İsraf İflah Etmez!

İsraf, saçıp savurmak, boş yere harcamak, kıymetli olanı kıymetsiz yerde kullanmak demektir. Bu yüzden müsrif, hem kendine , hem de başkasına zarar verir.

Müsrif, hem akılsız, hem de ahlaksızdır. En büyük zararı kendisine verir. Kötü örnek olur, zayıf karakterli ve bilinçsiz insanları da etkiler. Savurganlığı nisbetinde, insanların kızgınlığını, kırgınlığını ve nefretini kazanır..

İsrafın altında, bir kendini gösterme, merakı vardır. Başkalarına üstünlük taslama, varlığını görünür kılma, değersizliğini abartılı saçıp savurmlarla örtüp gizleme duygusu, israfı körükler.

İsraf, lüksün anasıdır. Dış dünyasını sun’i yıldızlarla süsleyenler, iç dünyalarının semasını yıldızsız bırakıp, hep karanlıkta kalanlardır. Daima, kendi bolluğu ve refahı adına; yoklukla, açlıkla, imkansızlıkla boğuşanları görmezden gelen, zalim bir gafletin anasıdır israf…

İnsanın içinde zaten var olan bu canavarı, Batı Medeniyeti besledi, büyüttü ve kışkırttı. İsraf, tüketim ekonomisiyle sıradan ve normal bir iş, hatta bir fazilet haline geldi. Topluma benimsetilen bu yanlış idrak sayesinde, artık utanılacak değil,övünülecek ve imrenilecek bir özellik haline geldi. Kazandığı bu itibar sebebiyle de, israf,artık dizginlenemez ve önüne geçilemez bir hale geldi.

Bu sonuçta, tabii ki basının da, çok mühim bir katkısı vardır. Zira,bir çok israfı, allaya pullaya reklam ve haber konusu yapıyor, dolayısıyla da, insanları müsrif olmaya özendiriyor. Basının verdiği genel mesaj, şöyle özetlenebilir:

“Eskiyi at, yeniyi al! Eskimeden at, ihtiyaç olmadan al! Daha çok, daha sık, daha lüks al! Al, al, al! At, at, al! At, al; al at!

Değerin, alabildiğinin değeri kadar…Alamayan değersizdir, hiçtir. İnsan oturduğu ev kadar, bindiği araba kadar, müdavimi olduğu lokanta kadar, kısacası harcadığı para kadar değerlidir.

Böyle düşündüren maddeci inancın mabedi, alış veriş merkezleridir. Parıltılı ihtişamlarıyla, hep alan, kazanan , oyalayan, çalıp çığıran, eğlendiren, hatta sömüren merkezler… Bir itibar kazandırdığı sanılan markalar dünyasına mahkum, modanın peşinde, modacının kulu kölesi olan insanlar…

Reklamlar, sanal ihtiyaç alanları oluşturuyor. Böylece, temel ihtiyaç maddeleri çeşitlendikçe çeşitleniyor, insanın olmazsa olmazı, dörtten dört bine çıkıyor, çıkarılıyor. Sürekli artan ve yenilenen ihtiyaçlarını ele geçirmekte zorlananlara, tüketim ekonomisi olmayan parayı harcama imkanı sağlıyor. Böylece ortaya, kredi kartları çıkıyor. Olmayanı harcayan müsrifler sebebiyle, günümüz ekonomisinin en tehlikeli kara deliği haline gelen kredi kartları…

Bu bencil yaşama biçimi, tamamiyle israf üzerine kuruludur. İsraf ise, dipsiz bir kuyu gibidir, sonu kapkaranlık, bir türlü görünmüyor. Fakat, görünen tek gerçek o ki, israf iflah etmiyor.

İsraf, nice bitmez sanılan serveti, hazır parayı bitiriyor. Bitmez, tükenmez sanılan birikimler, miraslar güneş görmüş buz gibi eriyiveriyor.

İsrafa bulaşmamak için, önce insanın dünyaya bakışını düzeltmek gerekiyor. Bu dünya sonlu ve sınırlı bir yaşama alanıdır. Devam eden bir yolculuğun mola yeridir. Bütün himmeti, emeği, gayreti buraya sarfetmek müthiş bir yanlıştır.

Bu yanlışta karar kılan insan, dünyanın bütün imkanlarını sadece kendisi içinmiş gibi bilir ve tüketir. Tabii ki böyle bir açgözlülükle menfaatine saldıran kişi, dünya ile birlikte, kendisini de tüketir.

Oysa ki bu dünya, sadece bize ait değildir. Bizden sonra geleceklere de, yetmesi gerekir. Yüce Yaratıcı’nın emrettiği gibi tutumlu yaşandığında, bütün zamanlarda herkese de yetecektir.

İsrafa dağlar dayanmaz; her hazırın bir tükeniş anı vardır.

Asıl yatırımı sonsuz ve sınırsız dünya için yapmak gerekir.

Bu sebeple Rabbimiz uyarır:

“-Yiyin, için ama israf etmeyin!”

Yiyip içmekte israfa kaçanlar, bir zaman sonra o israfın getirdiği fazlalıklardan kurtulma mücadelesi veriyorlar. Varlıklılar, yeme içme çokluğundan; yokluk içindekiler de, açlıktan perişanlık çekiyorlar. Zira,israf bencil yapıyor; bencillik de cimrileştiriyor. Böylece ortaya dengesiz bir dünya çıkıyor:

Bir yanda müsrifler, diğer yanda açlar. Sodom ve Gomore ahalisi, yiyemez oluncaya kadar yedikten sonra, kusma çukurlarına koşup midelerini boşaltıyorlar, sonra da, tekrar yemeye koşuyorlrdı… Ama o toplumda da açlar vardı…

Mevlana deyişiyle, bir yanda, içi boş lüks elbiseler, diğer yanda da elbisesiz adamlar… Şairler Sultanı’na göre de, “Başsız başsız adamlar!”

İmam Azam,devrinin en zengin adamı olarak, ne güzel der: “İsrafta hayır yoktur; hayırda da israf yoktur.”

Bu muhteşem Alim, taksitle bir şey almazmış. Sebebini soranlara da, “Benim, o kadar süre yaşayacağıma dair garantim yok” dermiş.

Asıl marifet, zenginken müsrif olmamaktır. Fakir zaten tutumlu olmaya mecburdur. Beş yıldızlı otellerin, lokantaların açık büfe ortamlarında israfa düşmemek ise, yiğitliktir.

Bollukta tutumlu olmak, nimetin devamına fiili bir duadır. Çünkü israf, nimeti nimet saymamak, küçümsemek , önemsiz ve değersiz görmek demektir.

Nimeti hor görmek ise, nimetin sahibini takdir etmemek demektir. Bu takdirsizlik ve kıymet bilmezlik, bazan itham ve iftira boyutlarına bile varabilir. Bu da, israf kötülüğünün , giderek inançsızlığı nasıl doğurduğunu gösterir.

Basit ve önemsiz sanılarak, takdir edilmeyen nimet israf edilir. İsraf , nimete fiili bir şükürsüzlüktür. Şükürsüzlük ise, Yüceler Yücesi’ne saygısızlık, sevgisizlik ve takdirsizliktir.

Her nimetin gönderen hanesinde tek isim vardır:

“-Allah (c.c.)”

Onun nasibettiği her şey, çok değerlidir. Değerli şeyler ise, israf edilmemelidir. Bizim sunduğumuz bir hediyeyi, kıymetsiz görerek, buruşturup çöpe atan bir insana, biz nasıl bakarız?

Rahmetli dedem, abdest alırken büyükçe bir tahta kaşık kullanır, suyun zerresini damlatmamaya özel bir özen gösterirdi.Çocuk yaşımızdayken, onun bu gayreti çok tuhafımıza giderdi. O da bize, Güzeller Güzeli’nin hadisini hatırlatırdı:

“-Bir ırmaktan abdest alırken bile,suyu israf etmeyiniz.”

Bütün büyükler,israftan kaçınmışlardır. Az eşya ile,çok sade yaşamışlardır.Maddi boyutları bakımından küçülenler,manevi boyutlarıbakımından büyümüşlerdir. Yani, “Beden inceldikçe,ruh kalınlaşmıştır.”

Osmanlı,manevi ihtişam döneminde mütevazı Topkapı Sarayı’nı, çöküş döneminde ise, Dolmabahçe Sarayı’nı yapmıştır.

Mana da derin ve zengin olan, madde de israflı yükseltilere tenezzül etmez.

Ancak, israfla cömertliği birbirine karıştırmamak gerekir. Cömertin varlığı elinde olur; onu HAKİKİ SAHİBİ adına tasarruf eder; müsrif kendini mal sahibi sanır, emanetçi olduğunu unutur, harcama kurallarını da kendisi koyar …

Müsrif,döke saça kendine harcarken mutludur;cömert başkasına verirken huzur bulur…Alışverişte sıkı pazarlık yapar ama, kazandığının birkaç katını sadaka ve yardım olarak sarfederken eli titremez, tam tersine yüreği sevinçlerle dolar. Mehmet Akif dedem, ne güzel örnektir bu hususta…Dostu Rıza Efendi onu şöyle anlatır:

“-O, ne yüksek bir insandı! Onun şahika-i faziletine erişmek ne mümkün! Fakir veya yetim bir çocuk görse, hemen kesesini boşaltırdı. Parası yoksa, ağlardı. Yardım için arkadaşını teşvik ederdi. Ahbabının kesesini kendi kesesi gibi, kendi kesesini de ahbabının kesesi gibi bilirdi.

Nazarında paranın hiç kıymeti yoktu. Elinden gelse,yeryüzünden fakirliği ve sefaleti kaldırırdı. İnsanlara karşı, o kadar hayırhahtı.”

Dünya, maddi bir israf çılgınlığı yüzünden krize düştü. Ancak, derin bir ekonomik kriz ile, tutumlu olmayı hatırladı. Ancak, kerhen hatırladığı tutumluluğu uygulaması, hiç de kolay değildir. Tutumluluk, bir alışkanlık ve eğitim işidir.

Bu sebeple, daha çocukluktan itibaren, yeni nesillere, israftan kaçma alışkanlığı kazandırılmalıdır. Mesela, çocukların, mutlaka bir kumbaraları olmalıdır. Almak istediklerini, hemen önlerinde bulmamalılar.

Eski eşyalarını biriktirmeyi ve onlarla yoksul yaşıtlarını sevindirmeyi düşünebilmeliler.

Yiyecekleri kadar yemek almalı; tabaklarında yemek bırakmamalılar. Meyveleri birbirlerine atacak malzeme olarak görmemeliler. Yemeğe Allah’ın adıyla başlayıp, doyduktan sonra da nimetin Sahibi’ne şükretmeyi unutmamalılar.

Büyükler, bu hususta da küçüklere mutlaka örnek olmalılar.

Müslüman evinde israf olmaz. Bu sebeple de, Müslüman’ın evinden çöpe pek az şey çıkar.

Zira orada karpuzun, portakalın, limonun kabuğu işe yarar… Yenen zeytinin çekirdeği tesbih olur. Bayat ekmek köfte olur. Ekşimiş yoğurt ayranlaşır. Eskimiş eşya görev değiştirir, işe yaramaya devam eder.

İsraf kalksa, ekonomik durum kendiliğinden düzelir, krizden eser kalmaz.

Evliliği, israfla başlayan gençleri, iktisada nasıl alıştıracağız? Gösterişli davetiyeler, orijinal nikah şekerleri, lüks salonlar, pahalı elbiseler , gelinlikler, yuvaya mutluluk getiremiyor; eşya işe yaramıyor.

Selamı da israf etmeyiniz, kelamı da… Alana veriniz selamı, dinleyene söyleyiniz…Söyleyeni dinleyiniz hayırsa…Eğer selamınız alınmazsa, siz alınız tekrar…Kelamınız boşa gidecekse, tutun çenenizi…Ne selam israf olsun, ne de kelam…

Sevginizi de, kalbinizde bastırarak israf etmeyiniz; sevilecek bunca güzel şey yaratmışken Rabbimiz…

Vehbi Vakkasoğlu

vehbivakkasoglu.com