Kırkıncı Hoca’dan hatıralar

Kırkıncı Hoca, Bediüzzaman’ın ehassül havas talebelerindendi. Erzurum üniversite açılınca öğrencilerin çoğu kimliksiz, kısmen dinsiz kimselermiş. Birkaç vakada bunlar müşahade edilmiş. Kırkıncı Hoca Bediüzzaman’a bir mektup yazıp üniversitenin manevi felcini anlatmış, Bediüzzaman ötelerden bir ses  olarak ona cevap yazmış” ümitsiz olmayın o üniversite benim üniversitem olacaktır.” Ben  öğrenci iken üniversite camisinin açılışı için davet nitelikli ilanlar dağıtmıştım şehirde. Bizde üniversite Müslüman Türk kimliğine hala gelmemiştir. Öğrenci dindar ve gelenekçi bir şehirden üniversiteye gelir, bir süre sonra giyim kuşam  konuşma, davranışlar dejenere olur, zaten iğreti kimliği kaybolur gider.

Isparta’da iken bir kızın anası gelmiş kızını ziyarete, o gelince kızı gayet muhafazakar giyinmiş, caddede ana kızı gördüm, kıza nihayet tanıyıp sordum, bu ne hal keyfiyet, dedi annem gelmiş onu gezdiriyorum.  Daha sustuk, o gittikten sonra kabuğu soyulmuş meyve gibi yine ortada.

Şarka bakmak garbı bilmez görgüden yok yavesi

Bir utanmaz bir kızarmaz yüz bütün sermayesi

Kırkıncı Hoca her türlü ilme meraklı bir insandı. Özellikle tarihe, tarihi şahsiyetlerin hakkında kısa anektodlar bilirdi, zaman zaman söylerdi. Felsefe de okumuştu,  üstelik onları Bediüzzaman’ın fikirleri ile eleştirirdi. Bir filozof insan nereden geldiğini nereye gittiğini bilmeden de rahat yaşayabilir demiş, Hocam da “baksana bir otobüse binen nereden bindiğini, nerede ineceğini ve niçin bindiğini bilmeden rahat yaşayabilir mi?” Yaşayamaz elbette. Veysel’in hana benzettiği bu dünya “iki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece “Veysel en harika modern şairlerden daha güzel imajları olan bir insandı.

Yüzün cırdım tırnağınan elinen

Başın yardım kazmayınan belinen

Gine beni karşıladın gonca gülünen

Benim sadık yarim kara topraktır

Ne kadar harika bir apokaliptik imaj zinciri.

Yıllarca Kümbed’de beraber yaşadık, ezandan önce kalkar, abdest için gider, tam ezan okunurken kapıyı açar içeri girerdi, ezan biter bitmez namaza başlardı, arkadaşlar da onunla birlikte, özellikle dua ederken ellerini semaya kaldırır, gökyüzünden maveraya istekte bulunurdu. Hiç olağan üstü şatahat tavırlı bir insan değildi. Sıradan gibi görünür, ama konuşunca ölüleri dirilten bir ses tonuyla çaprıcı benzetmeler, ani dönüşler ile konuşurdu. Onun bir sözü ve örneğiyle nice insanlar  ilahi vadiye dönmüşlerdir.

İstanbul hayranıydı, İstanbul’a gittiğinde meşahiri ziyaret eder, özellikle Yavuz Sultan Selimi, onunla ilgili bir de kitap yazmıştı. Fatih’in türbesine gider, sonra Eyyüb el Ensari’ye uğrar onlarla bütünleşirdi. Onun talebeliğinin ilme tarihe sanata, felsefeye açılan kapıları vardı, dar bir vadide dolaşıp sevdiğinin hatırına başka şeyleri istisgar etmezdi, o eserlerin dünyasından dünyaya açılan bir mantıktaydı. Özellikle Osmanlı hayranıydı, kendisi ile Hoca Saadettin Efendi’nin Tav üt Tevarihini okumuştuk. Sadettin Efendi, Yavuz Sultan Selim’in musahibi Hasan Can’ın oğluydu.  Yavuz sırtındaki bir çıbanı sıktırmak istemiş hizmetçisi “efendim yapmayın kötü sonuçlar verebilir” gerçekten Şirpençeden yani o çıbandan kısa bir süre sonra  ölmüş. Ölmek üzere Hasan Can Yasin-i Şerif okumaya başlamış, ve Sultan’a “Efendim Allah ile olmak zamanıdır “ demiş, “ Ey Hasan Can ben şimdiye kadar kiminle idim“ demiş.

Her gece teheccüd namazı kılar, Resul i kibriyaya salavat okurmuş,  bir gün unutmuş,  o gün bir adam gelmiş illa padişahla görüşeceğim demiş. Zorla huzuruna çıkarmışlar, adamın çok borcu varmış,  Padişahın huzuruna varmış, ona bir rüya anlatmış. Rüyada Hazret i Nebi “Yavuz’uma git o senin ihtiyacını karşılar“ demiş. Padişah ne dedi ne dedi , demiş o da “Yavuz’uma“ demiş padişah paniğe kapılmış, tekrar et demiş her tekrar da bir kese altın vermiş, Hasan Can bakmış ki iş kötüye gidiyor, Padişahım hazineyi boşaltacaksın“ o zaman padişah durmuş.

Mısır’ın fethine giderken Yavuz Sultan Hazretleri atından inmiş , “Efendim neden indiniz“ demişler, o da “önümde Cenab-ı Peygamber bana yol gösteriyor, nasıl atın üstünde giderim” demiş, vüzera ve etba da inmişler aşağı.

Bir gün Hocam’a bir adam gelmiş, “ama hocam bir erkek bir kadınla iktifa etmemeli“ demiş, Hoca Efendi “aman sus anan duymasın” adem birden yumurta gibi kırılmış sus pus, giderken  hocam anlatırken gelirken kavak gibi dik ve mağrur, giderken, başı aşağıda anlamında gelirken bele giderken bele.

Doktoram bittiğinde beni Erzurum’a almadılar, üzüldüm bizimkiler isteseydi olurdu. Ama ben Diyarbakır’a gittim, çok zor  çektim, neredeyse pkk nın zulmünden kimsesizlikten ayda bir kurban kestim yıllarca.  Zamanla alıştık herkeste bize alıştı, sevdiler bizi, yaptıklarımız dillere düştü, Hocam’a  gitmiştik iki arkadaşla, Hocam onlara “Bu keçeli bir zamanlar saçlarımı ağarttı, şimdi de yüzümü ağartıyor “ demişti. Özellikle hizmetin tavanı seydalar beni ona anlatmışlar, Hocam’ın göğsü kabarmış.

Her namazdan sonra ders okutur ve dinlerdi, pek konuşmaz, eğer grupta yeniler varsa anlatmak için örnekler verir tam bir şenliğe çevirirdi, ortalığı, mizah ile anlatımı birleştiren bir edası vardı, örneklemeler de mizahı çok başarılı idi, özellikle ani mantık yorumları çarpıcıydı, Necip Fazıl onu dinlemiş ve “ Mantık küpü demişti”

Prof. Dr. Himmet Uç

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: