Milyonların Temel Taşları Barla Sıddıkları

Bediüzzaman, Barla’ya sürgüne gönderildiğinde tek başınaydı. Barla’ya gelen kutlu misafirin haberini alanlar ona hizmet için gelmeye başladı. Bir avuç seçilmiş insandı onlar. Bir büyük iman inkılâbını gerçekleştirmek üzere Bediüzzaman’ı Barla’ya gönderen kader, onları da Bediüzzaman’ın etrafına toplamıştı. Bediüzzaman onlara “Barla Sıddıkları” dedi. Bugün milyonlarca insana ulaşan Kur’an hizmetinin temelini onlarla attı Bediüzzaman.

Bediüzzaman Said Nursi, Barla’ya ilk geldiğinde tek başına sürgündeydi. İkamet etme mecburiyetinde kaldığı karakolda, askerler, geceleri uyumayıp ibadet eden bu zatı burada daha fazla tutamayacaklarını anlayarak, onu imam olan Muhacir Hafız Ahmed’in evine “O imam, bu hoca. İkisi iyi anlaşırlar” diyerek gönderdiler.

Bediüzzaman Said Nursi’nin ilk talebelerinden olan Muhacir Hafız Ahmed’in ruhu, misafirle gelen müjdeyi sezmişti. Hanımına “Allah bizim başımıza bir devlet kuşu kondurdu” diyordu.

Barla’ya gelen kutlu misafirin haberini alanlar ona hizmet için gelmeye başladı. Bir avuç seçilmiş insandı onlar. Bir büyük iman inkılâbını gerçekleştirmek üzere Bediüzzaman’ı Barla’ya gönderen kader, onları da Bediüzzaman’ın etrafına toplamıştı.

Dünya şartları itibarıyla bakıldığında, Bediüzzaman ile tanışmaları, onlar için, çileli bir hayatın başlangıcı demekti: Takipler, işkenceler, sorgular, tevkifler, hapisler, gittikçe şiddetini arttıracak ve sonu hiç gelmeyecek baskılar…

Fakat insanın yaratılışındaki cevherleri ortaya çıkaracak şartlar da böyle ardı arkası kesilmeyen sıkıntılar değil mi? Kendi hallerinde kalsalar öylesine yaşayıp gidecek olan o mütevazı insanlar, onca çilelerin arasında bir sadakat destanı yazdılar, yüzyıllara damgasını vuracak bir iman inkılâbının vücuda gelmesine vesile oldular. Bediüzzaman onlara “Barla Sıddıkları” adını verdi.

Ve onlarla geçen yıllarını, hayatının en mesut günleri olarak yad etti. Bediüzzaman, Barla Sıddıkları hakkında şöyle demektedir: “Cenab-ı Hakka şükrediyorum ki, böyle hâlis, muhlis ve başkalara hüsn-ü misal olan sadık şakirtleri Risale-i Nur’a vermiş ki, daimî hakta hulûs ile ve Nur hizmetinde sabır içinde şükrediyorlar. O Meyvecinin civarında, ismini söylemediğim malûm ve çok alâkadar olduğum kardeşlerim, hususan Barla sıddıkları, beni çok defa hayalen eski zamana ve o memlekete celb ediyorlar, Barla ve dağlarında gezdiriyorlar. Ben, onlarla ve o yerleriyle çok alâkadarım, unutmuyorum.

Bugün dünyanın herhangi bir yerinde Risale-i Nur vasıtasıyla bir insanın kalbine bir iman ateşi düştüğü, yahut onun marifetullah ve muhabbetullah dolu bahislerinden bir bahis okunduğu zaman, Barla Sıddıklarının zaferlerine bir zafer daha ekleniyor. Onlar, burada adı geçenlerden ibaret değil elbette. İsimleri bilinen ve bilinmeyen daha niceleri var.

Ruhlarına Fatiha’lar.

Barla Sıddıkları:

Hulusi Yahyagil (Emekli Albay)

(1895-1986)

Birinci Dünya Harbinde, Çanakkale ve Kafkas Savaşlarında bulundu. Üç yerinden yaralandığı Çanakkale’deki günlerini, “Pilav yemeye gider gibi bir hevesle harbe gitmiştik” diye anlatır. Yüzbaşı rütbesiyle Eğirdir’de görev yaparken Üstad ile tanışmıştır. İlmi, irfanı, keskin zekâ ve kavrayışıyla Bediüzzaman’a seçkin bir muhatap olmuş, Risalelerden birçoğu onun soruları üzerine yazılmıştır.

