Mehmet Ali Büyükkara’dan, Mehdilik Konusuna Farklı Bir Bakış

KURAMER’in düzenlediği sempozyumda Mehdilik ve Mesihlik inancının İslam’ın ana kaynağı Kur’an’da yer almadığı sempozyuma katılanlar tarafından vurgulanmıştı.  İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Kelam ve İslam Mezhepleri Anabilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara “Mehdilik ve Mesihlik Yoktur” yaklaşımına itirazlarda bulunarak konuya farklı bir pencereden bakmış.  Büyükkara’nın makalesi Mehdilik ve Mesihlik inancını savunan kişilerin argümanlarının ne olduğunu gösteren bir çalışma olmuş. 

Mehdîlik ve mehdiyyet hakkındaki mütalâalarım / Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara

Mehdilik ve mehdiyyet hakkındaki mütalaalarımı şu cümlelerle özetleyebilirim:

1) Mehdilik sübûten zannî bir temele dayandığı için, muhkemâta dayanarak sistemini oluşturan Ehl-i Sünnet’in akâid kitaplarında (özellikle erken döneme ait olanlarda) genellikle bir akide prensibi olarak kendine yer bulamamıştır.

2)Bir meselenin akâid kitaplarına girmemesi, akâid umdeleri arasında yer almaması, bu meselenin inkarını gerektirmez.

3) Bu meselenin akâid kitaplarında yer bulamaması; yer bulsa bile çok kısa ifadelerle ve icmâli şekilde geçiştirilmesi, Sünnî alimlerin bu inancı inkar edişlerinden değil, konunun hassasiyetinden dolayıdır. Zira siyasal iktidarlara karşı başlatılan silahlı ve yıkıcı ayaklanmalara bazen mehdiyet iddiaları eşlik etmiştir. Yahut, bu konu kötü niyetli insanlar elinde çeşitli istismarlara zemin teşkil edebilmiştir. Sünnî kaynakların konu hakkındaki umumi sessizliğinin muhtemel nedeni bu endişeler olmalıdır.

4) Mehdilik haberleri geleceğe, dolayısıyla gaybe ait bilgilerdir. Peygamberlerin genel olarak gaybı bilmedikleri, ama bazı meselelerde Allah tarafından bilgilendirildikleri (bkz. el-Cin: 27) malumumuzdur. Özellikle ahiret hayatı, kıyamet günü ve alametlerine dair hadisler bu nev’iden olup, Sünnî hadis külliyatı içinde geniş sayılacak bir hacme sahiptirler. Mehdi haberleri bunlar arasındadır ve genellikle İsa (a.s.)’nın inişi ve deccal haberleriyle birlikte karşımıza çıkarlar.

5) İkiyüze yakın olduğu bildirilen mehdi haberleri hem sened hem de metin yönleriyle hadis usulcülerimizin tahkikatına maruz kalmış ve neticede sahihi, haseni, zayıfı ve mevzusu büyük ölçüde tespit edilmiştir. Bu konuda birçok eser kaleme alınmıştır. Buhari ve Müslim, İsa (a.s.)’nın inişi ve deccal rivayetlerini verirlerken, doğrudan “beklenen mehdi”yi zikreden hadisleri ihmal etmişlerdir. Ancak, Buharî, K. Enbiya: 49; Müslim, K. İman: 244, 247’de görüldüğü gibi dolaylı biçimde mehdiye işaret eden rivayetler de bu mecmualarda yok değildir.

6) Sünen sahibi müellifler ise mehdi haberlerini doğrudan kitaplarında rivayet etmişlerdir. Muhaddisler tarafından birçoğu sahih sayılan bu haberler, kıyamete yakın bir mehdinin geleceğini Hz. Resulullah’ın dilinden ve çok sayıdaki sahâbe ve tâbiînin aracılığı ile ihbar etmektedirler.

7) Söz konusu hadisler bazı detaylarda birbirleriyle mutabık kalmasalar da, şu hususlar üzerinde genel bir ortak zemin oluşmaktadır.

– Bu mehdi kıyamete yakın zuhur edecektir.

– Dünyadaki kötü gidişatı faaliyetleriyle ve adaletli yönetimiyle iyiye tahvil edecektir.

– Bu süreçte deccal ile mücadele edecektir.

– Dünyaya inecek olan İsa (a.s.) ile buluşacaktır.

