Kutsal ve Bencil İnsanın Görüntüleri ve Mukayeseli Hayatları

Din, kutsallaşma ve bencillik zindanından kurtulmadır. İnançsızlık, Ali Şeriati’nin anlattığı gibi, kendi zindanında boğulmaktır.[1] Hakiki bir iman, her insanı bir ârif ve hak âşıkı eder. Ârifin fikri, Allah olduğu gibi; âşıkın zikri de, Allah’tır. Böyle bir bilge ve âşık için en büyük zevk, lezzet ve haz, Allah’ı tanıtan ve sevdiren bir ayna halini almaktır. Evet insanın iç dünyasına iman ve namaz penceresiyle İlahî nur girdiğinde insan bir metamorfoz yaşar. Yerde zor hareket eden, çirkin bir manevi tırtıl iken sonsuzluk semalarında uçan güzeller güzeli, nurlu ve sanatlı manevi bir kelebek halini alır. İnsanın her bir organı ve duygusu, iman ve islam nuru ile bir kelebek ve bir serçe gibi gelişir, güzelleşir; sonsuzluk semalarında helezonlar çizerek yükselen bir kartal ve bir zümrüd-ü anka halini alır.

Mesela akıl, insana geçmiş ve gelecek zamanın kapılarını açan ve insanı diğer canlılardan ayıran en temel yön ve cihazdır. Eğer Allah’ın nuru ile aydınlanırsa, kişiyi kâinat denilen muazzam memleketin Eğitim ve Öğretim İşleri Bakanı konumuna yükseltir. Çünkü insana sonsuz sırları, değişmez hakikatleri keşfettiren bir kâşif ve kaptan olur. Hem insanın ruhunu ebedî mutluluğa hazır hale getiren hikmetli bir mürşid vazifesi yapar.

Eğer Allah’ın nuruyla aydınlanmazsa o akıl, insanın başına geçmiş zamanın alevli hüzünlerini, gelecek zamanın karanlık korkularını toplamakla hayatı ona zehir eden bir bela olur. Hem her şeyi ona bir düşman, dünyayı ona bir cehennem olarak gösteren bir münâfık olur. Hem daima kötülük düşünen ve kötülüğü yayan fitnebaz bir İblis olur.

Mesela insanın gözü, Allah’ın nuruyla aydınlandığında âlem, sonsuz sanat harikalarının sergilendiği bir galeri, sayısız güzelliklerin temaşa edildiği bir mesire, sınırsız rahmet çiçeklerinin hediye edildiği bir bahçe olarak görünür. Göz ise, bu sonsuz harika sanatların mütefekkir bir hayranı; hem bu sayısız, çeşitli güzelliklerin âşık bir seyircisi; hem bu kıymetli rahmet çiçeklerinden ibret ve hikmet ballarını süzen mübarek bir arı olur. Bu yüce seviyesi ile maddeten bir yağ parçası olan o göz, kâinat krallığında Kültür ve Sanat Bakanı haline yükselir.

Eğer Allah’ın nuruyla o göz aydınlanmazsa geçici, fani ve haram güzellikler ile sahibini buluşturan âdi bir ırz düşmanı, hem herkesin ve her şeyin kusurunu arayan hâin bir casus, hem iğrenç ve pis şeylere konarak zihni kirleten bir karasinek alçaklığına düşer.

Mesela insanın dili, Allah’ın nuruyla aydınlandığında kudret-i İlahî mutfağının birer mucizesi ve rahmet-i İlahi sofrasının birer ikramı ve hediyesi olan hoş kokulu, lezzetli, güzel görüntülü sayısız yiyecek ve içecekleri tadan, onları tartan, onları derecelendiren, onların sanatkârının maharetini fark eden ve hisseden şükredici bir müfettiş, hamd edici yüce bir bakan olur. Hem konuşması yönüyle de ebedî hakikatlerin, ölümsüz sırların, köklü gerçeklerin ilancısı, yayıcısı ve ulaştırıcısı bir merkez olur. Bu iki mukaddes yönüyle maddeten bir et parçası olan o dil, maddi ve manevi sofraların sonsuz nimetlerinin tadıcısı olduğu gibi, başkalarının tatmasına da vesiledir. Yolunu şaşırmışlara bir deniz feneri, hidayet kandili olur. Böylece kâinatın yüce hükûmetinin Gıda, Tarım ve Köy İşleri Bakanı ve Haberleşme ve Ulaştırma Bakanı seviyesine yükselir.

Eğer Allah’a satılmaz ve Onun nuruyla aydınlanmazsa o dil, karın denen fabrikanın bir yasakçısı olur; her şeyin içeri girmesine izin vermez. Hem nefis denen atın önüne yem koyan bir kapıcı seviyesizliğine düşer. Ayrıca konuşmalarında da söylediği yalanlarla câhilleri kandıran ve aldatan bir deccal, attığı iftiralarla herkesi karalayan bir şeytan, laubali ve edepsiz sözleriyle şaklabanlık yapan bir maymun rezilliğini yaşar.

Mesela cinsellik, Allah’ın nuruyla aydınlandığında insana çocuk denilen mukaddes hediye ve sırrı, nesil denilen ebedî hayatı ve aynaları, babalık ve annelik denilen şefkatli ve merhametli ölümsüz makamları kazandıran yüce bir araç olur…

Evet, çocuk vasıtayla erkek aynasında, babalık denilen mukaddes ve ulvi makamda İlahî celal ve ihtişam, izzet ve şefkat güneş gibi yansıdığı ve göründüğü gibi, kadın aynasında da, annelik makamında İlahî cemal ve güzellik, merhamet ve kerem sıfatları dolunay gibi ışıl ışıl parlar ve görünür. Kendi evladına karşı merhamet ve şefkati yoğun olarak hissetmeye başlayan kalp ve ruhunu daha da geliştirip bütün yavrulara, insanlara ve canlılara şefkat ve merhametle yönelten bir erkek, evrensel bir baba olduğu gibi, kadın da evrensel bir anne olur. Bu yüce seviyesiyle erkek ve kadın kâinat iktidarının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olurlar.

Eğer Allah’ın nuruyla aydınlanmazsa o cinsellik, anlık hevesler ve geçici zevklerde boğulan hedonist bir eşcinseli; hem ebedî mutluluk vesilesi olan evladını kaybeden zinacı bir erkeği mahsül verir. Hem bataklığa dönüşmüş ve kokuşmuş çamurlu bir tarla, sahipsiz ve kimsesiz bir hane, gün geçtikçe kararan ve çürüyen bir yarım elma haline düşen perişan bir kadını netice verir.

Mesela kulak, Allah’ın nuruyla aydınlandığında âlem denilen memleketin kuşlarından böceklerine, rüzgârlarından denizlerine, insanlarından şimşeklerine kadar geniş ve evrensel orkestrasını dinleyen bir şef; yaratılan her şeyin Allah’ı anışını duyan ve kavrayan bir alıcı; meleklerin ve Rabbinin ilham ve vahyini duyabilen ve hissedebilen bir manevi radar ve şifre çözücü olur. Mukaddes manalar, sırlı meseleler, sonsuz hakikatler onun ile insanlara ulaşırlar. Bu yüce seviyesi ile maddeten kıkırdaksı bir yapı olan o kulak, kâinat saltanatının İletişim ve Müzik Bakanı olur.

Eğer Allah’a satılmazsa ve Onun nuruyla aydınlanmazsa o kulak, laf getirip götüren bir gammaz ve fitneci, kusur arayıp soran bir ajan ve kötülük merkezi, hep çirkin ve karanlık şeyleri haber yapan ve yayan bir şeytan kanalı ve santrali haline gelir.

Hem mesela kalp, Allah’ın nuruyla aydınlanınca bâki güzellik ve mutlak mükemmelliği arayan, bulan, gören ve Ona tapan bir âşık; kâinatı zerrelerinden galaksi kümelerine kadar sahiplenen ve onunla bütünleşen bir mâlik; bütün yaratılmışları adalet ve merhametiyle kuşatan ve kaplayan bir hak elçisi ve aynası seviyesine yükselir. Bu yüceleşen haliyle kalp, kâinat krallığının Diyanet İşleri Bakanı ve Adalet Bakanı haline gelir.

Eğer Allah’ın nuruyla aydınlanmazsa ve Ona satılmazsa o kalp, kadın heykelleri ve putlar ile dolu bir Cahiliye dönemi Kâbesi, anarşist duyguların ve habis ruhların içinde toplandığı bir hücre evi, geçmiş zamanın üzüntüleri ve ayrılıklarıyla yanıp kavrulan bir cehennem çukuru haline düşer.[2]

Evet Bediüzzaman’ın dediği gibi: “İnsan nur-u iman ile a’lâ-yı illiyyîne (yücelerin en yücesi seviyesine) yükselir, Cennete layık bir kıymet alır. Zulmet-i küfür (inançsızlığın karanlığı) ile esfel-i sâfilîne (aşağıların en aşağısına) düşer, Cehenneme ehil bir vaziyete girer. Çünkü iman insanı Sâni-i Zü’l-Celâline (Muhteşem Sanatkârına) nisbet ediyor. İman bir intisaptır (kulun Allah ile bağını kurmadır).[3]

İnsan denilen İlahî, canlı ve şuurlu heykelin kıymeti ona, onun sanatkârının gözüyle bakmakla ancak anlaşılabilir. Onun bakışını ise, bize kelâmı olan Kur’an göstermekte ve öğretmektedir.

[1] Bkz. İnsanın 4 Zindanı, Fecir Yayınları…

[2] Bu, Allah’a adanmış hayata dair yazılanlar, Üstad Bediüzzaman’ın Tevbe Sûresi, 111. âyeti tefsir eden 6. Söz Risalesi’nden alıntı ve ilhamdır. Detaylar için Sözler kitabına müracaat ediniz.

[3] Sözler, 23. Söz, 1. Mebhas, 1. Nokta.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: