Kaos ve güzel

Kaos kelimesi lügatte evrenin düzene girmeden önceki hali olarak ifade ediliyor, bir kere bu tarif yanlış, yani evrenin üyeleri ve cüzleri bir inşaatın başlamadan önceki  etrafa yığılan daha sonra kullanılması gereken levazımın durumu gibi mi, evren önce tedarik sonra yapım gibi bir devre geçirmedi.

Bir bölüğün istirahata çekildikten sonra bir boru sesiyle herkesin yerine gelmesi gibi mi bu kaostan düzenli kainatın meydana gelmesi ve herşeyin yerli yerinde olması. Ama nasıl bir şey acaba sayısız layüadd ve layühsa olan varlık çeşitlerinin bir anda herkesin her şeyin yerine gelmesi en münasib yerde durması en yerinde işini yapması.

Şuanda herşey yerli yerinde, yerli yerinde olmak çok ciddi bir mimari sanat ve matematik ve geometri işi, her şeyin yerli yerinde olması gelmesi veya konulması, insan bedeninde herşeyin yerli yerinde olması vücut düzeninin gerektiği yerde olması, aynı şekilde evrende herşeyin yerli yerinde olması nasıl oldu. Yaratılış nöbetleşe mi yoksa hepsi  bir den mi, yaratılışta bir birliktelik var, güneş, bulut, su bitki, insan, hayvan hepsi birden olmalı mı yoksa biririni takib ederek mi ? garip ve acib bir mesele.

Bediüzzaman bu kaos denen yaratılış fotoğrafını yorumlarında güzele ve yerli yerindeliğe göre izah ediyor.

Birçok filozof şu evrenin şekli hazırını bir külli tasarıma ve akla dayandıramadığı için ona kaos demiş  kaotik demiş, veya müşevveşiyet.

Zeminin yüzünü yaz zamanında temâşâ edip görüyoruz ki, icâd-ı eşyada müşevveşiyeti iktizâ eden ve intizamsızlığa sebep olan nihayetsiz sehâvet ve bir cûd-u mutlak, gayet derecede bir insicam ve intizam içinde görünüyor. İşte zemin yüzünü tezyin eden bütün nebâtâtı gör.

Bediüzzaman karışıklığı, iç içeliği görmüş, karışıklık intizamsızlık demek, karışıklığı gideren  bolluk, mutlak cömertlik karışıklığı engelliyor, asıl karışıklığı gideren bu  karışık şeyler arasında intizam  parelellikleri kuran insicam ve intizam, zahiri karışıklık nasıl bunlarla cömertlikle, bollukla, herkesi razı etmiş tatmin etmiş, sonra bu kalabalık bir düzenle yaşamakta işte müşevveşiyet ve topyekün güzellik bunu gör diyor, karışıklık değil tezyinat ve süs ve güzellik bunları gör diyor. Çok büyük bir kuşatıcı tefekkür gözü ile bakılmış.

Hem, mîzansızlığı ve kabalığı iktizâ eden icâd-ı eşyadaki sürat-i mutlaka dahi kemâl-i mevzuniyet içinde görünüyor. İşte, zemin yüzünü süslendiren bütün meyvelere bak.

Hem, ehemmiyetsizliği, belki çirkinliği iktizâ eden kesret-i mutlaka dahi kemâl-i hüsn-ü san’at içinde görünüyor. İşte yeryüzünü yaldızlayan bütün çiçeklere bak.

Mutlak çokluk çiçekler hakikaten mutlak çokluk, ama tam bir sanat güzelliğinde her çiçeğin harika matematik ve geometrisi uyumu estetiği var, güzelliği bunlardan esirgemiyor, derin düşünce bu demek.

Eşyanın icadında mutlak sürat var, bir fabrikadan aynı anda sayısız mamulat ortaya çıkıyor kargaşa yok yığılma yok, tam bir ard ardalık var, mevzuniyet kargaşa yok, şiir mısraları gibi vezinli. Meyveleri buna  örnek veriyor. Yukardaki cümleler meyveleri görmekle düşünülmüş, yeyip telezzüz ettiğimiz meyveler, en harika konserve kutuları.

Hem, san’atsızlığı, basitliği iktizâ eden icâd-ı eşyadaki suhûlet-i mutlaka dahi nihayetsiz derecede san’atkârlık ve maharet ve ihtimamkârlık içinde görünüyor. İşte yeryüzündeki ağaç ve nebâtât cihazâtının sandukçaları ve programları ve tarihçe-i hayatlarının kutucukları hükmünde olan bütün tohumlara, çekirdeklere dikkatle bak.

Mutlak kolaylık,  mutlak kolayık basitliği sanatsızlığı doğurur, ekmek yapmak gibi hamuru fırına at, ama  her  tohumlar ve çekirdekler mutlak bollukta ama içinden çıkanlar, harika güzellikler onlara bak diyor. Bize okumayı değil bakmayı örgütlüyor, dünyanın en büyük sanat öğretmeni. Bu yaz batıdan en az elli sanat felsefecisi okudum böylesi yok.

Hem, ihtilâf ve ayrılığı iktizâ eden uzaklık ve bu’d-u mutlak dahi bir ittifak-ı mutlak içinde görünüyor. İşte bütün aktâr-ı zeminde zer’ edilen her nevi hububâta bak.

Dünyanın her tarafına ekilen hububat faydalı gıdalar, sofralarımızın sürekli rahmet temsilcileri, uzaklık var ama her yerde aynı kanuna göre bitiyor ve ihtiyaçlarımıza koşuyor, uzaklık, mutlak uzaklık birlik ittihat içinde, bunlara bak, ne kadar ayrıntıyı gören bir göz.

Hem, karışmayı ve bulaşmayı iktizâ eden kemâl-i ihtilât, bilakis kemâl-i imtiyaz ve tefrik içinde görünüyor. İşte bütün yeraltına karışık atılan ve madde itibâriyle birbirine benzeyen tohumların sümbül vaktinde kemâl-i imtiyazları; ve ağaçlara giren muhtelif maddelerin yaprak, çiçek ve meyvelere, kemâl-i imtiyaz ile tefrikleri; ve mideye giren karışık gıdâların muhtelif âzâ ve hüceyrâta göre kemâl-i imtiyazla ayrılmalarına bak, kemâl-i hikmet içinde kemâl-i kudreti gör.

Tam bir karışıklık var ama karışıklık içinde herşey şahsiyetiyle görünüyor, imtiyazlı, kimse kimsenin istiklaline müdahil  değil, iç içe ama ayrı ayrı müstakil. Tohumlardan yerden tam bir farkılık ile imtiyaz ile ortaya çıkmaları, o nerelere bakıyor biz nereye. Ağacın tepesinden ve köklerinden gelen mineraller ve havadaki faydalı gazlar nasıl ağaca dağıtılıp ortaya harika çiçekler çıkması, onları alttan üsten sağdıkları ile yapması, mideye giden  karışık gıdaların azalara ve hücrelere  yapılarına göre dağılması. Nasıl gruft bir bakış, bunlar kudretin eksiksizliği ve  tamlığını gösteriyor.

Hem, ehemmiyetsizliği, kıymetsizliği iktizâ eden gayet derecede mebzûliyet ve nihayet derecede ucuzluk dahi, yeryüzünde masnuâtça, san’atça nihayet derecede kıymettar ve pahalı bir keyfiyette görünüyor. İşte o hadsiz acâib-i san’at içinde, yeryüzünün Rahmânî sofrasında yalnız kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak, kemâl-i rahmeti kemâl-i san’at içinde gör.

Bol ve ucuz ama sanatı yerinde, bir yerde onların ezilip kısa sürede gitmesine üzülüyor, bunları düşünmeyen insanların elinde kaldı herşey, herkes menfaatini düşünüyor metinleri kim düşünür. Sanatın  rastlanmadık görüntüleri, bunları dutlara bakarak düşünmüş. Biz tadına bakarken o tasarımına hilkatine bakmış. Böyle yaşamadan akşam ne yesek gündüz ne giysek ile gitti ömür. Bizi birazcık da olsa unun gibi yaşat Allah’ım .

Altı cümle ya gör ile bitiyor ya da bak fiiliyle. Tasavvuf düşüncesi göze değil zihne ve kalbe, göndermede bulunur ordan emir çıkarsa ona göre hareket eder. Kur’an bakmak görmek üzerine kurulmuş, ama asırlarca anlatım bak ve gör üzerine değil, bir din adamı bakmayı görmeyi çok zaman nazara vermez.

İnkar denen şüphe ve inkar, bakmak ve görmekden mahrumiyetten ileri geliyor. Bediüzzaman bakmak ve görmek üzerine kurmuş öğretisini, her sabah sınıfa giren öğretmen gibi Bediüzzaman bu kainat denilen mektebin mihayetsiz sınıfına bakmak görmek için girer ve bakar görür ve anlatır.

Prof. Dr. Himmet Uç

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: