İnsanlık “Dinsiz” Kalamaz!

Dindar Cumhuriyet kitabının yazarı İbrahim Ethem Deveci, Bediüzzaman’nın İslamiyet’i siyasal bir ideoloji gibi algılamadığını belirterek “Said Nursi, İslamiyet’in yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet, ahret ve fazilet; yüzde biri ise siyasete bakar. Onu da bu işle uğraşanlar düşünsün, diyor.” dedi.

İbrahim Ethem Deveci, Birand Yapım’ın hazırladığı “Bediüzzaman’ın Entelektüel Hayatı” konulu belgesele Said Nursi’nin Cumhuriyet ve laikliğe bakışı hakkında özel açıklamalarda bulundu. Deveci, “Bediüzzaman, dini bir araç olarak kullanmadı. Bediüzzaman dini araçsallaştırıp, onunla siyasi, ekonomik bir sonuç elde etmeyi kendisine yakıştırmaz. O sadece Kur’an’ın bu asra bakan mesajlarını, iman hakikatlerini insanlara ders verir. Aynı zamanda kendisi de ders aldığını ifade eder.” diyerek Moralhaber.Net’e Said Nursi’nin Cumhuriyet hakkındaki düşüncelerini şöyle anlattı:

Dine ideolojik bakmak onun sınırlarını daraltmak ve yorumlardaki çoğulculuğu engellemek anlamına da gelebilir. Doğrunun birçok boyutu olabilir ve hepsi de İslamiyet’in içinde kendine yer bulabilir. İdeolojik bakış bu zenginliğe engeldir ve özünde dayatmacı bir mahiyet taşır. Bediüzzaman’ın iktidarı ele geçirmek gibi bir niyeti, gizli veya açık bir programı yoktur. İnsanları imana, ahlaka, fazilete, ibadete davet etmektedir. Onlara hürriyetin insan olmanın vazgeçilmez bir özelliği olduğu, dünyevi mutluluk ve gelişmenin özgürlükçü, demokratik yönetimlerle mümkün olduğunu anlatmaktadır. Kendisini de dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlamaktadır.

Bediüzzaman her kavramı vahiy ekseninde algılar ve tanımlar

Deveci, Bediüzzaman’ın cumhuriyet anlayışını özgürlüğün kurumsallaşmış hali olarak tanımlayarak şunları kaydetti: “Üstat her kavramı vahiy ekseninde algılar ve tanımlar. ‘Hürriyet-i şeriyye yani insaniyete layık olan en yüksek kamalata olan meyil ve arzu ile cihazlanmış olmak.’ Özgürlük insanın kalitesi ile doğru orantılıdır. Mükemmel insan olmak aynı zamanda özgür bir insan olmaktır. Bediüzzaman’a göre insanın varlığının derinliklerinden gelen hürriyet arzusu insani ve İslami bir duygudur.

DİNDAR CUMHURİYETİN TEMEL KARAKTERİ

Bugüne kadar hürriyetin tanımlarında iki unsur dikkate sunuluyordu. Birisi kanunlarla korunan hürriyetler ve kanunların izin verdiği ölçüde hürriyet. Diğeri kişinin diğer insanlara zarar vermeksizin istediğini yapabilmesi. Bediüzzaman bunlarla beraber nefsin boyunduruğu, esareti altına girmemeyi ve böylece kendi mükemmel varlığına zarar vermemeyi de hürriyet olarak tanımlıyor.” diyen Deveci, Bediüzzaman’a göre dindar cumhuriyetin temel karakterini 10 maddede anlattı:

  1. Keyfi değil kanuni, hukuki yönetim.
  2. Herkesin kanun önünde eşit olması; imtiyazsızlık
  3. Parlamentolu sistem, kararların meşveretle alınması.
  4. Anayasal rejim, kurumların siyasi ve hukuki statüsü ve sosyolojik derinlik uyumu
  5. İktidarın millet tarafından seçimle oluşturulması
  6. Meclis hürriyeti, özgür bir istişare ortamı
  7. Şahsi menfaatlerden önce kamu menfaati (hukukullah hükmünde)
  8. İnsan fıtratına uygun marifet, muhabbet, doğruluk hâkim olmalı. Bu sosyopsikolojik zemin.
  9. Kamuoyunun iktidarları denetleyebilmesi, hesap sorabilmesi
  10. Hakkın hâkimiyeti. Kuvvet haktadır. Hukukun üstünlüğü asıldır, üstünlerin hukuku değil.

Deveci, sözlerine şöyle devam etti: “Bediüzzaman farklı yorumlanabilecek meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi, anayasal düzen gibi kavramların nüanslarından ziyade temel karakterlerini vurgular.” diyerek “Hepsini birbirinin yerine kullanır. ‘Cumhuriyet ve demokratlık manasındaki meşrutiyet ve kanun-u esasi denilen adalet ve meşveret ve kanunda cem-i kuvvet. ‘Cumhuriyet ki: (O zaman meşrutiyet. Şimdi o kelime yerine cumhuriyet konulmuş) adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Bir nokta daha var ki çok önemlidir: Müslümanların içinden çıkmış bir hükümete hükümet-i İslami diyen Bediüzzaman İslami kavramını değişik ve alışık olunmayan bir şekilde kullanıyor. Buradan anladığımız kadarıyla en geniş anlamıyla Müslümanların yönetimi temel dini hükümlere aykırı olmamak kaydıyla İslami’dir.

BEDİÜZZAMAN’IN LAİKLİĞE BAKIŞI

Bediüzzzaman’ın laikliğe bakışı açısı pek çok kişi tarafından bilinmemektedir.” diye konuşan Deveci, Said Nursi’nin laiklik konusundaki düşüncelerini şöyle özetledi:

“Bediüzzaman, Kur’an’daki ‘Dinde zorlama ikrah yoktur’ ayetinin bu zamana baktığını ve önemli vurgular içerdiğini ifade eder. Bu ayet İslam âleminde asırlarca farklı dinlerin ve milletlerin medeni haklarının garantisi olmuş ve bu farklı unsurlar bir arada rahatça yaşamışlardır. Bediüzzaman bu ayetin cifir hesabıyla 1930’lu yıllara baktığını izah eder ve der ki; ‘bu ayet mana-yı işarisiyle der; o tarihte dini dünyadan tefrik (ayırma) ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silahlı cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-i esasi, bir düstur-u siyasi oluyor ve hükümet laik cumhuriyete döner.’ (Asay-ı musa meyve risalesi 11.mesele) Din ve vicdan hürriyeti dünyada genel kabul görür ve bir üst hukuk normu olarak kabul edilir. Hükümetler laik bir nitelik kazanır. Böylece din için silahlı savaş anlayışı sona erer. “

BEŞER DİNSİZ KALAMAZ

Deveci, sözlerine şöyle devam etti: “Dünya İslamiyet’in asırlardır uyguladığı din ve vicdan hürriyeti anlayışına yaklaşır. Çünkü Ortaçağ’da kilise tahakkümü altındaki Avrupa’da fikir hürriyeti yoktu. Fikir ve vicdan hürriyeti din adına engelleniyordu. Tahrif edilmiş Hristiyanlığın yorumları mutlak gerçek olarak insanlara dayatılıyor ve kilise engizisyon mahkemeleri ve aforoz mekanizmasıyla insanları adeta boğuyordu. Avrupa’da din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması ve kilise tahakkümünün yıkılması ve ladinilik akımlarının meydana gelmesi bu sebepledir. Sonuçta pozitivist ve Materyalist akımların da etkisiyle, Avrupa insanının dinden kopuk, seküler bir hayat tarzını benimsemesi, hakikati daha rahat görerek, tevhit dinine yaklaşmalarını da sağlamıştır. “Beşer dinsiz kalamaz” hükmü gereği, kilisenin baskısından kurtulan Avrupalının hak dini kabulünün önündeki engeller azalmıştır.

Özgürlüğün ve gerçeği araştırma meylinin yaygınlaşması ölçüsünde, papazların ve ruhanî reislerin tahakkümlerinin sona ermesi veya azalması Bediüzzaman’a göre İslamiyet’in kabulü açısından uygun bir ortam sağlamaktadır. Bediüzzaman bu zikredilen ayetin işaretinden hareket ederek, artık – harici düşmanın saldırısı olmadığı sürece – din için silahlı cihat devrinin kapandığı yorumunu yapar. “Düşmanlarınızın seyyiâtı (kötülüğü)—tecavüz olmamak şartıyla—adavetinizi (düşmanlığınızı) celbetmesin” ifadesi de bu anlama gelmektedir.

Bediüzzaman ecnebilerdeki düşmanlık ve taassubun ortadan kalkmakta olduğunu, medeni insanların ikna metoduyla gönlünün kazanılacağını, zorlamadan, İslamiyet’in ulviliğini ve kutsiyetini dikkatlere sunarak, ona ait güzel ahlakı yaşantımızla göstermemiz gerektiğini ifade eder.

LAİKLİĞİN TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMASI PROBLEMLİDİR

Bu ifadelerden fikir ve vicdan hürriyeti çerçevesinde tatbik edilecek bir laiklik anlayışının ipucunu veren Bediüzzaman bundan böyle ‘iman-ı tahkiki kılıcıyla manevi bir cihad-ı dini’ döneminin başladığı yorumunu yapar. Ona göre Kur’an’ın elmas kılıçları ilim ve fennin hükmettiği bu modern çağlarda fikri ve dini hâkimiyetini gerçekleştirecektir.

Laikliğin Türkiye’de uygulanması problemlidir. Batı’da din ve vicdan hürriyetinin temini mücadelesi sonucunda ortaya çıkmış bir kavram olan laiklik ülkemizde dine karşı, dine yer vermeyen bir hayat tarzını dayatma aracı olarak kullanılmıştır. Buna karşı Bediüzzaman Said Nursî de: “Lâik cumhuriyet, dinî dünyadan ayırmaktır. Yoksa dinî reddetmek ve bütün bütün dinsizlik olmadığını biliyoruz. Laiklik dine karşı tarafsız kalmaktır. Eğer lâik cumhuriyeti soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik manası bîtaraf (tarafsız) kalmak, yani hürriyet-i vicdân düstûruyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişilmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişilmez bir hükümet telâkki ederim” demektedir.

BATI’DA HAKİM FELSEFE İKEN DOĞU’YU AYAĞA DİN KALDIRACAKTIR

Öncelikli olarak bu tarafsızlığın sağlanmasını ister. Tarafsızlık laikliğin asgari şartıdır. Bediüzzaman bu tarafsızlığın yanında ve ötesinde İslamiyet’e taraftarlığın da ülkemiz için sosyokültürel bir zorunluluk olduğunu dile getirir. Çünkü ona göre Asya ve Doğu, Batı’ya benzemez. Batı’da hâkim felsefe iken doğuyu ayağa kaldıracak dindir. Dolayısı ile İslam âleminin gelişmesi din dışlanarak sağlanamaz. Bilakis dinin aktif hale getirilmesi ile sağlanır.

Devlet, hangi dinden ve etnik kökenden olursa olsun vatandaşlarının dinle ilgili taleplerini dikkate almalıdır. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olarak ifade edilen Türkiye’de, Müslüman milletin kendi inançlarıyla ilgili talepleri mutlaka dikkate alınmalı, devlete düşen ilgili hizmetler yerine getirilmelidir. Devlet millet içindir, milletin ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Milletimiz kendisini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Toplumun bu ön önemli aidiyet duygusunu görmezden gelerek kendini konumlandırması mantık dışıdır. Bu açıdan; devlet en azından dinin gerek fert, gerekse toplumsal anlamda yaşanmasına engel olacak düzenlemelere asla girmemelidir.

Dursun Kabaktepe / www.moralhaber.net

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: