırlar.

Evet, bu dünyada görülen rahmetin sınırları çok geniştir fakat bu asıl rahmetin, ancak yüzde biri kadarıdır. Çünki Selman-ı Fârisi (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:“Allah’ın yüz rahmeti var. Bunlardan biriyle mahlûkat kendi aralarında birbirlerine merhamet gösterirler. Doksan dokuz rahmet de kıyamet günü içindir.”(Müslim, Tevbe 20)

Rahman ve Rahim isminin ne olduğunu anlamak için insana iyice bakabilirsiniz. Bu isimleri evrende en güzel yansıtıp gösteren insandır. Rabbimizin, bunlar dışındaki bütün güzel isimlerinin yansımalarını da insanda görebilirsiniz.

İnsan, rabbinin varlığını, birliğini ve kimseye muhtaç olmadığını gösteren en güzel aynadır. Ona iyi bakarsanız Rahman isminin tecellilerini çok yakından görebilirsiniz. O rahmettir ki bütün evrenin yüzünü insana döndürür, ona baktırır ve onun yardımına koşturur. O rahmettir ki şu ölümlü insanı ölümsüzlüğe aday yapar, onu ezeli ve ebedi zata dost eder. Kâinattaki her şeyi insanın çevresinde toplayıp bütün gereksinimlerini tam olarak karşılayan ve ona sanki koşarak gibi gönderen rahmettir.

Yaratılmış tüm varlıklarına yardım ellerini insana uzattıran yine o rahmettir. Bütün bunlar insanın rabbi yanında ne kadar önemli olduğunu gösterir. Kâinatın perdesi arkasından bir Kadir-i Mutlak onu biliyor, tanıyor, seviyor ve merhamet ediyor. O da kendisinin bilmesini insanlardan bekliyor. Çünkü Yaratacı, insanın aklıyla, mantığıyla, vicdanıyla ve kalbiyle kendisini bulmasını istiyor ve ondan da bekliyor.

            Bediüzzaman, Kuran’da sıkça geçen Rahman isminin insana bakan yönü üzerinde teferruatlı bir şekilde durmuştur.

*bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muâvenetine koşturan, bilbedâhe, rahmettir…. Ve bu fânî insanı ebede namzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir. (LEMALAR, 14.Lema)

*Evet, kâinatın envâını hikmet dairesinde insanın etrafında toplayıp bütün hâcâtına kemâl-i intizam ve inâyet ile koşturmak, bilbedâhe, iki hâletten birisidir:

Ya kâinatın herbir nev’i kendi kendine insanı tanıyor, ona itaat ediyor, muâvenetine koşuyor. Bu ise, yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intâc ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir Sultân-ı Mutlakın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahut, bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlakın ilmi ile bu muâvenet oluyor. Demek kâinatın envâı insanı tanıyor değil; belki, insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.

Ey insan, aklını başına al! Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muâvenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine “Lebbeyk!” dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?

Mâdem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor; sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fânî, küçük bir mahlûka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.(SÖZLER, 1.Söz, 14.Lema 2. Makam)

* Evet, şems ve kameri, anâsır ve maâdini, nebâtât ve hayvanâtı bir nakş-ı âzamın atkı ipleri gibi, o bin bir isimlerin şuâlarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebâtî ve hayvanî olan umum vâlidelerin gayet şirin ve fedâkârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevi’l-hayatı, hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rubûbiyet-i İlâhiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı âzamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhâr eden o Rahmân-ı Zülcemâl, elbette kendi istiğnâ-i mutlakına karşı rahmetini, ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. (SÖZLER, 1.Söz,14.Lema 2. Makam)

*Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i mâneviyesinin sîmâsında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmâsındaki sikke-i merhamet ve kâinat sîmâsındaki sikke-i uzmâ-i rahmetten daha aşağı değil. Adetâ bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyeti var.

*Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu sîmâyı veren ve o sîmâda böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden Zât, seni başıboş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın, hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vecihle noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziyâ gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ! (LEMALAR, 14.Lema)

*İnsan, ism-i Rahmânı tamamıyla gösterir bir sûrettedir. Evet, sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, kâinatın sîmâsında bin bir ismin şuâlarından tezâhür eden ism-i Rahmân göründüğü gibi ve zemin yüzünün sîmâsında rubûbiyet-i mutlaka-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezâhür eden ism-i Rahmân gösterildiği gibi, insanın sûret-i câmiasında, küçük bir mikyasta, zeminin sîmâsı ve kâinatın sîmâsı gibi yine o ism-i Rahmânın cilve-i etemmini gösterir demektir

*Muhakkak ki Allah, insanı Rahmân ismini tamamıyla gösterir bir sûrette yaratmıştır. (Buhârî, İstizân: 1. Bâb; Müslim, Birr: 115, Cennet: 28, Müsned, 2:244, 251, 315, 323, 434, 463, 519. Kaynaklarda “Kendisini tamamıyla gösterir bir sûrette” şeklinde geçmektedir.)

*Zât-ı Rahmânirrahîmin delilleri ve aynaları olan zîhayat ve insan gibi mazharlar….

*İnsanda sûret-i Rahmân var”(SÖZLER, 1.SÖZ, 14.Lem’anın 2. Makamı)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.org