Kurban’dan “Toplumsal Ekonomi” Dersleri

İbadetler insanların tüm hayatlarını düzenleyen müesseselerdir. İbadetler kişileri şahsen eğittiği gibi, toplulukların işlerini de düzenlemektedir.

Namazları ibadetlerin en başına alabiliriz. İbadetlerin başında âdeta birer okul olarak fonksiyon icra eden namazlar, insanların Allah’a olan imanlarını kuvvetlendirmekte,  belli aralıklarla gerçekleştirmeleri gereken toplantıları düzenlemekte, hayatın her alanındaki meselelerin istişare edilmesini sağlamakta ve kararların alınmasına imkânlar vermektedir.

Zekât insanlara nasıl çalışacaklarını ve nasıl paylaşacaklarını öğretmekte, topluluğun ekonomisini düzenlemekte, ortak bütçeyi oluşturmakta, kredileri tanzim etmektedir.

Kurban da genel olarak “ibadetler” dediğimiz işte bu düzenlemelerin içinde yer alan bir müessesedir ve özellikle “ekonomik” yönü ile ortaya çıkmaktadır. Bir an için sene boyunca et yiyemeyen gariban ve fakirleri düşünün; kurban olmasa o insanlar hiç olmazsa yılda birkaç gün et ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilirlerdi?

Kurban, Allah’a yaklaşmaktır. Kurban, Allah’a kul olmanın şuuruna ermektir. Kurban, Allah yolunda fedakârlığın, sadakatin, şükrün ifadesidir. Kurban, bizi kötülüğe, ahlaksızlığa, adaletsizliğe, cimriliğe sevk eden duygularımızın kesilip atılmasıdır.

İbadetler, Rabbimizin emri olduğu için yapılır. Allah emir verir, biz de kulları olarak bunu yaparız. Fakat Cenab-ı Hakkın emrettiği her şeyde hikmet de vardır. Allah’ın emri ile yaptığımız kurban ibadetinin de bildiğimiz bilemediğimiz sayısız hikmetleri vardır. Şimdi onlardan bazılarını hatırlayalım.

Kurban, kulun Rabbine teslimiyetini ifade eder. Bu teslimiyet, Hz. İbrahim ve İsmail ile zirveleşerek sembolleşmiştir. Hz. İbrahim, Mekke’ye oldukça yakın bir yer olan ve asırlar sonra Peygamber Efendimizin Medinelilerden el sıkıp biat alacağı “Akabe” mevkiinde oğlunu kurban etmek için yatırırken, içinde sorumluluğunu yerine getirmeye ciddi bir niyet ve kararlılık vardı. Oğlu da tam bir peygamber oğluna yakışan teslimiyet içinde, “Ey babacığım! Sana emrolunanı yerine getir” (Saffat Suresi: 102.) demekteydi. Zaten, Kur’ân’da Hz. İbrahim’in karakterini takip ettiğimiz hemen her yerde, bu engin teslimiyet ve tevekkülünü görürüz. Öyle ki, onda ne sabırsız bir tavır, ne de hesabı ve muhasebesi yapılmamış bir davranış görülebilir.

Hadisenin devamını Kur’ân şu ifadelerle anlatır: “Her ikisi de Allah’ın emrine teslim olup, İbrahim oğlunu şakağı üzere yere yatırıp, Biz de ona, “İbrahim! Rüyanın gereğini yerine getirdin (Onu kurban etmekten seni muaf tuttuk)” deyince (Onları büyük bir sevinç kapladı). Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz! Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı. Oğluna bedel ona büyük bir kurbanlık verdik. Sonraki nesiller içinde ona da iyi bir nam bıraktık: ki o da, bütün milletler tarafından şöyle denilmesidir: ‘Selâm olsun İbrahim’e!’ Biz iyileri işte böyle ödüllendiririz!” (Saffat Suresi: 103-110.)

İşte bizler de müminler olarak, bu önemli hadisenin anısını Rabbimize teslimiyetimizin bir ifadesi olarak kestiğimiz kurbanlarımızla her sene tazeliyoruz. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadislerinde bu hususa dikkatleri çekerek, “Kurban kesin. Zira kurban kesmek, atanız İbrahim’in sünnetidir” buyurmuştur.

Toplumdaki sosyal dayanışmanın temin ve devamı, tabakalar arasında uçurumların meydana gelmemesine ve kitleler arasında kavgayı körükleyecek boşlukların bırakılmamasına bağlıdır. Yani zenginle fakirin arasındaki bağ ve irtibat kopmamalıdır ki, o toplumda karışıklık ve huzursuzluk meydana gelmesin. Toplumdaki sosyal tabakalar arasında bu irtibatı temin eden en önemli dinamik, her türlü yardımlaşma prensipleridir. Bu yardımlaşmalardan birisi de hiç şüphesiz kurban ibadetidir. Yıl boyunca evine et alamayan pek çok insan vardır. Kurban kesen kimse, kurbanını ihtiyaç sahibi kişiyle paylaşarak onun da et ihtiyacının giderilmesine vesile olur.

İşte bu manada kurban; toplumda kardeşlik, yardımlaşma, fedakârlık ve dayanışma ruhunu mayalar ve geliştirir. Bu şekilde fakir de kendisinin zenginler tarafından gözetildiğinin farkına varır ve Rabbine şükürle iki büklüm olur. Kurban, toplumun tamamını kucaklayan potansiyel bir güç kaynağıdır. Onunla ekonomik hayat canlandığı gibi yine onun takdim ettiği imkânlarla, ihtiyacı olanların ihtiyaçları giderilerek içtimai bir dengelenme söz konusudur. Kurbanlık hayvanları yetiştirenler, alanlar, satanlar, nakliyesini ve kesim işini yapanlar, derisini alıp satanlar, kasaplar, yem tüccarları, v.s. birçok insan bu vesile ile para kazanmakta ve geçimini temin etmektedir. Kurbanın, bütün dünyada önemli ölçüde ekonomik hayata da katkı sağlamaktadır. Yalnızca Türkiye’de her yıl kesilen yaklaşık 5 milyon hayvanın, hayvancılık sektörü için önemli bir hareketliliğin kaynağıdır.

Kurban kesmenin sevabını soran Sahabeye, Peygamber Efendimiz,(sav) “Kurbanın her bir kılı için bir sevap vardır” buyurmuş; Sahabe tekrar, “Ey Allah’ın Resulü, kesilen kurban yünlü ise (koyun, kuzu gibi), sevabı nasıl olacak?” diye sorduğunda Efendimiz, “Yünün her bir kılı için de bir sevap vardır!” cevabını vermiştir. Yine başka bir hadislerinde Allah Resulü, Allah rızası için kesilen kurbanın ahirette geçilmesi çok zor olan Sırat Köprüsünde sahibi için bir binek vazifesi göreceğini müjdelemektedir.

Bunun gibi kurban kesmekle alâkalı daha pek çok hikmet sıralanabilir. Ancak bütün bunlar, hikmet çerçevesi içinde kendisine yaklaştığımız, hakikî hikmetin bir kısım sızıntılarından ibaret olabilir. Bize düşen kulluk anlayışı ve kulluk havası içinde, Rabbimizden gelen emirlere teslim olmak ve itaat etmektir ki, işte kurbanın hakikî hikmeti budur.

Kurban ettiğimiz hayvanla iki şeyden vazgeçiyoruz: İnsanlar nezdinde, servetimizin bir kısmını muhtaçlara bağışlamakla, toplumsal sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Yaratıcı nezdinde ise, bizi Ondan ayıran her şeyden vazgeçebileceğimizi ilân ediyoruz. Boğazlanan sadece koç değil, aynı zamanda ve bilhassa kendi nefsimizdir.

Kişilerin, kuruluşların ve ülkelerin ellerindeki kaynaklar, paylaşma kültürünün geliştiği toplumlarda, değişik kesimler arasında dengeli olarak dağıtıldığı gibi, en verimli bir biçimde de değerlendirilirler. Bunun için, paylaşmasını bilen toplumlar, hiçbir zaman yoksul düşmezler. Bütün ülkelerde yoksulluk, sahip oldukları kaynakları paylaşmasını bilmeyenlerden kaynaklanır. Paylaşmasını bilmeyenlerin elinde bütün zenginlikler, bir bir yok olup giderler.

Paylaşma ahlaki bir meseledir. Hayatın hiçbir alanı ahlâktan bağımsız değildir.

Paylaşan insanlar melekler katına yükselir.

Paylaşan güçlenir, güçlenen paylaşır.

Kurbanımızı, servetimizi fakirlerle, muhacir kardeşlerimizle paylaşalım.

Huzurlu mu, mutlu mu olmak istiyorsunuz. Paylaşın, veren el olun. Bunun başka gerçek formülü yok.

Kurban ile paylaşma, ekonomik yapı ve kültürel dokuyu krizlerden koruyan “Nuh’un Gemisi”dir.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org