(Santral) Sabri Arseven

(1893-1954)

Eğirdir’in Bedre Köyü imamı. Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur talebelerine Hulûsi Bey ile birlikte örnek olarak gösterdiği şahsiyet. Yazılan risaleler, Hoca Sabri Efendi vasıtasıyla yurdun dört bir tarafına dağıtılıyor, tashih için gelenler yine onun vasıtasıyla Üstada intikal ettiriliyordu. Son derece tehlikeli şartlar altında yıllarca devam ettirdiği bu fedakârca vazifesi sebebiyle Üstad onu “Nur İskelesi,” “Santral Sabri,” “Risale-i Nur’un kaptanı” ve “Sıddık Sabri” ünvanlarıyla anardı.

Hafız Ali

(1898-1944)

İslamköy’de dünyaya geldi. Bir yandan imamlık yaparken, bir yandan da talebe yetiştiriyordu. Baskıların en yoğun olduğu dönemlerde bile onun talebeleri hiçbir zaman eksik olmadı. Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra ise, meşguliyetlerine bir de Risalelerin yazılması eklendi. Her nefesi Allah yolunda harcanmış bir ömrü Denizli hapsinde şehidlikle tamamladı. Vefatıyla Bediüzzaman’ı en çok ağlatan isimlerden biri, belki de birincisiydi Hafız Ali.

Refet Barutçu

(1886-1975)

Emekli Yüzbaşı. Beykozlu bir “İstanbul beyefendisi.” Sualleriyle pek çok meselenin Bediüzzaman tarafından açıklanmasına vesile oldu; bir kısım risaleler onun sualleri üzerine telif edildi. Eskişehir, Denizli ve Afyon hapislerinde Bediüzzaman ile beraber bulundu. Emekliliğinden sonra Beşiktaş Vişnezade Camiinde imamlık yaptı. Ondan gelen bir mektubun başına, Üstadın eklediği takdim cümlesi şöyle: “Şu fıkra aklen Hulûsi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Refet Beyin mektubudur.

Ahmed Hüsrev Altınbaşak

(1899-1977)

Isparta’nın Senirce Köyünde dünyaya geldi. İstiklâl Harbinde savaştı, esir düştü. 1931’de Bediüzzaman’ın hizmetine girdi ve Risale-i Nur’un en önde gelen talebelerinden biri oldu. Üstad ile beraber Eskişehir, Denizli ve Afyon hapislerinde yattı. Özellikle Kur’an hattını muhafaza ve gelecek nesillere aktarma hususunda emsalsiz hizmetlerde bulundu. Bediüzzaman’ın tarifi üzerine yazdığı tevafuklu Mushaf, bugün halk arasında en çok beğenilen hat olma özelliğini koruyor.

Hakkı Tığlı

(1875-1968)

Risale-i Nur’un ilk talebelerinden. Hulûsi Beyin yakın arkadaşı. Eskişehir Hapishanesi’nde Bediüzzaman ile beraber yattı. Lakin o hapis günleri, kendi ifadesiyle, hayatının en mesut günleriydi. Bediüzzaman onun için şu ifadeleri kullanmıştı: “Hakkı Efendiye söyle ki, o da kardeşim Abdülmecid yerinde kendini anlasın ve onun vazifesiyle mükellef olduğunu bilsin.” “Kardeşim, şu gurbet, esaret, yalnızlık vahşetinde Şeyh Mustafa, Hakkı Efendi, sen ve Hüseyin Efendi gibi nurlu dostlarla ünsiyet edip teselli buluyorum.

Muhacir Hafız Ahmed

(1894-1948)

Macaristan muhacirlerinden. Bediüzzaman’ın medresesinin bitişiğindeki Yokuşbaşı Mescidinin imamı. Üstadın Barla’daki ilk ev sahibi. Barla’ya ayak bastığında, Üstad yirmi gün kadar onun evinde misafir kaldı. Hanımı, iki kızı, oğlu ve damatları ile birlikte, Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman’a büyük hizmetlerde bulundu. Bediüzzaman, ikâmet etmek üzere evine gönderildiğinde hanımına “Allah bizim başımıza bir devlet kuşu kondurdu” demişti.

Sıddık Süleyman Kervancı

(1898-1965)

Bediüzzaman Barla’ya sürgün gönderildiğinde, onun hizmetine koşan ilk kahramanlardan. Bediüzzaman’ın hizmetine girdiğinde otuz yaşında ve iki kız çocuğu babası idi. Geçimini, tarlasında yetiştirdiği sebzeleri satarak sağlıyordu. Dürüstlüğüyle tanınan ve herkes tarafından güvenilen bir kimseydi. Sekiz sene boyunca Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a fedakârca hizmetlerde bulundu. “Sıddık” ünvanını ona Bediüzzaman verdi. Ankara’da vefat etti; Barla Mezarlığı’na defnedildi.

Şamlı Hafız Tevfik Göksu

(1887-1965)

Üsküdar’da doğdu. Babası Yüzbaşı Hafız Veli Beyin vazifesi sebebiyle yıllarca Şam’da kaldığı için, “Şamlı” lakabıyla anılır oldu. Barla’daki Çeşnigir Camiinde imam hatiplik yaptı. Bediüzzaman buraya sürgün olarak geldiğinde, ona talebe oldu ve kâtiplik yaptı. Risalelerin gerek ilk olarak yazılmasında, gerekse çoğaltılmasında büyük hizmetleri geçti. Eskişehir ve Denizli hapislerinde Bediüzzaman ile beraber yattı. Barla’da vefat etti ve Barla mezarlığına defnedildi.

Bedrettin Uşaklıgil

(1920- )

Öğretmen. Bediüzzaman’ın önde gelen talebelerinden Refet Barutçu’nun üvey oğlu. Bediüzzaman tarafından da manevî evlat kabul edildi. Şu ifadeleri Bediüzzaman onun için kullanmıştır: “Bedreddin’in küçüklüğüyle beraber, büyük talebeler dairesine dâhil etmişim. O, küçüklerin büyüğüdür. Ve inşaallah Cenab-ı Hak onun emsalini çoğaltsın. Bedreddin’in validesine dua ediyorum. Elbette Bedreddin’in hüsn-ü terbiyesinde en mühim hisse onundur. Çünkü onun en birinci üstadı odur.”

Mustafa Çavuş (Güvenç)

(1882-1939)

İstiklal Harbi ve Çanakkale gazisi. Hayatının on sekiz senesi askerlikte geçti. Barla yıllarında Bediüzzaman’ın yakın hizmetinde bulundu. “Harika sadakati” ile Bediüzzaman’ın örnek gösterdiği bir Risale-i Nur talebesi idi Mustafa Çavuş. Uzun zaman yanına hiçbir ziyaretçi kabul etmeyecek olsa, bu kaidenin üç dört istisnasından biri Mustafa Çavuş olurdu: “Kalben rahatsızlığım dolayısıyla, Kurban Bayramına kadar Süleyman Efendi, Şamlı Hafız Tevfik, Abdullah Çavuş ve Mustafa Çavuş’tan başka kimseyi kabul etmiyorum. Affedersiniz, gücenmeyiniz.

Hafız Halid Tekin

(1891- 1946)

Barlalı. Öğretmen ve imam. Risale-i Nur’un telif edildiği yıllarda Bediüzzaman’ın müsvedde kâtipliğini yaptı. Bediüzzaman ondan “âhiret kardeşim” şeklinde söz eder. On Yedinci Mektup olan Çocuk Taziyenamesi, Hafız Halid’in sekiz yaşındaki oğlu Enver’in ölümü üzerine telif edilmiştir. Barla Lâhikasında da Hafız Halid’in Risale-i Nur’u ve Müellifini anlatan bir mektubu yer almaktadır.

Abdullah Çavuş (Yavaşer)

(1892-1960)

Bediüzzaman’ın Barla’daki komşusu. Yıllarca onun en yakın hizmetinde bulunan birkaç kişiden birisi. Denizli hapsinde de Bediüzzaman ile birlikte yattı. Bediüzzaman’ın mektuplarında Abdullah Çavuş ile ilgili ifadelerden, onun, pek az kimseye nasip olacak bir şekilde Said Nursî’ye yakınlığının bulunduğu anlaşılmaktadır.

