Meşveret Heyetinden “MÜSPET HAREKET VE SİYASET” Açıklaması!

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.” Hucurât Suresi, 10

Memleketimizde bir Hizmet grubuyla hükümet yöneticileri ve taraftarları arasında baş gösteren ve millet olarak hepimizi üzen ve rahatsız eden çatışma ortamının bir an evvel sükûnete ermesi ve en az zararla son bulması hepimizin ortak arzusudur.  Bu konuda bizlere düşen vazife, Ayet-i kerimede emredildiği gibi, tarafların arasının düzelmesi için gayret göstermektir. Her iki tarafa da elimizden geldiği kadar itidal tavsiye etmek, meselelerini kavga ortamında değil sulh içinde çözmeye çalışmalarını söylemek durumundayız.  Bunun ötesinde, konuyu her ortamda gündeme getirmek, bir tarafın lehinde diğerinin aleyhinde beyanlarda bulunmak kavganın büyümesinden ve genişlemesinden başka bir işe yaramaz. Şahsî kanaatimizi soranlara sulhtan yana olduğumuzu, aksi halde her iki kesimin de, memleketimizin umumunun da bundan zarar göreceğini anlatmakla ve yangının bir an önce sönmesi için dua etmemiz gerektiğini ifade etmekle yetinmeliyiz.

Bu veya benzeri hadiseler istikbalde yine vuku bulabilir. Bunu dikkate alarak “Müsbet Hareket”  ve  “Siyaset” konularında Nur Külliyatından derlediğimiz bazı metinleri sizlere takdim etmekte fayda gördük.

ÖNSÖZ

Beşeri dalaletten hidayete, zulümattan nura çıkaran, insanların nefislerini tezkiye eden, akıllarına muallim, ruhlarına mürebbi, gönüllerine kandil olan, milyonlarca insanı evliya, asfiya, mürşid ve müceddid makamına çıkaran Kur’an-ı Azimüşşan hakkında binlerce tefsir yazıldı.  Risale-i Nur da Kur’anın manevî bir tefsiridir. Ondaki ulvî hakikatler,  iman, marifet, ahlâk, edep ve irfan sahasında büyük fütuhat yapmış, başta Arapça ve İngilizce olmak üzere kırktan fazla dile çevrilmiş, hamiyetli ve gayretli insanlar tarafından Avrupa, Amerika, Afrika ve Asya kıtalarına kadar ulaştırılmıştır. Şimdi dünyanın her tarafından gelen ses Bediüzzaman’ın sesidir.

Cenab-ı Hak, lütuf ve kereminden ahir zamanda Peygamber Efendimizin (sav) büyük bir varisi ve asrın müceddidi olan Bediüzzaman gibi mümtaz bir şahsiyeti insanlığın imdadına gönderdi.

“Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alakam yok.” (Mektubat) diyen Bediüzzaman Hazretleri, altı bin sayfalık bir marifet hazinesi olan Risale-i Nurlarla bir taraftan iman ve Kur’an hakikatlerini mukni delillerle izah ve ispat ederek gençleri her türlü menfi cereyanlardan, batıl itikatlardan,  sefahat ateşinden muhafaza etmiş, diğer taraftan neşrettiği lahikalarla Nur talebelerinin hadiselere, dünya cereyanlarına ve siyasete bakış açılarını ortaya koymuştur.

Hayatı boyunca iman ve Kur’ân hizmetini her şeyin fevkinde gören, davasından hiçbir taviz vermeyen, akıl almaz zulüm ve işkencelere maruz kaldığı halde,  daima müsbet hareket metodunu uygulayıp bedduayı bile menfi hareket sayan, kendisine hapishanelerde yer hazırlayıp zulmedenlere bile hakkını helal eden ve talebelerine de sabrı ve müsbet hareketi tavsiye eden Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından kısa bir zaman önce umum Nur Talebelerine vermiş olduğu,  kendisinin de  hayatı boyunca titizlikle tatbik ettiği en son dersi  ‘Müsbet Hareket’ olmuştur. Üstad Hazretleri bu mektubun bir yerinde:  “Benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz.” buyurarak Nur Talebeleri’nin her türlü menfi cereyanlardan şiddetle kaçınmalarını tavsiye etmiştir.  Üstadımızın en fedakâr talebelerinden biri olan Zübeyir Ağabey, bir sohbette Üstad Hazretlerinin şu sözünü nakleder: “Kim saçın teli kadar İslamiyet’e hizmet ederse, onu kucaklayın ve takdir edin.”

Şunu da ifade edelim ki, bir mümin kardeşinin kusurlarına ve eksiklerine bakarak, ona kin ve adavet besleyen kişi insafsızlık etmiş olur. Hâlbuki insanların birbirini sevmesi için birçok sebep vardır. Evet, her insanın noksan tarafları, zafiyet noktaları ve bazı hoş olmayan hareketleri olabilir. Asıl kemal, insanın kendi kusurları görmesi, onların izalesine çalışması ve kalbindeki kin, nefret ve adavet gibi hisleriyle mücadele edip ıslah etmesi ve yerlerine muhabbet ve uhuvveti yerleştirmesidir. Mümin kardeşlerinin güzel taraflarına bakmamak, onların sadece kusurlarını ve noksan taraflarını görmek şeytanın en büyük bir oyunudur.

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde  a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti/mağlubiyeti noktasında hükmeyler…

Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü’min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur.” (Lem’alar)

İnsana yakışan hareket,  kardeşlerinin kusurlarının izalesine çalışmak ve onları kusurlarıyla sevmektir. Bir doktorun, hastasına değil hastalığa düşman olması ve onun tedavisine çalışması gibi, insanlar ve özellikle aynı gayeye hizmet eden müminler de birbirlerinin kusurlarının izalesine ve ıslahına çalışmalıdırlar.

“Mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.”    (Mektubat)

Hepimiz bir vücudun azalarıyız. Vücudumuzdaki her hangi bir organın rahatsızlanmasıyla bütün vücut rahatsız olduğu gibi, yaşanan bu hadiselerden dolayı da hepimiz son derece üzüntü duymaktayız. Hepimize düşen görev, ihtilafları yumuşak dille halletmek ve kardeşler arasındaki kırgınlıkları gidermektir.

MÜSBET HAREKET

Müsbet, “ispat edilmiş” demektir. İspat edilen, ortaya konulan ve istifadeye sunulana müsbet denir.  İman müsbet, küfür menfî olduğu gibi, bütün hayırlar, güzellikler müsbet, bunların zıtları ise menfîdir. Muhabbet müsbet, adavet menfidir. İttifak müsbet, ihtilaf menfidir. Çalışmak müsbet, atalet menfidir. Ümit müsbet, yeis menfidir.  Güzel ahlâk müsbet ahlâksızlık menfidir.

 O halde, müsbet hareket denilince, öncelikle insan kalbine iman hakikatlerini  hâkim kılmak ve bu iman temeli üzerine, başta ibadet ve güzel ahlâk olmak üzere hayrın, doğrunun, faydalının bütün şubelerini bina etmek anlaşılır.

 “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır: Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren, müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”    (Emirdağ Lâhikası)

Bu cümlelerde müsbet ve menfî hareketlerin en önemlileri nazarımıza sunulmuş bulunuyor:

1-Rıza-yı İlâhî için çalışmak müsbet; riya, gösteriş ve menfaat için çabalamak menfîdir.

2-Hizmet-i imaniyye müsbet; küfür ve dalâlete, isyan ve sefahate çalışmak menfîdir.

3- Sebeplere teşebbüsten sonra Allah’a tevekkül etmek müsbet; vazife-i İlâhiyyeye karışmak menfîdir.

4-Asayişi muhafaza müsbet; kavga ve ihtilâl çıkarmak, huzur ve emniyeti ihlâl etmek menfîdir.

5- Sabır ve şükür müsbet; sabırsızlık ve isyan menfîdir.

Nur Külliyatında Müsbet Hareketin bu beş esası hakkında birçok bahisler vardır. Bunlardan bir kısmını aşağıda takdim ediyoruz:

       1.       Birinci madde olan “Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapma” ifadesinde geçen “Rıza-yı İlâhî” meselesinin en güzel açıklaması İhlas Risalesidir. Bu risale dışında Nurun birçok derslerinde de bu husus üzerinde önemle durulmuştur. Bunlardan birkaç misal:

“Bu dünya darü’l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A’mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir.” (Kastamonu Lâhikası)

“Nasıl ki Risale-i Nur’u ve hizmet-i imaniyeyi, dünyevî rütbelerine ve şahsım için uhrevî makamlarına alet yapmaktan sırr-ı ihlâs şiddetle beni men ettiği gibi; öyle de, kendi şahsımın istirahatine ve dünyevî hayatımın güzelce, zahmetsiz geçmesine, o hizmet-i kudsiyeyi alet yapmaktan cidden çekiniyorum.” (Emirdağ Lâhikası)

Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.”   (Lem’alar)

2.“Hizmet-i imaniye” Nur talebelerinin vazifeli oldukları kudsî hizmettir. Bu hizmetin ehemmiyeti hakkında Nur Külliyatında yer alan bahislerden bazı kısımları aşağıda takdim ediyoruz:

Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var, başka cereyanlarla alâkam yok.” (Mektubat)

 “Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.”  (Lem’alar)

3.Vazife-i İlahiyeye karışmamak: Bir hayrın tahakkukunda kulun vazifesi o hususta gerekli bütün şartları yerine getirmek, sebeplere eksiksiz teşebbüs etmektir. Zira neticeleri yaratmak Allah’ın vazifesidir.

“Cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”   (Emirdağ Lâhikası)

“Celâleddin Harzemşah gibi, “Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakkın vazifesidir” deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım.”   (Emirdağ Lâhikası)

“Risale-i Nur şakirtleri, hizmet-i Nuriyeyi velâyet makamına tercih eder; keşif ve kerâmâtı aramaz ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz ve vazife-i İlâhiye olan muvaffakiyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstahak oldukları şan ve şeref ve ezvak ve inâyetlere mazhar etmek gibi, kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazifemiz hizmettir, o yeter” derler.” (Kastamonu Lâhikası)

4.Asayişi muhafaza etmek:

“Asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî  âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.” (Emirdağ Lâhikası)

“Risale-i Nur, tahkikî iman dersleri verir. Şâkirdlerini her türlü fenalıktan alıkoyar. Kalblere doğruluk aşılar. Onu hakkıyla anlayan artık fenalık yapamaz. Onun içindir ki, bugün memleketin her tarafındaki Risale-i Nur talebeleri, asâyişin manevî muhafızı hükmündedirler. Şimdiye kadar hiç bir hakikî Nur talebesinde âsâyişe münafi bir hareket görülmemiş, âdeta Nur talebeleri zabıtanın manevî yardımcısı olmuşlardır.”  (İşârâtü’l-İ’caz)

“Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır.”  (Emirdağ Lâhikası)

“Otuz kırk senedir bu hizmet-i imaniye için, benim hakkımda habbeyi kubbe yapıp, bir bardak suda fırtına çıkarıp beni tâciz ettikleri halde, sırf hizmet-i imaniyenin bir neticesi olan âsayiş için sabır ve tahammül ettim.”  (Emirdağ Lâhikası)

“Bunda şek ve şüphe kalmadı ki; beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, asayişi bozmak garazı takip ediliyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki: Binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatına ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki; ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin asayişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım.”     (Emirdağ Lâhikası)

5.Herbir sıkıntıya karşı sabırla ve şükürle mukabele etmek:

“Müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.”   (Emirdağ Lâhikası)

“Bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; âsayiş, idare lehinde sabır ve tahammüle karar verdim.”  (Emirdağ Lâhikası)

Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebat ile çalışmalarını tavsiye ederim.”    (Emirdağ Lâhikası)

                                                               ***

Üstad hazretlerinin “Müsbet Hareket” noktasında üzerinde hassasiyetle durduğu önemli bir mesele de, İslâm’a farklı metotlarla hizmet eden Müslümanlar arasında  birlik ve beraberliği tesis  etmektir. Bu ehemmiyetli nokta üzerinde çok tahşidat yapmış ve meşreb farklılığının ihtilâfa dönüşmemesine azamî gayret göstermiştir. Bu konuda takip etmemiz gereken yolun bir haritasını dokuz madde halinde bizlere şöyle derse vermiştir.

1.Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.

2.Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,

3.Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır,” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,

4.Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,

5.Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,

6.Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,

7.Nefsini ve enâniyetini,

8.Ve yanlış düşündüğü izzetini,

9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.   (Lem’alar)

İkinci maddenin geniş açıklaması Uhuvvet Risalesi’nin tamamıdır. Bu mevzuda  diğer risalelerden de  birkaç mesele nakletmekle yetineceğiz:

Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır.”(Hutbe-i Şamiye)

Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.”  (Divan-ı Harb-i Örfî)

“Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir.”  (Şuâlar)

“Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.” (Şuâlar)

“Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.”   (Barla Lâhikası)

İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.”   (Mektûbat)

Üçüncü maddede yer alan “farklı meslek ve meşreb sahipleriyle ittifak” konusunda Nur’lardan  üç  önemli  ders ve ikaz:

Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ  noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.”  (Kastamonu Lâhikası)

“Madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalâlet ihtilâfdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeâiri bozarak Kur’ân ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilâf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.”    (Emirdağ Lâhikası)

“Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor?”  (Lem’alar)

Altıncı maddeden dokuzuncu maddeye kadar “hakkı batılın savletinde kurtarma” üzerinde duruluyor ve bunun şartları üç madde halinde sıralanıyor. Ve sonuna, bu şartların yerine getirilmesiyle ihlasın kazanılacağına vurgu yapılıyor.  Üstadımızın şu ifadeleri de bu noktaya kuvvet vermektedir:

Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve Ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.” (Lem’alar)

İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?”  (Mektûbat)

SİYASET-İ DÜNYA

Bu mevzuda Risale-i Nur Külliyatı’ından bazı nakiller yapmadan önce, yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için bir hususun önemle belirtilmesi gerekiyor. Nur talebeleri siyaset müessesesine ve milletimize bu yolla hizmet veren siyasilere karşı değillerdir ve olamazlar da. Milletimize ve memleketimize bu yolla hizmet etmeyi gaye edinmiş hamiyetli insanlara minnet ve şükran borcumuz vardır.

Nur Külliyatında yer alan siyaset aleyhindeki metinlerin ana hedefi, İman ve Kur’an Hizmeti’nde bulunan Nur talebelerinin, kendi asli vazifelerini terk yahut ihmal edip, siyasetle aktif olarak meşgul olmalarına mani olmaktır.

Üstad Hazretleri talebelerini aktif siyasetten men etmiştir.  Nur talebeleri, meşveret ederek bir siyasi partiyi oylarıyla desteklemenin ötesinde, siyasetle doğrudan ilgilenmezler; bütün himmet ve gayretlerini iman hakikatlerinin neşir ve ilanına hasrederler.

Nur talebelerinin aktif siyaset yapmalarının mahzurları Risale-i Nur’un muhtelif derslerinde çeşitli yönleriyle ele alınmıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

1- Ölçüsüzce yapılan siyaset, insanları  “Allah için muhabbet etme ve yine Allah için buğz etme”  esaslarına zıt bir yola sevk edebilir.

Üstad  hazretleri Uhuvvet Risalesinde “müminlerde şikak ve nifakın, kin ve adavetin” sebebini “tarafgirlik, inat ve hased” olarak beyan eder.

Tarafgirlik, kendi mesleğini, meşrebini veya partisini sevmekte ölçüyü kaçırıp kendi tarafında olmayan kimselere düşmanlık beslemek demektir.  Üstad hazretleri bu çok tehlikeli tarafgirliği şöyle dile getiriyor:

                               “Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice ereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin! ‘Elhubbu  fillahi velbuğzu fillahi’ düstur-u Rahmanî yerine, el-iyâzü billah ‘El hubbu fissiyaseti velbuğzu lissiyaseti’ düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine mânen şerik eylemesin.” (Kastamonu Lâhikası)

                               “Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “Eûzü billâhi mineşşeytani vessiyaseti” dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasîyeden çekildim.”  Mektûbat

Buna binaen Üstadımızın;  “siyaseti ve maddi mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak” prensibini bütün Nur Talebelerinin emir telakki edip hayatlarına tatbik etmeleri ihlâs ve sadakatin bir gereğidir. Ancak, bir Nur Talebesi siyaset yoluyla dine ve vatana hizmet etmek istiyorsa, cemaat adına değil, kendi namına siyasete girebilir.

2-Aktif siyasette,  Nur hizmetinin dünya menfaatlerine alet edilme tehlikesi söz konusu olabilir.

İman hizmeti siyaset üstü bir davadır ve bu hizmet yalnız Allah rızası için yapılır,  hiçbir şeye alet edilemez.

Üstad hazretleri  “Kur’an’ın vazife-i asliyesi, daire-i rububiyetin kemâlât ve şuunatını ve daire-i ubudiyyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir.” buyururlar.  Kur’ânın bu asırda bir mucize-i maneviyesi olan Risale-i Nur Külliyatı da bu iki esas üzere gitmektedir. Bundan daha büyük bir dava olamaz ki Nur hizmeti ona alet ve vasıta olsun.

Üstad hazretlerinin bu konuda çok ikazları vardır. Bir kaçını nakletmekle iktifa edeceğiz.

“İman hizmeti, iman hakaiki, bu kâinatta her şeyin fevkindedir, hiçbir şeye tâbi ve alet olamaz.”  (Kastamonu Lâhikası)

“Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki, kâinatta hiçbir şeye alet ve tâbi ve basamak olamaz ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlûp edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalâletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.

İşte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi olmuyor-tâ avâm-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye alet olmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikati, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.”   (Emirdağ Lâhikası)

“Hakikat-i İslâmiye bütün siyâsâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyeti kendine alet etsin.”  (Hutbe-i Şamiye)

Risale-i Nur şakirdlerinin, mümkün olduğu kadar,  siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasisleridir. Çünkü halisane hizmeti Kur’aniye nur talebelerine her şeye bedel kâfi geliyor.’’

3-Siyasî tarafgirlik iman hizmetinin sahasını daraltır.

Üstad hazretleri siyasetten uzak bir iman hizmeti sergilemiş, bu sayede  Kur’an hakikatleri bütün kalblerde makes bulmuştur. Siyaset ve tarafgirlik olsa bu ulvî hakikatler sadece dar bir sahaya ulaştırılabilir, o saha dışında kalanlar bu nurlardan mahrum olurlar.

Nur Külliyatında bu konu üzerinde de çok tahşidat yapılmıştır. Numune olarak birkaçını takdim ediyoruz:

“Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahibleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.”  (Emirdağ Lâhikası)

“İman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman, derste fark etmez. Hâlbuki siyaset tarafgirliği, bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır.”   (Emirdağ Lâhikası)

“Nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni ve’s-siyaseti” deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyaset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var.” (Mektûbat)

“Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârâne telâkkiyatlarından müberrâ ve sâfi olan bir makamda verilen ders-i Kur’ân ve gösterilen Envâr-ı Kur’âniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve itham etmemek gerektir.” (Mektûbat)

4-Nur Talebelerinin aktif siyasetle meşgul olmaları Nurlardaki ulvî hakikatleri nazardan düşürüp  kıymetlerini tenzil etmeye sebep olabilir.

İman hakikatlerinin  ihlas ve sadakat ile ve hiçbir maddî ve manevî menfaat beklemeden muhtaç gönüllere ulaştırılması esastır.  Nurlarla verilen iman derslerinin,  bir siyasî partinin menfaati namına neşredildiğini vehmeden bir kimsenin nazarında,  o hakikatlerin gerçek değeri perdelenir.

Üstadımız bu konuda şöyle buyururlar:

“Elhamdü lillâh, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim.”  (Mektûbat)

“Hakaik-i imaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, “Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.”  (Mektûbat)

5-Siyaset yoluyla memleketin maddî kalkınmasını temin etmek, haricî düşmanların hücumları engellemek gibi hizmetler de elbette gerekli ve önemlidir. Ancak, bozulan kalplerin ıslahı, şüpheye düşmüş akılların ikna edilmesi, dejenere olmuş ahlâkın yeniden inşası gibi “kalbin tasfiyesine ve nefsin tezkiyesine dönük faaliyetler”  ancak iman ve Kur’an hakikatlerinin akıllara ve kalblere hakim kılınmasıyla mümkün olur. Risale-i Nur ve onun fedakâr talebeleri bu dehşetli asırda bu büyük vazifeyi en mükemmel şekilde yerine getirmişlerdir. Bu mevzuda üstadımız şöyle buyurur:

“Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder. Hem nur, hem topuz-ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.”  (Lem’alar)

                                                               ***

Üstad Hazretlerinin, yukarıda ancak bir kısmını naklettiğimiz, çok önemli fikirleri, İslam’a hizmet eden bütün meslek ve meşrep  mensupları için geçerli olan  umumî kaideler ve düsturlardır.

Bu noktada bir hususun önemle dikkate alınması gerekiyor:

Siyaset de diğer meslekler gibi bir meslek olarak düşünülmelidir. Bir ehl-i ticaretin insanların ihtiyaçlarını yerine getirmek için   çalıştığı  gibi,  bir siyasî parti ve mensupları da memleketin yönetimine talip olmuşlardır, o konuda çalışırlar.  Herkesin kendi iş yerinde durup müşteri celbetmeye çalışması gibi onlar da partilerini kurmuşlar ve faaliyet göstermektedirler.

Nur talebeleri ve diğer İslamî meşrepler, meslekler,  cemiyetler, vakıflar ve  dernekler  insanların ruhlarının terakki ve tealisi üzerinde mesai sarf etmektedirler. Bu çok hayırlı hizmete talip olanların yapacakları şey, kendi sahalarında daha ileri gitmenin, daha çok insana ulaşmanın yollarını aramak, daha fazla gencimize yardım ellerini uzatmaktır. Bu bahtiyar insanlar, başka dünyevî meslekleri icra edenlerin işlerine fazla karışmadıkları gibi, siyasî faaliyetlere de aşırı ilgi göstermekle kendi aslî görevlerini ihmalden hassasiyetle kaçınmalıdırlar.  Memleket yönetimiyle ilgili kanaatlerini yahut kendilerince yanlış telakki ettikleri gidişata dair fikirlerini ise yetkililere ya bizzat, yahut basın yoluyla iletmekle yetinmelidirler. Bunun ötesine geçtikleri takdirde,  yaptıkları hizmetler büyük zarar görebilir.

Cenab-ı Erhamürrahimin İsm-i Azamın hakkına ve Resul-i Ekrem (A.S.M.)’in hürmetine hepimizi sırat-ı müstakimde daim kılsın ve rızası dairesinde hareketi nasip ve müyesser buyursun, amin…

Meşveret Divan Heyeti
12 Şubat 2014