İslama Davet Etme Hassasiyeti

İslâm’a davet nasıl olur? İnsanları İslâm dinine davet ederken, nasıl bir üslûp, bir metot takip etmek icap eder diye soru yöneltenlere, bazı kaideleri tavsiye etmek istiyorum. İlk önce imkân dairesinde kendimizi zorlayıp, Allah’ımızı sıfatları ile tanımak için asrımızın ihtiyaçlarına cevap veren Kur’an tefsirlerini, yani Risale-i Nur Eserlerini bol bol okuyarak  imanımızı kuvvetlendirmeliyiz. Ondan sonra büyük mucize olan, kendi vücudumuzu incelemek için, yalnız dıştan seyretmek değil,  iç inceliklerini tanıtan kitaplardan bilgi edinmeliyiz. Artı kâinattaki yaratıklara baktığımız zaman, ne güzelmiş demekle kalmayıp, ne güzel yapılmış demek için, Yaratıcının kudret ve azametini anlamaya çalışmalıyız.

Böylece Allah’ımıza  karşı inancımızı ve bağlılığımızı pekiştirerek, kendimize hizmet için lazım olan enerjiyi temin etmiş oluruz. Ondan sonra biz bu enerji sayesinde hısım ve  akrabalarımızdan başlayarak, komşularımıza ve iş çevremizde görüştüğümüz kimselerin de imanlarını kurtarmağa çalışabiliriz. Bu vazifeyi yaparken onlara, güler yüz ve tatlı sözle yaklaşacağız. Bu şekilde onlara, kendilerini sevdiğimizi kabul ettireceğiz. Ondan sonra kendimize acaba filan kardeşle nasıl ve nerede görüşebilirim diyerek düşüncesi ile, hayatımızı sürdüreceğiz. Bunu kendimize vicdani bir borç bilip, devamlı kardeşlere bir şeyler verebilme gayreti içerisinde olacağız.

Tanışıp samimi olduğumuz kardeşlerle görüştüğümüz zaman, sohbetimiz başka konularda olsa bile, İnsan için en büyük mesele olan iman meselelerini daha çok mevzu edinip, karşımızdakinin kafasında birikmiş olan şüphelerini gidermeye çalışacağız. Bunda başarılı olmamız için ve İslam’a davet etme hizmetini becerebilmek için de Allah’a karşı samimi olacağız. Yani bunu yaparken hiçbir maddi menfaat düşünmeden, sırf Allah rızası için o vazifeyi yapabilme gayretinde olursak, beklediğimiz neticeyi daha iyi elde etme imkanını sağlamış oluruz.

Başka değil bunun ehemmiyetindendir ki Bediüzzaman hazretleri  yirminci Lem’a olan İhlâs Risalesini, laakâl (En azından) on beş günde bir defa okumayı tavsiye ediyor.

Evet! Samimiyetsiz hiçbir  meseleden netice alınamaz. Hele o mesele dini meselelerden biri ise, onu anlatan efendinin o meselede samimiyeti derecesine göre faydalanma çoğalır. Ondan sonra o ihlâslı zattan dinlenilen sözlerin tesiri, dinleyenin her işinde kendini göstermeye başlar.

Evet! Bir Müslüman’ın Allah’a karşı samimi olup imanının gelişmesi nispetinde, fedakârlığı gelişir. O zaman o insan cimrilikten kurtulup cömert olur. Ücret dağıtılırken kendini arkaya atıp din kardeşlerini öne sürer, hizmet icap ettiği yerde, başkasını değil, kendisini öne atar. İşte bu Müslüman kardeşimiz, bu şekilde  fedakârlığın mükemmel bir örneğini ortaya sermiş olur.

Bunu daha iyi izah etmek için çok mükemmel  bir misal vereyim:

Mübarek bir zata biri sorar? Muhterem, Müslüman ve Müslüman olmayanı nasıl tanıyacağız: O zat fırlayıp dizleri üzere çöker ve der: Sen ile ben yalınız menfaatimizi gözeterek çalışırsak o hal Mülüman olmamamızın alametidir. Eğer ben senin menfaatini sende benim menfaatimi gözeterek çalışırsak işte bu Müslümanlıktır. Anladık değimli Müslüman nasıl fedakâr olacak.

Bilhassa, herkes maddi menfaatin peşine koştuğunu gördüğümüz bir zamanda, böyle bir fedakârlıkta bulunabilmenin tesiri de, tabii ki ona göre olur. Maddeye tok olan gözlere insanların hasret olduğu bir devirde, o güzel haslete, böyle bir gayrete sahip olabilen bir kimse, çok kimse için  mükemmel bir örnek teşkil ederek sözleri her tarafa ışık saçar.

Şunu da unutmamalıyız ki, “hayırlı işlerin çok muzır manileri (engelleri) olur, şeytanlar o hizmetin hadimleri ile (hizmetçileri ile) çok uğraşır.” İşte böyle bir zamanda yaşayan bir insan çevresinde dizilmiş türlü türlü cazibeli engellerden kendini kurtarabilmesi için, bilgili ve imanı sağlam olması lazımdır. Çünkü bu kadar hislerini ve menfaatini okşayan maddi sebepler peşin para gibi karşıda dururken, onları bir tarafa bırakıp, başkasını faydalandırma peşine koşmak ancak alınan sağlam bilgi neticesinde sarsılmaz bir imanla olabilir.

Bakın nasıl bir devirde yaşıyoruz? İki ay önce birisine, maddi menfaat gözetmeden çalışmaktan bahsediyordum; o da öyle şey olmaz dedi. bir başkası da  sizin gibi biri de iddia etmişti, bir araştırdım hiçte dediği gibi çıkmadı. Evet Ahretteki ücretler bu dünyadaki ücretlere göre hiç kalır inancı insanların çoğunda sıfıra yakın bir mertebeye düştüğünden öyle diyebiliyorlar

Ona cevaben dedim ki, sağlam imanlı insanlar azaldı desen haklı olabilirsin, ama madde karşılığı beklemeden hiç kimsenin çalıştığına inanmam demen, Allah’a ve ahret gününe inanmamandan ötürüdür. Çünkü madde için değil de Allah rızası için çalışanlar âhirette yaşanacak mutluluğa ve azabı sonsuz bir hayata, inanman lazım ki, maddi menfaat beklemeden çalışıldığına inanasın. Bu inanç sende olmadığı için bana inanmaman senin için normaldir.  Halbuki senin dediğin doğru olması için haşa ve kella! Allah’ın olmaması lazım. Ahiret olmaması lazım. Hazreti Ademden bugüne kadar gelen 124.000 peygamberi inkâr etmen lazım. Allah tarafından insanlara inen 104 kitabı inkâr etmen lazım. Yeryüzünde ibadet etmek için yapılan ibadethaneler, kiliseler şöyle dursun, yalınız Türkiye’mizde yapılan 72.000 camileri yapanları akılsız olduklarını kabul ettikten sonra senin dediğin doğru olur. O da olmayacağına göre, sen öldükten sonra ki hayata inanmadığından ötürü bunu diyebiliyorsun dedim. Bu sözüme biraz kızdı ise de bu matematiksel bir gerçektir, bunun alternatifi yoktur.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org