Muallim Ahmet Galip Keskin

(1900 – 1939)

İlim ve sanat ehli, yüksek ruhlu bir zat. Divan sahibi. Ayrıca çeşitli edebî eserleri var. Barla’da öğretmenlik yaptı. Bediüzzaman ile beraber Eskişehir’de mevkuf kaldı. Bediüzzaman’ın Muallim Ahmet Galip Bey hakkındaki sözleri şöyle: “Bu zat, sadıkane ve takdirkârane, risalelerin tebyizinde çok hizmet etti ve hiçbir müşkülat karşısında zaaf göstermedi. Ekser günlerde geliyordu, kemâl-i şevkle dinliyordu ve istinsah ediyordu.

Abdullah Kula

(1901 – 1987)

İslamköylü Nur Postacısı. Risale-i Nur’un büyük kısmının telif edildiği Barla döneminde, Bediüzzaman ile yurdun çeşitli yerlerindeki talebeleri arasında haberleşmeyi temin eden bahtiyarlardan. Ovalara, dağlara akşam çöktü mü, onun mesaisi başlardı. Çantasını omzuna atar, o dağ senin, bu tepe benim, Barla yoluna koyulurdu. Sabah vakti Üstadına ulaşır, emanetleri teslim eder, namazını onunla beraber kıldıktan sonra istirahate çekilirdi.

Mübarek Süleyman (Köse)

(1898 – 1963)

Çam dağlarında, insanlardan uzakta, uzun tefekkür gecelerinden birinde Bediüzzaman’a misafir olma arzusu düşmüştü Süleyman’ın içine. Bir tepedeki ağacın dalları arasında buldukları bir ekmek için “Bu ekmek bize helâl olur mu?” diye sorması üzerine Üstad “Vay mübarek vay!” demiş, ondan sonra da adı “Mübarek Süleyman” olarak kalmıştı.

Risale-i Nur, kibrit kutularına yazıldı, duvarlarda saklandı

Bediüzzaman’ın “Yaz kardeşim” sözüyle kalemler yazmaya başladı. Dağda, evde, bahçede, yolda… “Yaz kardeşim” sözü üzerine yazmaya başlayan kalemler gece gündüz sessizce yazdı. Sessizce işleyen matbaalar kuruldu köylerde kasabalarda. Yüklüklerin ardında tezgâhlar kuruldu. Bazen hanımlar mum tuttu, beyler yazdı, bazen hanımlı, çocuklu, büyüklü herkes çalıştı. Yazılan Risaleler tashih edilmesi için gizlice müellifine ulaştırıldı. Sonra yüz binlerce Nur Risalesi, gizlice dağıtıldı yurdun her köşesine. Nur santralları arasında postacılar dolaştı. Çantalar sırtlarda gece boyu yol tepildi. Kuş uçurtmayan takip ve baskı altında hiç sekmeyen bir saat gibi çalışıldı.

Bu yıllarda en çok sıkıntısı çekilen şey kâğıt oldu. Kâğıdın değeri daha çok anlaşılıyor bulunmadığında. Risale-i Nurlar sigara kâğıtlarından kibrit kutularına, yırtık defterlerden parmak kadar kâğıt atıklarına kadar yazıldı.

Kâğıdın yokluğu bir sorun, yazılanları muhafaza ise ayrı bir sorundu. Denetim ve baskı had safhadaydı. Bin bir güçlükle yazılan Risalelere yapılan baskınlar sonucu el konuyordu. Hafız Ali, gecesi ve gündüzünü Risalelerin yazılmasına adamış, Bediüzzaman’dan gelen eserleri el yazısıyla yazıyordu. Sıkıntı ve baskılar Hafız Ali’ye bir çözüm yolu geliştirdi; teneke kutular yaptırmak ve eserleri bunlara koyarak duvarlar içine saklamak. Hafız Ali, yaptırdığı teneke kutulara eliyle yazdığı Risaleleri koyarak duvarlara yerleştirdikten sonra kutuların üzerine tekrar duvar ördü. Bir gün gelecek, elbette duvarlar yıkılacak, eserler meydana çıkacaktı.

www.moraldergisi.com