İnsanoğlu meleklerin çekindikleri o ameli gecikmeden hayata geçirdi. Hırs ve kan hemen tanışıverdi. Bir insan ve insanlar. Aynı duyguyla daha çok kan döktüler. Toplu öldürdüler, toplu gömdüler. Kuşlar toprağa gömmeyi Kabil’e gösterdiklerinde, belki de böyle bir gömme çeşidini hayal bile edememişti.
Aileler oldular, kabileler; büyüdüler, göç ettiler. Küçük küçük dünyalar kurdular dünya üzerinde. Beylik oldular, prenslik. Yakalarına yapışacak bir krallık elbet oldu, ama küçük ve mutlu olabilmeyi başaranlar çoğunluktaydı bir zamanlar. Bir krallık denilince içine üzerinde güneşin batmadığı alanlar girebiliyordu. Topraklar günlerle ölçülüyordu, şu kadar günlük mesafeyle anlatılıyordu. O koca mesafelerin içine türlü türlü insan giriyordu, ama bir krallık oldukça uzun zamanlar hayatta kalabiliyordu. Demek bir zamanlar insanlar mutluluğu kendi hayatlarında yakalayabiliyordu! Bir halifeye bağlı kalabiliyordu asırlar boyu; veya koca Avrupa ‘Hıristiyan dünyası’ olarak anılabiliyordu, tek bir orduya sahip olabiliyordu. Düşmanlar genel ve büyük oluyordu.
Sonra birden gözü döndü insanlığın, o koca koca krallıkların, hâkimiyetlerin içindeki küçük küçük topluluklar ‘ben’ dedi. Bağımsız olmak için gereken bedeli hep kan ödedi yeryüzünde. Bir kere güvensizlik girdi toprağa. Aynı olmayan birlikte yaşamaya korkar oldu. Kardeş olmak hayal oldu. Kim kazanırsa onun olurdu, kanla toprak alınıyordu. Kimsenin şikâyeti yoktu, vatan, devlet, en çok milliyet kazanacaktı, küçük ama mutsuz olacaklardı.
Tarih başa döndü birçok yerde. Yine küçük insan toplulukları olarak kaldılar, ama artık huzur yoktu, güven. İhtiyaçlar bitmiyordu, sürekli hesaplar yapılıyordu, birine yakın olmak, birinin şerrinden korunmak, birinden ‘hakkını almak,’ birinden borç almak. Bir dünya sorunla tanıştılar. Eskiden Osmanlının bir kasabası olan yerler, ülke oldu, bağımsız oldu, federasyonların içinde kaybolan yerler bağımsızlığına kavuştu. Milyarla yıl geçti, ama hâlâ kimse emin olamadı. Hâlâ birileri ülke sınırlarını belirleyemedi, birileri kaybettiği toprakların hülyasını yenemedi, birileri hâlâ tetikte, gerekirse bir avuç toprak için ölecek, öldürecekti.
Kıyamet koşar ayak gelirken, kâinatın içinde bir zerre mesabesindeki dünyaya sığamayan halife-i arzlar olduk. Toprak mücadeleleri hep toprakta biten kavgalılar. Gözün alabildiğine toprağa sahip olan, ancak aynı göze toprak doluncaya kadar “tamam” diyemeyen tacirler.
Hem ülkü değil, ülke peşinde koşan kahramanlar var artık.
Paranoyak, gergin bir atmosfer ve küçük küçük parçalardan oluşan küçücük yeryüzü. Bitmeyen hesaplar, dinmeyen gözyaşı ve durmayan kan. Hâlâ yerine oturmayan ya da oturtulmayan taşlar; ya da durduğu yerden oynatılan.
O taşlar mezarınızı süsleyene dek vazgeçmiyorsunuz, vazgeçtiğinizde ise geç oluyor. Fakat bayrak yarışı hiç dinmiyor, mutlaka biri sizden devralıyor, hiç ders almıyor.
Bunca örneğe rağmen ibret alamayan, hâlâ hesap derdinde olan toprak tacirleri. Sadece toprak kaybetmediniz, sadece kan dökmediniz, yendiğiniz sadece düşmanınız değildi. Koca bir dünyayı hiç bitmeyen bir kâbusa ittiniz, huzur alıp urbasını tek tek terk etti coğrafyaları, kapı komşusu yoktu artık ülkelerin, sınırları vardı, çoğu zaman komşu düşmandı. Öyle bir fitili ateşlediniz ki, yangın hâlâ durmadı.
Sadece kendinizi yakmadınız velhasıl, kaybettiğiniz yıllar, tüm dünyanın hesabına yazıldı.
26/07/2009 |
© 2010 karakalem.net, Nuriye Çakmak