“Mevlana ve Bediüzzaman” Bir Transkritik

Mevlana’nın babası “Sultan ül ülema Bahattin Veled’di. Anası ise türbesi Karaman’da bulunan Mader Sultan’dı.

Baba kuvvetli bir şahsiyete sahip bir âlim ve şeyhtir. Mevlana ilk otuz yılda 1200-1231 arasında onun gölgesindedir. Belh, Afganistan’ın tanınmış şehirlerindendi. Türkçe ve Farsça birlikte konuşulurdu.

Bediüzzaman ise çocukluğunda Türkçe –Kürtçe – arapça belki farsça konuşulan bir muhitte büyüdü.

Bediüzzaman bir köylü ailesinden geliyordu, babası Sofu Mirza anası ise Nuriye hanımdı.Sofu Mirza tarladan dönerken hayvanlarının ağzını bağlar, çocuklarına başkalarının tarlalarından yenilen otlardan dolayı haram süt vermek istemez. Anası Nuriye Hanım’ın kucağında camdan dışarıyı seyrederken ileri yaşlardaki kâinat seyirlerini yapar ve gözü onlardan mana balları çıkarırdı.

Bediüzzaman daha buluğ çağından önce kimsenin şemsiyesi altına girmemiş, hayatının daha o yaşlarda hesabını kendi kendine yapan, medreselerdeki eğitim sistemini eleştiren, hocalarına başkaldıran, ama bir şeyler yapmak isteyen, kısa sürede bütün sıralı eğitimi aşıp beklenmedik bir noktaya gelen bir şahsiyettir.

HAYATI YÖNLENDİREN RÜYALAR

Her iki ailenin hayatında rüyalar önemlidir. Bahattin Veled ihtişamlı bir otağda Peygamberimiz bütün yakınları ile birlikte oturmuş sohbettedir. O sıra Bahattin Veled saygı ile huzura gelip Efendimizin iltifatlarına mazhar olmuş, kendisine sağ başta yer gösterilmiştir. Hz Muhammed bu alime iltifat ve etrafındakilere hitap ile “Bahaddin’in katımızda itibarı büyüktür, onu bundan böyle Sultan ül Ülema diye anınız” demiştir. Ertesi gün aynı rüyayı gören üçyüz bilgin saygı ile Sultan ül Ülema’nın medresesine gelirler, gördükleri rüyayı hepsi aynı şekilde anlatır, aynı anda bu kadar insan aynı rüyayı görmüştür, o da aynı rüyayı gördüğünü anlatır.

Bediüzzaman da Peygamberimiz ona “ümmetimden sual sormamak şartı ile sana ilim verilecektir” demiştir. Demek ilahi bir takdir ile iki büyük okulun kuruluşu için tensibatı kudsiye belirlenmiştir. Yavuz da bir sabah namazından sonra bir sipahi neferinden gördüğü rüyayı dinler. Çar-yar-ı Güzin hazeratı Topkapı sarayının kapısına gelir ve o gönül ehli sipahi neferine “Padişahına söyle harameynin koruma ve kollama görevi kendisine verildi” der ve giderler. Büyük hükümdar ağlar, secdeye kapanır. “Hasan Can orduyu hazırlayın sefer mukadderdir” der. Hayrola hükümdarım der musahibi , o da “ Hasan Can bir yukarıdan emir almadan hangi işe gireriz, öyle değil mi?” Kur’an bağlılık iki büyüğün de temel hareket noktası idi.

Men bende-i Kur’anem eğer candarem
Men hak-i reh-i Muhammed Muhtarem

Bediüzzaman da hem Kur’an ‘a hizmet eden hem de onun için;

Kur’anımız yer yüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem” diyecek kadar Kur’an’ın davasını savunuyordu. Bu Kur’an sevgisinden farklı bir durumdu, kişisel anlamda kişi Kur’an’ı okur ve onunla amel edebilir ama bu söz de Kur’an’ın davasını dava edinmek vardır.

“Elde Kur’an gibi bir mucize-i baki varken başka bürhan aramak aklıma zait görünür
Elde Kur’an gibi bir bürhan-ı hakikat varken münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir” der.

Bediüzzaman ünlü Risalet-i Ahmediye risalesinin başında. Peygamber için söylediklerinin hareket noktası ise bütün sözlerinin onun güzelliğinden etkilendiğidir. “Evet şu söz güzeldir. Fakat onu güzelleştiren güzellerin güzeli olan evsaf-ı Muhammediyedir”Aleyhissalatu Vesselam.

DÜNYEVİ MAKAMLARDAN UZAK

İkisi de dünyanın en büyük makamlar ve mevkilerinden uzak ve o mevkileri işgal edenlerden daha büyük itibara sahiptiler.

Mevlevilik padişahları da cazibesine almış, büyük sanatçılara mekteplik etmişti.

Goethe Mevlananın birkaç tercüme beytini okuduktan sonra hayret ve hayranlığa , complekse düşmüş Farsca öğrenerek onu taklid etmeye başlamıştır.

Molla Cami onun için “peygamber değil ama kitabı var “ demiştir.

Bediüzzaman’ın eserleri de her sınıf insanı cazibesine kaptırmıştı.

Yaşadığı süre içinde başta Osmanlı padişahları, daha sonra meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde her devrin siyasi iktidarlarını ve reislerini etkilemiş, yerine göre onlarla mücadele etmiş, yerine göre onlara siyasi anlamda makul fikirler ilka etmiştir.

Her iki okul da gelenek ve töreye, usül ve erkana çok bağlı idiler.

Her iki insan da İslamiyet’e taze bir yorum getirmişlerdir. Bu yorum devirlerinin ve olumsuzluklara göre şekilleniyordu.İnsanların ilgisini çekmişler ve büyülemişlerdir.

İKİ BÜYÜK OKYANUS

Bu iki büyük insanı anlatmak iki okyanusun arasında kalmak gibi zor bir şey.

Mevlana şule-i Şems ile akıl almaz ve zaten aklı hiçe sayan çılgınlıkların doruğundaki göz cisimlerine dönmüştü, Mevlevilik bu cazibenin etrafında oluşmaya başlayacaktı.

Peygamber öksüz ve sahipsiz biriydi, ama herkes onun sayesinde bin yıldır kaybettiği maverai ve lahuti yolu bulmuş olacaktı. Akif’in dediği gibi

Ondört asır önce yine böyle bir geceydi
Çölden ayın ondördü bir öksüz çıkıverdi

Allah isterse bir köy köşesinden âlemi tesir altına alan nebevi güneşler çıkarırdı ve öyle yaptı.

Bahattin Veled bulunduğu bölgede çekilmez, alimler onu kıskanır, o da göç etmek ister.Aile önce haca daha sonra Diyar-ı Rum’a doğru hareket ederler.

Yollarındaki Nişabur’dan ayrılırken bir büyük veli “ Subhanallah bir derya bir ırmağın peşine düşmüş gidiyor” der. Irmak Sultan Bahaattin ve

Deniz de Mevlana’dır.

SOSYAL İLİŞKİLER AĞI

Nişabur, Bağdat, Kabe , Ravza, Şam, Halep, Malatya , Erzincan , Sivas, Kayseri , Niğde, Larende(karaman) a gelirler.

Peygamberimiz Suriye ve civar ülkelere gider ticaretle uğraşır, insanları tanır, itikadları tanır, Allah onu peygamber yapmak istemiştir, ama insanları tanımasını gerekli bulmuştur, kırk yaşına kadar insanları , çevreyi ve itikadları, sosyal ilişkiler ağını tanımıştır.

Bediüzzaman da Van, İstanbul, Ankara, Kostruma, Avusturya , Rusya , Almanya , Erzurum , Pasinler, Trabzon ,Burdur, Isparta , Şam, Selanik gibi şehirlerde yaşamış, insanları tanımış, portrelerini çizmiş , dünya görüşlerini anlamış velhasıl büyük bir yenilik ve değişim hareketinin sahibi elbette değiştireceği cemiyeti bir camın arkasından göremezdi.

Bahaddin Veled de felsefe aleyhtarı idi , onun halifesi Seyyid Burhaneddin ve Tebrizli Şems , Sultan Veled’de de aynı durum mevcuttur.

Bediüzzaman bütün felsefeyi ve filozofları değil, ateist ve nihilist ve materyalist , Natüralist felsefecilere karşı idi. “Risale-i Nur’un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise , mutlak değil belki muzır kısmınadır. Çünkü felsefenin hayat-ı ictimaiye-i beşeriyeye ahlak ve kemalat-ı insaniyeye ve sanatın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise Kur’an ile barışıktır, belki Kur’an’ın hikmetine hadimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor, müstakim menfaattar felsefeye ilişmiyor.

Mevlana’nın mesnevisi kıyas erbabını küçümseyen örneklerle doludur. Hasta ile Sağır, Dudu ile Kuyumcu, Şaşı ile Üstad ve Öğrenci ile Gemici bunlardandır.

ESAS HEDEF TEVHİD

Mevlana da Bediüzzaman da öğretilerinin önemli teması olarak tevhidi görürler. Mevlana” Allah’a kıyas ve akıl yolu ile değil, gönül ve aşk yolu ile varılır” der. Mevlana’nın muhatabı kalptir, çünkü o dönemde hitap daha çok kalbedir, akıl materyalizm, nihilizm, inkârcı görüşler ve felsefe ile tanışmamıştır. Bu yüzden akıl sorun çıkarmaz, hitap daima kalbedir.

Bediüzzaman’ın asrı ise batı felsefesinin fena kısmı , fenden gelen fikirler, maddeci ve tabiatçı görüşler yüzünden aklın sağlıklı yorum yapamadığı bir dünya vardır. Bediüzzaman aklın almadığı hakikatleri ispatlarla, aklı ikna etmekle başarır.

Onun büyük eserlerinde sürekli akıl şüpheden kurtulup temizlendikten sonra inanır ve arkasından aklın şüphesinden kurtulması ile kalp de akıl ile birleşir, akıldan kalbe bir yol çizilir. Mesela Dördüncü Söz namaz ile ilgilidir iki sahifelik eserin on cümlesi aklı namaza ikna etmek içindir.

AKIL KALB BERABERLİĞİ

Haşir risalesinde akıl âhireti kabul etmekte zorlanır, Bediüzzaman otuz üç epizotluk bu eserinde inanmayan bir insanı inanmaya akli kıyaslar ve muhakemelerle hazırlar, bahsin sonunda akıl artık kabul eder. Ve Bediüzzaman bütün bahiste aklı ikna edip âhireti kabule getirdikten sonra yaptığından emindir ve eserinin bu konudaki fevkaladeliğini anlatır. “ Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi gibi kati bir surette anlamak istersen haşre dair Onuncu Söz ile Yirmidokuzuncu söze dikkat ile bak. Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen gel parmağını gözüme sok” (Sözler 103)

Bütün eserlerinde aklı ikna ettikten sonra akıldan kalbe yol açar, nice nihilist ve ateistler onun ikna metodları ile ikna olmuş ve kalpleri de akıllarına boyun eğmiştir.

Her iki öğreti sahibinin hayatında da medreseler önemlidir. Mevlana’nın hocalığı yetişme yılları hep medresede geçer.

MEDRESELERİN KAPATILMASI

Bediüzzaman medreselerde başlayan eğitimini medresede yenilik yapma fikri ile değişik bir tarzda devam ettirir. Osmanlı medresesi asra intibak edemediği için yenilik yapamamıştır.

Bediüzzaman medreselerin kapatılması ile üzülür , ama Risale-i Nur Dershanelerinin talebeleri tarafından her yerde açılmasını ister. Açılan dershanelerde Risale-i Nur okunur, dostluk , arkadaşlık gibi duygular güçlenir. Hayatını hizmete adayan vakıf denilen yetişmiş nur talebeleri hem okur hem de başkalarının okumasını sağlar onlara hakikatleri belletir ve bir evde yaşamak için gerekli olan vazgeçilmez eylemleri hep yapar hem de başkalarını onlara alıştırırlar.

Mevlevihanelerde de aynı şekilde Mevlevi adayları yetişir ve Mevlevihanenin bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir şekilde eğitilir, ülkenin çeşitli yerlerine irşad için gönderilirler. Bu şekli ile iki büyük mürşid gayr-i resmi okullar tarzında insanları eğitirler. Bunların derneği , kitabı , kaydı kuyudu yoktur. Siyasi maksatları , sistemle kavga gibi hedefleri yoktur.

Mevlana da Bediüzzaman da kuruyan denizin suyunu artırarak suladığı yerleri yeşertirler. Denizin suyunu kurutanlarla kavga etmezler, denizin suyunu artırarak onun suyunu azaltanların da orada boğulmasını sağlarlar.

Mevlana’nın hayatında Şems’in tesiri büyüktür. Onu terekesine alıp sonsuzluğa uçuran yıldız suvarisi Şems’tir.

Hazret-i Mevlana’nın medreselerinde çağın ilmine bakış açıları geliştirmek gibi bir direk iddia yoktur. Çünkü sorun ilimlerden ileri gelmemiştir.

ALLAHA GİDEN YOLLAR

Ama Bediüzzaman fenlerden gelen inkâr fikirlerini temizlemek için bütün ilimleri okur ve onlardan Allah’a giden yolları kapayan yorumları açar ve oralardan Allah’ a giden yollar belirler.

Eserlerinde her ilimde Allah’a giden kapılar, yollar ve pencereler vardır, Allah’a giden yolda engel olan perdeleri kaldırır ve dar bir dünyaya sıkışmış modern dünyanın insanının akıl ruh ve kalp dünyasını geliştirir.

Hazret-i Mevlana asrı gereği böyle bir faaliyette bulunmaz.

Mevlana’nın hayatında Konya ne kadar önemli ise Bediüzzaman’ın hayatında da Isparta önemlidir. Birinin Belh ten kalkıp Konya’da karar kılması diğerinin Van’ın İsparit nahiyesinden kalkıp Isparta’da karar kılması anlamlıdır. İkisi de orta Anadolu şehridir, kaderin bu tensibinin hikmetleri nedir fazla bilinmez.

Mevlana’nın beş büyük dostu vardır. Babası Bahattin Veled, Seyyid Burhaneddin, Tebrizli Şems, Kuyumcu Selahattin, Çelebi Hüsamettin, Sultan Veled.

Bediüzzaman’ın hayatında Hulusi,Sıddık Süleyman,Hafız Tevfik,Abdullah Çavuş,Husrev,Refet ve Hafız Ali, Mehmet Feyzi,Hasan Feyzi, Abdullah Yeğin, Çalışkanlar Hanedanı , Tahiri Mutlu,Zübeyir,Sungur,Ceylan, Bayram,Hüsnü,Ahmet Feyzi, Fırıncı ve Birinci ve başkaları vardır. Bunlar onun hem arkadaşları hem de davasının en önemli ilk uzuvlarıdırlar.

Mevlana’nın oğlu Sultan Veled tarikatı organize etmiş ve çağlara devretmiştir.

Bu önemde Bediüzzaman, Zübeyr Gündüzalp ve Hizmetkârları ile aynı şekilde davanın metodolojisini uygulamış ve organize etmiştir.

Şeyh Burhanettin ona dokuz yıl mürşitlik etmiş ve onu hemen tutuşmaya hazır bir çıra haline getirmiştir.

Bediüzzaman’ın hayatında Abdulkadir Geylani ,

İmam-ı Rabbani onun nebevi ve lahuti yolunun pusulasını tutmuşlar ve onu denetlemişlerdir yaşadığı bütün sürece, onların perde arkasındaki direktifleri ile hizmet hayatı devam etmiştir. Hazreti Ali de onun manevi hayatının bir başka pusulasıdır. En son hocalarından biri de Küfrevi hanedanındandır.

Bediüzzaman büyük ıztıraplar çekmiştir, bunlar tecrid, hapis, zulüm, işkence , zehirlenme gibi şeylerdir.

Mevlana’nın hayatında bu tür öğeler yoktur. En büyük ıztırabı müdevven bilimsel dünyasının Şems’in taşkın hareketleri ile sarsılmasıdır, Şems olmasaydı o sadece ilmi ve hikmetleri ile bilinecekti, Mevlana da eksik olan aşkı ve heyecanı Şems ona vermiştir.

Sultan Veled, Kur’an-ı Kerim’in

18 inci kehf suresindeki olayları babası ile Şems arasındaki olaylara benzetir. Hızır hz Musa’dan hareketlerinin anlamını sormamasını ister, her halde ona inkıyat etmeyi ister. Ne delinen geminin, ne de yıkılacak duvarın hikmetini sormamasını ister. Hazreti Mevlana da Şems’in hareketlerindeki zahiren mantıkla çatışan halleri sorgulamaz, ona teslim olur. O Mevlana’nın etrafındaki suni şöhret zırhını parçalar, hakka göre hareketini sağlar halka göre değil. Nesimi gibi “Ben şişeyi taşa çaldım namusu arı neylerem “ söylettirir ve söyler.

İKİ BÜYÜK İNSAN VE ANADOLU

Şemsten sonra Mevlana kelama, didara ve sırra koşmuştur. Bir madene ateş vererek ondan altın ruhlar çıkarmayı Şems ona hazırlamıştır, Birçok insan Mevlana’nın etrafında onun insanlığa bir irşad kâbesi olması için çalışmışlar ve katkılarından sonra bir vesile ile sahneden çekilmişlerdir. Şems ya kaybolur veya ölür, belki de öldürülür, eşi Kimya da Şems’ten yedi gün önce ölmüştür.

Babası hocaları ve Şems onun ruhunu bir plastik madde gibi biçimlendirmiş ve sonradan sahneden çekilmişlerdir. Anadolunun mukaddes toprağını mayalamak için Allah bu iki büyük insanı orta anadoluda bu büyük milletler toplululuğuna manevi hizmet için hazırlamıştır.

Bediüzzaman’ın yetişme yıllarında ve daha sonraki hizmet yıllarında gaybi bir ekibin onunla birlikte çalıştığı eserlerindeki satır aralarındaki kayıtlardan anlaşılır. Zaman zaman bu felaket ve helâket asrının adamı bir perdenin arkasında bir büyük ekibin denetimi veya gözlemi ile bulunurlar. İdraki maali bu küçük akla gerekmez , zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

Hazret-i Mevlana Şems’in bir süre sahneden çekilmesine dayanamaz onu arar, Şam’a gider çaresiz geri döner, ama onun çekilmesi aradığı şey onun iç dünyasına girmiştir, aslında aradığı Şems değil kendisidir. Iztıraplar, uykusuzluklar, kararsızlıklar Şems’ten sonra uzun zaman onu bırakmaz. Ama onlar sarsılan klasik dünyasının taşlarının yerine oturmasını sağlar.

Büyük karşılaşmalar her zaman şaşkınlığa neden olmuştur. Şemsin telkinleri onun bedenine şemsi yerleştirmiş ve şems daha sonra ortadan çekilmiştir. Şemsin geniş ruhu ve heterojen dünyası Mevlana’yı klasik dünyasından yeni bir dünyaya taşımıştır. Geometrik bir insan olmaktan çıkıp denetlenemez bir ruh yapısına sahip olmuştur Şems’ten sonra Mevlana.

Mevlana din ile birlikte musiki ve sanatı da telkin dünyasına sokmuş ve dini sanat ve musiki ile birlikte hale getirmiştir. Mevleviliğin büyük tesiri bu terkipten ileri gelmiştir.

Bediüzzaman ruhu belirleyen öğeler olarak mütalaa ve gözlem ve ibadeti getirmiştir.