8) Bahsedilen sahih hadisler zemininde en azından mehdi hakkındaki bu hususları zann-ı ğâlib ile imkan dahilinde görmek gerekmektedir. Zira sem’iyat konularında yegane dayanağımız, Kur’an ve sahih sünnettir.

9) Asırlar boyunca Sünni ulemanın ve kamuoyunun kahir ekseriyeti bu imkan durumunu onaylamıştır. Zira mehdinin geleceğini haber veren sahih rivayetler bulunmasına rağmen, bunu nefyeden tek bir haber elimizde yoktur.

10) İbn Haldun’un Mukaddime’sinde yaptığı mehdi haberleri hakkındaki hadis tenkitleri, hadis erbâbınca isabetli bulunmamıştır (mesela bkz. Azimabadi, Avnü’l-Mabud; Ahmed Muhammed Şakir, Müsned tahkiki). Zaten İbn Haldun da, “az sayıda da olsa” bazı haberlerin sıhhatini inkar etmemiştir. Aslında bir tarihçi ve sosyolog olan İbn Haldun’un hadis tenkidi ve cerh-tadil konularında uzman birisi olmadığı bilinmektedir.

11) “Kıyamete yakın zuhur edecek, zulmü kaldırıp adaleti ikâme edecek ve deccal kişiliğindeki biriyle savaşacak bir kurtarıcı” ütopyası, istisnasız tüm dinlerde görülen ortak bir olgudur. Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki mesihiyet, mehdiyet motifleri, İslamiyet’teki motiflerle birçok hususta benzeşmektedir. Bu durumu, mehdilik inancının tümüyle İsrailî kaynaklı olduğu, dinde aslının bulunmadığı, yabancı tesirlerle sonradan dahil olduğu şeklinde açıklamak yanlış bir çözümleme olur. Sâmi dinleri başta olmak üzere tüm dinlerdeki bu olgu, insanlığın ortak kadim geleneğini, Kur’an’da adı geçen ve geçmeyen tebliğcilerin ortak mesajını, dinlerin ortak mirasını yansıtan bir inanca işaret etmektedir. Bu durum ise, mehdi ihbarının zaafiyetini değil kuvvetini iktiza eder.

12) Şia mezhepleri birbirlerinden farklı şekillerde mehdi inancını bir akide umdesi haline getirmişlerdir. Sünni kaynaklardaki mehdilik ile, Şia’nın mehdileri arasında genel ortak noktalar dışında bir benzerlik bulunmamaktadır. Bu itikadın Sünniliğe Şia’dan geçtiği iddiası temelsiz ve delilsiz bir iddiadır. Şia’nın mehdilik hakkında netleşmeye başladığı ikinci ve üçüncü hicri yüzyıllardan önce sahâbe ve sünni tâbiîn, elimizdeki haberleri Hz. Peygamber’den rivayet etmeye çoktan başlamıştı.

13) Mehdiyet inancının Kur’an’ın bazı genel ilkelerine ters düştüğü iddiası da temelsizdir.

a) Mehdiyet düşüncesi, hatm-i nübüvvet inancına zarar vermez. Zira mehdinin Hz. Peygamber’in getirdiği din ve şeriat üzerine olacağı hadislerde net olarak belirtilmiştir.

b) İyiye, güzele doğru değişim ve dönüşümün Kur’an’da insan eliyle olacağı belirtilmekte, insanlardan bunun için çalışmaları istenmektedir. Evet, gerçekten Kur’an’ın iradesi bu yöndedir. Tüm peygamberler insandı ve etraflarındaki insanlarla davet çalışmasını yürüttüler. Mehdi de bir insandır ve etrafındaki insanlarla faaliyetlerini yapacaktır. Mehdi’nin “bir süper varlık” olduğu yönündeki rivayetler zayıftır. Mehdi kendisinin mehdi olduğunu dahi bilmeyecektir.

c) Mehdi düşüncesinin, değişim ve dönüşümü ileri muhayyel bir zamana erteleyerek beşeriyetin itici gücünü körelttiği yönündeki iddia da tutarlı değildir. Doğrudur, Kur’an her müslümandan bir mehdi gibi hareket etmesini istemektedir. Nitekim tarih boyunca müslümanlar da böyle yapmışlardır. Kudüs fatihi Salahaddin Eyyubi, Hindistan fatihi Gazneli Mahmut, İstanbul fatihi Sultan Mehmet ve daha yüzlercesi, ve yüzlerce, binlerce irşadçı ve ıslahatçı, “mehdi gelecek” beklentisine girip geri çekilmemişlerdir. Mehdi zaten kıyamete yakın gelecektir. Öyleyse kıyamet vaktine kadar zulüm ve haksızlıklar devam mı etmelidir?

Mehdi inancını bir akide umdesi sayan İmamiyye’ye mensup Şii müslümanlar, çok yakın bir tarihte, “adalet devletini kuracak mehdi muntazar” beklentisine rağmen, Mehdi’nin vazifesini alimlere tevdi etmek suretiyle İran’da bir devrim dahi gerçekleştirmişlerdir. Kısacası mehdiliğin pasifleştirici bir inanç olduğu tezinin, müslümanların tarihi tecrübesi göz önüne alındığında tutarlı bir karşılığı bulunmamaktadır.

14) Mehdiliğin istismarı ciddi bir sorundur. Bu sorun mevcut diye, mehdiyetin inkarı bir çözüm değildir. Geçmişteki alimlerimizin yaptığı gibi kelamcılar, ilahiyatçılar bu konuda istismarların önüne geçmek için gerekli tedbirleri almak, lüzümlu açıklamaları yapmak durumundadırlar.

15) Mehdiyetin bir vasıf olduğu, mehdinin ve deccalin bir şahs-ı manevi olduğu şeklindeki açıklamalar yanlış değildir. Şüphesiz ki her çağda mehdinin misyonunu üstlenmiş şahıs ve cemaatler çıkabilir ve bunlar deccal şebekelerine karşı istikamet üzere bir mücadele yürütebilir.

Ancak, hadislerdeki mehdi ve deccal muayyen şahıslara işaret etmektedir ve bunlar kıyamete yakın geleceklerdir. Dolayısıyla bu mehdi, şahs-ı maneviden başka bir şeydir. Mesela, şahs-ı manevi tezinin en önemli savunucularından Bediüzzaman Said Nursi, bu tezi savunmakla beraber, konu hakkındaki mütalaalarında bir kıyamet alameti olan mehdiyi reddetmemekte, bu yöndeki inancını muhafaza etmektedir.

16) Nüzûl-ü İsa ve mehdiyet meselelerini savunan Zâhid el-Kevserî ve daha onlarcası gibi müstakil eser sahibi alimlerin bu konuyu önemsemelerinin sebebi, kanaatimce kıyamate yakın vuku bulacağı söylenen bu kavram ve olaylara atfettikleri büyük ehemmiyet değildir. Onları asıl kaygılandıran şey dini anlama usûlünün yani kadim metodolojinin bu yolla tahrip edilmesidir. Zira nakli temelleri olan bu inançların inkarı ciddi bir metodolojik tutarsızlığı beraberinde getirmektedir.

Şöyle ki, mehdi inancını reddedelim diyenler, eğer bu hadislerin geçtiği kitaplardaki tüm hadisleri kullanmayalım derlerse tutarlıdırlar. Mesela Ebû Dâvud’un iman, ihlas, ilim, tefsir, alışveriş, nikah vs. hadislerini kullanırım, mehdi hadislerini ise yok sayarım diyorlarsa bu tutum çelişki ve tutarsızlıktır. Zira tüm bu hadisler aynı ravilerle ve aynı yöntemle bize geldiler.

17) Mehdiyeti reddedenler bu inancın itikada zararlı, akla aykırı, Kur’an’ın ruhuna ters vs. olduğu gerekçesiyle bu reddi yapıyorlarsa, aynı gerekçeyle Kehf suresindeki Musa-Hızır kıssasını da Kur’an’dan çıkartmaları gerekir. Malumunuzdur ki bu kıssa yanlış yorumlamalar suretiyle bâtınîliğin temel argümanını oluşturmaktadır ve bu bâtınî yorumla mehdiyet inanacından çok daha fazla müslümanlara zararlı olmuş ve olmaktadır.

Demem şu ki, din bir usûl üzere anlaşılır. Bu usûlü uygulamayanlar yahut bazen uygulayıp bazen bırakanlar sürekli çelişkiler içinde kalmak ve yanlış sonuçlara varmak durumundadır.

 Mütalaalarım bu şekildedir. Doğrusunu tabii ki Allah bilir.

Mehmet Ali Büyükkara

Kaynak: HakSözHaber

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: