Kainattan Halıkını soran bir seyyah

Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin Ayetü’l-Kübra Risalesi’nde, insanın zihnini hayalen kâinatın üstünde gezdirip zerreden şemse kadar küçük büyük ne varsa tevhide dair kör olmayan gözlere gösterip okutturuyor.

Ayetü’l-Kübra (Yedinci Şuâ)’nın hûlâsası şu cümle ile özetliyor, asrın müceddidi Bediüzzaman: “Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.”

Bediüzzaman, kâinatta ne kadar âlem varsa hepsinin üstünde Allah’ın birliğine işaret eden delilleri gösterip okutturuyor.

Ayetü’l-Kübra, büyük âyet anlamındadır. Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden her bir şey birer âyettir. Kur’ân’da geçen her kelime ve her bir cümle birer âyettir. Dolayısıyla kâinattaki her bir varlık, tevhidin birer delili olması cihetiyle birer âyettirler.

Ayetü’l- Kübra Risalesi tamamen Allah’ın varlığını ve birliğini ifade ettiği için müellif bu eserine Ayetü’l-Kübra ismi vermiştir.

Kur’ân Allah’ın ezeli ilminden süzülen bir rehberdir. Allah’ın bütün mülkünü ihata edecek bir kudrettedir. Bütün mevcudatı tarif etmekte ancak vahye dayalı bir özelliktir. Yani ezelî ve ebedî tercüme eden bir kelâmdır. Bir ucu maddî âlemde iken, diğer ucu Vacibü’l Vücud olan Allah’ın Zat-ı Akdesi ve sıfatlarındadır. Böyle şümullü bir kelâm elbette bünyesinde sonsuz ilim mevcuttur…

Bahse konu iddiayı tey’it eden âyetin mealinde: “Ne yaş, ne de kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir şekilde kitapta yazılmış olmasın” buyurmuş. (En’âm, 6/59)

Said Nûrsî Hazretleri, Şuâlar eserinde “Her bir âyetin mânâ mertebelerinde bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan her birisinin (hadisçe…..tâbir edilen) fürûatı, işârâtı, dal ve budakları vardır…” 1

Hadiste de belirtildiği gibi âyetin mana ve mertebeleri var ve bütün ilimler bunlardan çıkmıştır. Demek ki Kur’ân bütün ilimleri işarî ve remzî olarak içine alan şümullü bir kitaptır.

1400 seneden beri beş yüzden fazla tefsir yazıldığı halde, Kur’ân’ın hûlâsasına yetişilmemiştir. Bu da Kur’ân’ın ne kadar büyük ve ihatalı bir kitap olduğunu gösteriyor.

Teşbihte hata olmasın, Kur’ân’ın zahir manası ağacın kök ve gövdesi, onun remzi ve işarî manaları dal ve budakları olarak kabul edilirse, dal ve budaklar gövdenin uzağında bulunurlar. İşte Kur’ân’ın zahiri manasının yanında remzî ve işarî manalar uzakta görünürler. Ancak ilim ve feyiz ile elde edilebilir. Herkes aklıyla göremez, görmeyenlere uzak olur… Ancak bu yolun yoldaşı olan ilim ehli o incelikleri keşfedip görebilirler..

Kur’ân âyetlerinin remzi mana ile Risale-i Nurlar’a işaret ve beşaretleri uzak olup, herkesçe görülecek manalar değildir. Bunun için Bediüzzaman Hazretleri ”uzaktan bana göründü” ifadesi bu şekilde anlamak gerekir.

Yoksa uzak ve hayal ifadesi mümkün olmayan anlamında kullanmamış. İlmî ve remzî olduğu için herkes anlayamadığı için çoğunlukla insanlara uzak ve ulaşılması zor olduğu anlaşılıyor.. Ağacın kök ve gövdesinden uzak olan dal ve budaklar gibi…

Hûlâsa-ı kelâm: Konumuzu Bediüzzaman’ın bir sözü ile kapatmak istiyorum. “Ben de böyle fehmederim ki: Semavatta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı her biri birer âlemdir. Hattâ her bir insan dahi, küçük bir âlemdir. Rabbul âlemin tabiri ise, doğrudan doğruya her âlem, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetiyle idare ve terbiye ve tedbir edilir” 2 demektir.” Her bir varlığın üstünde Cenab-ı Allah’ın tevhit mührü vardır. Her bir varlık lisan-ı haliyle ”Lailaheilellah” diyor.

Rüstem Garzanlı
04.11.2019

Dipnotlar:

1- Şuâlar, Birinci Şuâ, Yirmi dördüncü âyet.

2- Mektubat, 26. Mektup 4. Mebhs. 1.si s. 352.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: