Bir dostumu ziyarete gittiğimde gördüm ki, kitaplığının yarısını “kişisel gelişim”ve “başarı” kitapları teşkil ediyor. Daha önceki ziyaretlerimde aynı kitaplığın kültür-sanat kitapları ağırlıklı olduğunu bildiğim için, değişikliğin sebebini sordum.
“Şimdi herkes bunları okuyor” dedi, “başarılı olmayı öğrenmemiz lâzım.”
Gerçekten de son yıllarda herkes çok fazla başarıdan ve kişisel gelişimden söz ediyor (seminerler, kurslar, radyo-televizyon programları, kitaplar)…
Bu konuda yazılmış kitaplar yok satıyor. O kadar ki, yalnız bu konuda yayın yapan yayınevleri kuruldu (başarılı olmak iyi de, bu salt konuya kilitlenerek olacak iş mi? Öncelikle temel kültürünüz ve birikiminiz olacak, detayları kavramış bulunacaksınız, konunuzda uzmanlaşacaksınız, her şartta diri durmasını bileceksiniz, v.s.)
Başarılı olmayı çok düşündüğümüz belli, ama acaba başarılı olmanın anlamını hiç düşündük mü? Nedir ki “başarı?..”
Servete ve şöhrete kavuşmaksa, bunlar dünya hayatıyla sınırlı (fani) şeyler. Dünya hayatı ile sınırlı başarıların sadece geçici bir tadı var. Bittiği yerde yine elem başlar. Bediüzzaman’ın deyişiyle “Zeval-ı lezzet (lezzetin bitişi) elemdir.”
İnsan genel müdür ya da bakan olduğunda “başarılı” sayılır mı?
Soru şu: Başarı, herhangi bir yolla yüksek bir makama gelmek mi, yoksa gelinen makamın hakkını vermek midir?
Yani fen lisesi yahut üniversite sınavını kazanmak başarının göstergesi olmayabilir…
Hatta bakan-Başbakan filan olmak da başarının göstergesi değildir. “Başarı” ile “beceri” arasında kesin bir ilişki var.
Bugün mesleğinin en iyisi olan bir ressam vaktiyle üniversiteye girememişti…
Bugün parmakla gösterilen fotoğraf sanatçısı kaç kez sınıfta kalmıştı…
Bugünün en iyi romancılarından biri ortaokulu bile bitirememişti…
Şehirde parmakla gösterilen oto tamircisi ilkokul diplomasını dışarıdan almıştı…
Bunlar bugün kendi branşlarında başarılı insanlar.
Oysa ressam üniversiteye giremediğinde, fotoğraf sanatçısı sınıfta kaldığında, romancı ortaokulu bitiremediğinde, oto tamircisi ilkokulu kırdığında anneleri-babaları başta olmak üzere tüm çevre tarafından “başarısız” ilân edilmişler, hatta belki “adam olmaz” diye aşağılanmışlardı.
Şimdi gelin “adam olmak”la “başarılı olmak” arasında bir münasebet arayalım…
Varsayalım ki, başardık, şöhrete ve servete kavuştuk: Başarı insanı “adam gibi adam” yapar mı?
“Adam gibi adam” derken, insanları seven, işçisinin alın teri kurumadan ücretini ödeyen, etrafında aç komşu bırakmayan, ulaştığı imkânları saçıp savurmak yerine paylaşan “insan”ı kastediyorum.
Hepimiz biliyoruz ki, şöhrete ve servete kavuşan insan -çoğu dindarlar dâhil-maalesef, hızla değişiyor. Ne kendini tanıyor, ne başkalarını. Muhtaçlara yardım etmek şöyle dursun, “zekât” gibi zorunlu yardımları bile “kazanırken yanımda mıydı?” anlayışı içinde reddediyor.
Nice şöhret-servet sahibi “başarılı” örnekler var ki, daha çok kazanmak için kendinden güçsüzlerin emeğine ve yüreğine basıyor…
Demek ki başarı insanı “adam gibi adam” yapmıyor.
İkinci soru: Başarı mutluluk getiriyor mu? Mutsuz ama başarılı pek çok insan başarı ile mutluluk arasında doğrudan bir bağlantı bulunmadığının kanıtıdır.
Ve üçüncü soru: Dünyevi başarıların sonunda cennet var mı?.
Hayır, başarının getireceği servetin şımarıklığa ve isyanıyla cennet yerine cehenneme yakınlaşmak daha kolay gözüküyor.
Şu halde dünyevi başarılara bu kadar kilitlenmenin ne anlamı kalıyor?
Asıl başarı zeval bulmayan, lezzeti (tadı) geçici (fani) olmayan başarıdır…
Bu da “kulluk şuuru”na ulaşmakla olur.
Yavuz Bahadıroğlu – Yeni Akit