Kendisi de eserlerini okumuş talebelerini okumaya teşvik etmiş, eserlerinin teenni ile okunmasını teşvik etmiş , ayrıca âlemi sanatlı bir gözle bir arı gibi , bir mütalaacı gibi , bir seyirci gibi seyretmeyi örgütleyerek dine sanatçı gibi kainata bakma ve büyük sanatçıya açılan kapılar, pencereleri, yolları görmeyi örgütlemiş ve kendisi bunları bizatihi yapmıştır.

Hayatın her safhasında bir temaşacı bir sanat yorumcusu bir büyük estetikçi gibi âlemi yorumlamış ve yorumlamayı örgütlemiştir.

Özellikle namaz konusunda her anı ve her rüknünü canlı tutmak için namazın derinliğini hissettirerek anlatmış ve namazın insanın dünyasına katkısını belirlemiştir.

NEFİS TERBİYESİ

Mevlana başka mutasavvıflar gibi hiçbir zaman batıni yolları seçmemiş, söz ve davranışlarının çok belirli ve İslami olmasına önem vermiştir.
Mevlana muhakkik ile mukallidi ayırır. “Bunlar Davut ile ses gibidir. Kağnı da feryad eder ağlar, öküzde de yük vardır.

Onun için nefsi körletmek değil , nefsi yenmek ve aşmak önemlidir.”Heva ve hevese eğilip ot gibi rüzgarın geldiği yöne eğilme “ der.

Meylin olmadan sabrın manası yoktur” der.

Nefsi çok istediği şeylere karşı iradesini bilemek nefsini yenmesini sağlamaktır.

Arzuları öldürmek değil onları yenmek ve aşmak gerektiğini söyler. Onları yükseltmek , billurlaştırmak ve arıtmak gerektiğini söyler.

Bediüzzaman bütün bunlardan ayrı nefis ile kalp ve akıl münasebetlerini iyi ayarlamayı esas almış, sünnete uymayı ve haramlardan kaçınmayı esas almıştır.

Çünkü Mevlananın toplumunda kadın ve erkeğin yeri, iyi ile kötünün uzaklığı mesafesi modern toplumdan farklıdır, bu yüzden sünnete ittiba o asırda başka bu asırda başkadır.

Bediüzzaman’da da böyledir.

‘’ Kendisi sanki yedim demiştir” ama öğrencilerinin bu tür eylemlerine karışmamıştır. Bedeni hizmetten engelleyen tavırlara karşı çıkmıştır, kendisi yemeden yaşamış gibidir, ama talebelerine iktisatla hareket telkinlerinde bulunmuştur, çünkü hizmet gayret ile olur, tasavvufi tavır insanı belli duvarlar arasına kilitler.

Nasıl güneşin etrafında gezeğenler onun dönmesinden aşkından ve deveranından güç alıyorsa Mevlana da sema ve Mevlevi musikisi ile hem kendi ruhunu ve hem de Mevlevilerin ruhunu olgunlaştırıyordu.

Bediüzzaman’ın hayatını hastalıklar ve zulümler belirlemiştir. Hastalıklar ve zulümler onun ruhunu gayesine hazırlayan demircinin balyozu ile dövülen ateşteki demir gibi izler bırakmışlardır. En büyük eserlerini en büyük zulümlere maruz kaldığından yazmıştır.

Mevlananın hikmetleri ruhsal taşkınlıklar ve aşk ve musiki ile yazılmıştır.

Bediüzzaman ‘ın eserlerinde ise farklı ruh halleri görülür, her eseri farklı ruh hallerinin ve akıl kalb imtizaçlarının neticesidir.

Mevlana “ âhiret için de bir sanat öğren ki bağışlanma kazancını elde edesin. O âlem de kazançla yazarla dolu bir şehirdir, zannetme ki kazanç yalnız bu âlemdedir ve bu sana kâfidir.”der.

Bu aşağılık nefis senden fani kazanç ister, fakat niceye dek, bu aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık yeter. “

Ulu Allah bu alemin kazancı o kazancın yanında çocuk oyuncağı kalır” buyurdu, hani çocuklar dükkancılık oynar ya . Fakat zaman geçirmekten başka bir şey ellerine geçmez, gece gelip çatar, çocuk evine döner. Dinin ise kazancı aşktır. “

Mevlevi, sema musiki , şiir , oruç , namaz sayesinde ruhunu adi duyuş ve hazlardan arzulardan kurtarır. Sema ruhun gücünü artırır, Arındırır ve yüceltir. Gökte milyonlarca yıldız nasıl intizam içinde dönerse , kargaşaya düşmeden . Sema ‘da üstün bir nizam içinde ruh dönerek yücelir. Ruha ahenk kazandırır.

Necip Fazıl

Kaçır beni ahenk al beni birlik
Artık barınamam gölge varlıkta
Diyerek bunu ifade eder.

Itri ve Şeyh Galip bu havada yetişmişlerdir, Mevlana sema, musiki ve şiir, ile din ve sanatı birleştirmiştir. Ona göre avamın orucu yemeği içmeği terk etmektir, seçkinlerin orucu ise Allah’tan gayrisini terk etmektir. İmamın arkasında nasıl cemaat düzenle hareket ederse, toplumsal ruhsal kurtuluş bu düzende ise , aynen öyle de yıldızlar da imamları olan güneşin etrafında dönerler. İki sema birbirini çağrıştırır. Bediüzzaman da namaz ile insanın ve evrenin hayatı arasında kozmik ve zamansal bağlar kurar, namaz bütün bu değişimleri çağrıştıran onlarla empati kuran bir büyük seremonikal tavırdır.

Bediüzzaman bu dünyayı bir kitap olarak anlatır, insan gözü ile o kainat kitabını okur, mütalaa eder, Mevlana da dünyayı ötenin bir tezahürü olarak görür. Semayı birleştirme ve ahenk aracı gören Mevlana yanında Bediüzzaman varlık arasındaki tevhidi birliktelikleri, armonikal duruşları cemal ve kemal-i ilahinin aynası görür.

Bediüzzaman” marifetullahın en yüksek makamı lezzetleri terketmektir “ der

Allah cemali ile perdesiz tecelli ederse insan buna tahammül edemez, ama Allah dağa perdeli tecelli ettiğinde onu yeşillendirir, süslendirir , bu perdeler arasından gelmiş olan güzellik insanı etkiler, ama perdesiz tecelliye insan dayanamaz. Perdesiz tecelli ederse dağ parçalanır.Mevlana ömrü bir gölge avı olarak görür,

Bediüzzaman ise insanı gölgeye yapışmış ve yolunu şaşırmış olarak görür, hakikatı görmesi için gölgeden başını kaldırması gerekir.

Bediüzzaman da hikâyeler anlatır, Mevlana da. Hikâyelerin farkı biri kalbi harekete geçiren diğeri de aklı daha sonra kalbi harekete geçiren hikâyelerdir.

Bediüzzaman’ın hayatı da ölümü de trajikir. Bütün bir hayat trajedinin safhaları gibidir, bunun nedeni de toplumda din büyük oranda tesirini kaybetmiş, düşmanlar büyük komiteler haline gelmiş, avam da gaflet ve ülfet ile dinin mahiyetini kaybetmiştir. Bu yüzden Bediüzzaman büyük çileler çekmiştir.

Hz. Mevlana’nın ölümü bir aristokrat İslam büyüğünün ölümüdür, hristiyanlar ve papazlar dahi onun arkasından göz yaşı dökmüş onun engin bakış açısını yadetmişlerdir. Bugün iki meslek tarzı da dünyada hala devam etmekte, Mevlevi ve Mevlana bakış açısı bütün dünyayı aydınlatmaktadır.

Bediüzzaman ve eserleri de bin yıldır inkar edilen kitaplı dinlerin temel argümanlarını küfrün tasallutundan kurtarmış, dünyanın birçok iklimlerinde gece gündüz Kur’an güneşinin şuaları olan eserleri ile insanlığı aydınlatmaktadır.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: