Merhum Ahmet Feyzi Kul Ağabeyin Kahramanlıkları

İhsan Atasoy’un kitabından çok az derlenen:

Merhum Ahmet Feyzi Kul Ağabeyin Kahramanlıkları

Evet Nurcuların baş tacı, Pek muhterem Alim, Fazıl, ve kahraman Merhum Ahmet Feyzi Kul Ağabeyimiz,  (1898-1972) İspartanın Uluborlu Halınca mahallesinde doğup daha sonraki senelerde Aydının ortaklar bucağında hayatını devam etmiştir. İlk tahsilini Uluborluda tamamladıktan sonra İstanbula gelen Merhum Ahmed Feyzi Kul Ağabey Osmanlının mektep ve medreselarinde eğitim görür. Genç yaşta İslami bilgilere büyük merak salan Merhum Ahmed Ağabey kısa zamanda pek çok kitap okuyarak bu konuda bilgi ve birikimini artırır. Senelerce yaşadığı hayat herkese nasip olmayan mahsulatla dolu neticelenmiştir.

“Hayatını davasına adayan Avukat Bekir Berk”i unutmak mümkün değildir ama. Öte yandan avukatların bile davayı almaktan çekindikleri günlerde “Risale-i Nurun manevi Avukatı” olarak bilinen Merhum Ahmet Feyzi Ağabey meydana atılır ve çok Cesur bir Alim ki, çok Avukatları geride bırakabilen biri.

 

AĞABEYİN SAVAŞ YILLARI

 

Merhum ve Mağfur Ahmed Feyzi Ağabey İstanbulun Darulmuallimȋn’in son sınıf öğrencisiyken emsalleri gibi tahsilini yarıda bırakarak cepheye koşar. Önce ihtiyat subayı olarak kıtaya sevk edilir. Talimgah eğitimini tamamladıktan sonra, kıtada öğretmenlik yapmaya başlar. Daha sonra  4 dördüncü ordu emrine verilir ve takım komuta olarak Sina Cephesi’nde görev yapar. 1918 Mart ayına kadar aynı kıtaya bağlı olarak hizmet yürütür.

 

Murhum Ahmet Feyzi Ağabey, Süriye-Filistin Cephesinde Ali İhsan Sabis Paşa komutasındaki Diri Bellut savaşlarında yaralanır ve İngilizlere esir düşer. Mısır’ın başkenti Kahire’de yaralı Türk subaylarının tedavi edildiği  Abbasiye Hastanesi’nde üç kez ameliyat edilir. Daha sonra Kahire’deki Heliopolis esir kampı’na gönderilir. 1917-1918 yılları arasında yirmi bir ay İngilizlerin elinde esir kalır. Bir süre Malta Esir Kampı’nda da kalan Merhum Ağabey burada İngilizceyi de öğrenir.

 

Sonra Filistin Cephesi’nde Ric’at Hareketi sırasında yaralanır ve kısmi felç geçirir. 1919’da esir mübadelesi kapsamında memleketine iade edilir.

 

Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra, bu defa İstiklal Savaşı’na katılmak üzere cepheye sevk edilir. Bu esnada sağ elinden giren kurşun elini deler geçer. Eli sakat kalır. Bu yüzden emekliye sevk edilir.

 

Merhum Ahmed Feyzi Ağabey’in savaş ve askerlik hayatı bu kadarla bitmez. O, “Helaket ve felaket Asrı”nın biri İkinci Cihan Savaşı’nı da yaşayanlardan. 1941’ de’ kırk küsür yaşlarındayken bu defa ihtiyat subayı olarak Milas’a gönderilir. Fakat burada beş ay kaldıktan sonra rahatsızlıkları yükselir. Beş ay süre ile askerlikten muaf tutulur. Fakat sağ kolda beliren felç sebebiyle bu süre bir seneye çıkarılır.

 

Görüldüğü gibi Merhum Ahmed Ağabeyin en verimli çağları cephelerde maddi savaşlarda geçer. Fakat o, yirminci asırdaki imansızlık cereyanıyla mücahedesinde de yerini alır. Asrın İmamı’nın yanında adeta cephelerden cephelere gider gibi hapishanelerde keskin hitap ve beyenlarıyla boy gösterir. Fakat ilginçtir, gazilik maaşı için devlete müracaat ettiği halde yetkili makam kendisini emekli maaşa bağladıktan sonra, maaşı almadan ahirete intikal eder. Adeta Nebiler ve Veliler gibi,”İn erciye illa”  alallah” diyerek ücretini Allah’tan almak üzere huzuruna çıkar. Onun birikmiş olduğu maaşlarıyla kardeşi Mehmed Emin kul onun adına hacca gider.

 

SON MÜDAFAA

 

1948’de Melhame-i Kübra denilen Afyon Mahkemesi’nde Üstad ve Nur talebelerinin huzurunda yaptığı son müdafaası, ahırzaman hadisatı hakkında, naslara (Kaynaklara) dayanarak ispatı esas alan bir şaeserdir. Hayalimizi altmış küsür sene önce Afyon mahkeme salonunda yapılmış ilimle cesaretin kol kola yürüdüğü son müdafaaya götürelim:

 

Bismihi Subhanehȗ

Sayın hakimler,

Sayın savcının baştan başa garaz ve mugalatadan ibaret olan son mütalaasını dinledik. Kendisine yüksek huzurunuzda şu suali sormak istiyoruz: Bize yaptığı isnadat, Denizli beratından evvel zamanımıza mı aittir? Yoksa o beraattan sonra ki zamana mı aittir? Eğer o beraattan  evvelki zamana ait ise, o beraat ve kaziye-i mahkeme, onları tamamen silmiş tasfiye etmiş ve hesabını görmüştür. Yok, ondan sonraki zamana ait .ise, bu cihetin üzerine biraz duralım:

Sayın savcının en belirli ithamı olan bu gizli cemiyet, Denizli beraatından sonra kurulmuş ise nerede, ne zaman ve kaç kişi tarafından kurulmuştur? Müessi,sleri kimlerdir? Bunlara dair edna bir emare ve delil elde etmişler midir? Bizi mevkuf tutabilmek için bir nakarat halinde bütün mahkemenin devamı müddetince tekrarladığı bu uydurma cemiyet isnadı, ilk iddianamesinde sarihan mevcut değildi. Zira ondaki itham aynen” idlal ve iğfalin derece-i şümulü de göz ününe alınmak suretiyle hareketi Ceza Kanunu’nun 163. maddesinin 1. fıkrasıyla 173 maddenin son fıkrasına uygundur” şeklindedir

Halbuki cemiyetçilik fıkrasıyla itham 163. maddenin 2. fıkrasına göredir. Mahkemenin devamı müddetince cemiyetçilik hakkında edna bir delil zahir olmadığı halde, mümaileyhin bu isnadını daha kuvvetle tekrarlaması, iddiasını kanun ve delaile değil, sırf hissiyata dayandırdığını göstermektedir. Sayın savcı bu son talebinde cemiyet isnadına dair hiç delil ve emare elde etmediğini itirafla beraber,heyet-i celileden delilsiz olsa da cemiyetin vücudunu kabul etmelerini ister bir tarzda gizli, cemiyete delil aramaya lüzum olmadığını adeta bir vaz-ı kanun gibi tasrih etmiş ve o yolda talebini yapmıştır.

 

Sayın Hakimler,

Heyet-i celileniz bu takdirde hükmünü niye isnad ettirecektir?  Delile dayanmayan bir hükmün kanunla ve adaletle alakası kalır mı? Halbuki kanunda, “ Devletin emniyetini ihlal edebilecek harekete haklı teşvik veya bu babda cemiyeti teşkil edenler ve teşkilatın bir güna fiilî eseri çıkmamış olsa bile…” şeklindedir. Buna nazaran cemiyetin vücudu için sayın savcının formalite dediği kanunȋ teşkilatın vücudu şarttır.

 

HANGİ CEMİYET?

 

“Teşkilatın bir güna fiilî çıkmamış olsa bile…” fıkrası bu teşkilata dair bir güna delil  elde edilmemiş olsa manasına mıdır? Yoksa bu teşkilatın hariçte bir hadise-i filiyesi zuhur etmemiş olsa manasınamıdır.? Fıkranın evvelindeki “teşkilat” kelimesi maksut manayı tamamen izah etmektedir. Fıkrayı yalınız teşvikat kelimesiyle olursa, “Teşvikatın güna fiilȋ eseri çıkmamış olsa…” şekline girer. Buna nazaran teşvikat olacak, fakat bunun neticesinde hiçbir hadisei filiye zuhur etmeyecek. Aynen teşkilat olacak fakat bu teşkilat sebebiyle hariçte bir hadise, bir eseri fiilî tekevvün etmeyecek demektir.

“Fiilȋ eser” kelimesi de bu manayı ifade eder.

Sayın savcı bizim tesanüdümüze ve bağlılığımıza ve ima siyanetimize ve yekdiğerimize muhabbetimize ve  birbirimiz için feragat ve fedakârlığımıza bakarak cemiyet hükmünü veriyor. Halbuki bunlar evsaf-ı mü’minindir. İmanı kavi, bid’at ve dalaletlere boyun eğmemiş, hakiki ve halis ehli iman elbette Müslümanlığın bu kabil cevheri maneviyesiyle, yani hakiki mezaya-yı insaniye ile müzeyyen olacaktır. Şüphesiz dindeki alakası daha mebna’yı diyanet olan Kitabullahın kaç sure olduğunu fark etmeyecek kadar zayıf olan bir İnsandan gayret-i diniye ve cemiyet-i imaniye ve şevk-i iman ve Allah ve sevgisi gibi hasıl-i âliyenin manasını bilmesini ve onların şumȗl ve tesirlerini anlamasını beklemek abes olur,

Sayin Hakimler,

Müslümanın ve Müslümanlığın haiz olduğu necaib-i ahlakiyeyi ve fezail-i kudsiyeyi ve rabita-i islamiye ve uhuvvet-i diniyenin mertebesini sizin yüksek huzurunuzda tekrar., zait olur. Yalınır burada teberrüken birkaç misal vereceğım. Taki diyanet bağından ve uhuvvet-i imaniyeden haberi olmayanlar anlasınlar. Hazret-i Kur’an Müminlerin birbirine karşı sevgi ve merhamet muamelelerini ve yekdiğerine karşı sevgi ve merhamet muamelelerini ve yekdiğerine karşı azamî ferağat ve tevazu ile bağlanmalarını ve bilhassa esna-yı mücadelede ve bilhassa esnayı  mücahedede şiddeti tesanütlerini ve aralarında rabıta-yı müşterek olan Allah sevgisinin azamet-i derecesini şu vasıflarla bildiriyor ve emrediyor.

“Mü’minlere karşı alçak günülü (şefkati) kafirlere karşı onurlu ve zorlu (olun)…”Maide  Suresi,5/54. (Bu ayat İle biz nasıl  davranmamız icab ettiğini öğretiyor)

 

Çok az bir kısmını derleyip kardeşlerle paylaşan:       Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: