Manevi İstibdadlar Kırılmalı

Ecnebilerde taklid ve cehalet ve taassub ve kıssîslerin riyaseti. Ve bizdeki mani ise; istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve ataleti intac eden ye’stir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebeb olmuşlardır. [1]

 

Bu manalara bakalım.

 

1- Gayr-i Müslümlerde: cahillik, kendisinin elindeki şeylere tek doğru budur deyip başkalarını kabul etmeyip dediğim dedik havasında olmasına neden olan papazların başı çekip her şeyde söz sahibi olması avrupanın terakkiyatına mani oldu

 

2- Biz islam coğrafyasında ise: muhtelif baskılar istibdadlar, istibdad içinde istibdadlar ve bu istibdad envaının neticesinde hasıl olan ortaya çıkan tembellik ve bütün maddi ve manevi mağlubiyete sebep olan yeis yani ümitsizlik islamiyetin hakikatının inkişafına mani olan sebeplerdir. Bunlar islam güneşinin tam bir surette görülüp yayılmasının önünde müteselsil sıradağlar gibi engellerdir.

 

Maddi istibdadlar yıkılır yıkılmaya yüz tutar. Lakin manevi istibdatlar ise o kadar kolay olmaz. Çünkü ön yargı hakimdir. “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur!”[2]

 

Birisi bir şeyi öğrenip en mükemmeli bu demek yerine mükemmel sadece budur düşüncesiyle hareket etmesi önyargı ve taassubun sebebidir.

 

Taassubun lügati manası: bir düşünceye körükörüne bağlılık.Çoğulu ise istibdaddır.

 

            Körükörüne bağlılık da budur ki: “Bir denizde hesabsız cevherlerin aksamıyla dolu bir definenin bulunduğunu farz edelim. Gavvas dalgıçlar, o definenin cevahirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer.

 

O gavvas hükmeder ki; bütün hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir. Arkadaşlarından başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki; o cevherler, bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır.

 

Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer; başkası, murabba bir kehribar bulur ve hâkeza…

 

Herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu’zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevaid ve teferruatı zanneder. O vakit hakaikın müvazenesi bozulur.

 

Tenasüb de gider. Çok hakikatın rengi değişir. Hakikatın hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfata muztar kalır. Hattâ bazan inkâr ve ta’tile kadar giderler.[3]

 

Burayıda tahlil edecek olursak: o gayretli, çalışkan, inci arayan dalgıçların mücevheratların envaı olan bir yere dalmalarında dalgıçların herbiri çeşit çeşit cevherler dolu olan bir hazinenin parçasını bulup tüm hazineyi bu nevdendir deyip düşünmesi diğer dalgıçların bulduklarını bunun yanında teferruattır düşüncesine kapılır.

 

“Gözleri Kapalı olduğundan” ibaresi ise: hakikaten çok yerinde bir tabirdir ki: göz kapalı ise el ve kulağa itibar edilir. Okuduklarını sadece proje olarak kabul eder hayata tatbik edemez. Çünkü gözleri kapalı olduğu için okuduklarını alem-i şehadete geçiremeyip filan abi felan abi dediki demişki gibi tabirlerle hizmetine veya anlayışına yön verir.

 

İnsanların verdiği hüsn-ü zanla verdiği sun’i makamlar neticesinde o makamda bulunan tekellüfe girer. Tekellüf nedir dersek: Kendi isteğiyle külfete girmek, bir zorluğa katlanmak. * Gösterişe kapılmak. Özenmek. * Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket. Gibi manalara gelmektedir.

 

Maneviyatla iştigal eden kimseler tekellüfe saparak sevdiği kabullenmediği halde sevmiş kabullenmiş görünür. Müşevveşiyet-i ahvale sebep olan şeylerden en şedidi budur yani Sun’iliktir. Abicilik, hocacılık, müdebbirlik, vakıflık… gibi toplumun her yerinde bunlar vardır. Dahili bir hastalıktır ki bilinmez veya bunu taşıyanlar bilmez. İkaz edenleri de hizmeti anlamamışsın, hizmet budur diye cevap verir.

 

Bu putlar kırılmalı!

Allah basiretimizi kapatmasın. Basiretsizlik zor iş

 

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

 

[1] Muhakemat ( 10 )

[2] Albert Einstein

[3] Sözler ( 439 )

 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: