Minnet Edip Şükretmek İçin Ni’metin Sahibini Tanımak Şart

Bak bu nankör insana ki! En ufak bir istihkak kesp etmeden (hakketmeden) Allah onu milyonlarca çeşit mahlukun üstüne çıkarmış. Şimdi ne yüzle ona bu yüce makamı veren kuvvete o yükseklere çıkaran kudrete karşı teşekkürünü eda etmeden hayat sürdürme arzusundadır? Hatta ve hatta, niye beni fakir onu zengin, beni çirkin onu güzel, beni hasta onu sağlam yaptı gibi sözlerle, haksızlığa uğradığını iddia etmektedir. Zavallı düşünmüyor ki: Şanı yüce Allah onu hiçliklerde bırakabilirdi, bırakmamış. Bir taş yapabilirdi yaratmamış. Dağda bir tiken yaratabilirdi, yaratmamış. İnek, sinek yaratmamış. Yerde sürünen bir yılan yaratmamış. Rusya da veya İsrail de bir imansızın oğlu ve ye kızı yaratabilirdi yaratmamış. Şehit dedenin torunu yaratıp şehit kanıyla yoğrulan bir toprakta dünyaya getirmiş.

Bu kadar zenginliğe sahip olan benim vatandaşımın önüne serilen sonsuz nimetlere karşı şükrünü eda etmesi gerekirken, o zavallı memnun olmadığını ileri sürüyor. Buna Risale-i Nurda çok güzel bir misal var: “Bir zat, bir bîçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Çıktığı her basamakta birer hediye veriyor. Tam minarenin başına çıktığı zaman da en büyük bir hediyeyi veriyor… O zat o mütenevvi (çok çeşit) hediyelere karşı, ondan minnettarlık ve teşekkür beklediği halde, o hırçin adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup, veyahut hiçe sayıp şükretmeyerek yukarıya bakar. Keşke bu minare daha uzun olsaydı veya çok yüksek bir dağ gibi olsa idi de, daha çok hediye alsa idim der, bunun bu hareketi ne kadar bir küfran-ı nimettir bir haksızlıktır”. Öyle değimli? 

Şimdi siz söyleyin. Bu hediyeleri veren zat yerine siz olsa idiniz, bu herifi öteki minareye veya dağın tepesine mi çıkarır istediği hediyeyi mi verirdiniz?  Yoksa:  Onu o minarenin tepesinden aşağı mı atardınız?

Kardeşlerim! Şimdi nasıl bir şükürle mükellef olduğumuzu görmek için, bize verilen nimetlerin bazılarını ortaya sermeye çalışacağız.

Siz de benim gibi, insan olmak için herhangi çaba göstermediniz. Böyle mükemmel biri olmak için de herhangi yere dilekçe yazmadınız, değil mi? Yalnız: Kêrim, (istemeden veren) Muhsin (Çok iyilik yapan) ve Rahman ( bütün yaratıklara fark etmeden merhamet edip rızk veren)  Allah’ımız bizi “Ahsen’i takvim de” yarattı “Biz insani en güzel biçimde yarattık” (Tin 4). Âlemlere rahmet olarak gönderdiği H.z Muhammed (a.s.m.)  vasıtasıyla bize Kur’an-ı Kerim ile, biz buraya ne için geldik, bizi kim gönderdi, ne için gönderdi ve en son nereye gideceğiz gibi sorulara karşı şaşkın bakışlarla düşünüp kalmamamız için cevap verdi.

Bizi çok seven Allah’ımız bu geçici hayatta, bizi imtihana tabi tutmak maksadıyla gönderdiğini bize bildirdikten sonra, burada iyiler ile kötüleri karıştırıp, bize verdiği akıl vasıtası ile onları birini diğerinden ayırmamızı. Mutlu olmak isteyenlere,  Kur’ân-ı Kerim vasıtasıyla, dünya bir imtihan yeridir. Hayatınızın neticesi ancak imtihanınız bittikten sonra, ecel vasıtasıyla sizi âhirete aldığım zaman belli olacaktır. Dünya tarlasından iyi veya kötü,  ȃhirete hangi mahsulü getirdiyseniz, hayatınızın neticesi o olacaktır demektedir.

Yani, biz buradan öbür hayata imansız göçersek, sonu gelmeyen müthiş cehennem ateşinde yanmak gibi bir azap çekmeyi hakketmiş olacağız. Eğer inanıp ta inandığımızın gereğini yapmadıysak günahlarımızın derecesine göre orada azap çekeceğiz,  Yok Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçabilirsek, gençliği ve mutluluğu sonsuz olan bir cennet hayatını ihsan bize edeceğini Allah’ımız  gönderdiği Kur’an-ı Kerim ile bize haber veriyor.

Şimdi düşünelim! Allah, ata  konuşma kabiliyeti verse idi, gelip burnu ile iterek kapımızı açsa, bizi koltuklarda oturup yaslandığımızı görse,  bize yamuk yamuk bakarak, o hoo efendiler bunu ne ile ve nasıl hakkettiniz?  Ne olur bana da o beceriyi öğretin de, ben de ahırda ki o pisliklerden kurtulayım dese, acaba ona ne cevap verecektik? Düşünün! Bir mahkemede bizi bir saat müdafaa etmek için  bizden istediği 500 YTL ücret için avukata desek? Efendi biz bütün gün 100 YTL için çalışıyoruz, sen ne yüzle bizden 500 YTL istiyorsun? Avukatta  bize; siz de benim gibi hukuku bitirip tecrübe kazanıp benim gibi avukat olsa idiniz o zaman 500 YTLyi siz de alırdınız. dediği gibi, Bizde ayni şekilde,  insan olmak için, şunu şunu yapıp ta hakkettik. Sen de yapsaydın de hakketseydin! Diyebilecek miyiz ata? Cevabımız hayır olacak değil mi? Çünkü biz insan olmayı avukatın tahsille kazandığı gibi hakketmedik. İnsan olma lütfünü bize başkası değil ancak bizi çok seven, Rahmeti sonsuz olan Allah’ımız  ihsan etti.

Vaziyet böyle olunca, bize düşen Allah’ın yüceliği karşısında, eğilip secde etmektir. Biz insanlar, eğilip secde yeri olan  toprağa anlımızı koyacağız ki, Allah’ın büyüklüğünü kabul edip kendimizi gurur ve kibirlenmekten kurtaralım. Yine insan Allahın karşısında secdeye eğilmeli ki Allah’ın kulu olduğunu ispat etsin. O Azamet-i Uluhiyet (Yüce Allah) karşısında hürmet manasını taşıyan, o secdedeki hâl, insanı göklerin en yükseğine kadar yükseltebilir. Biz ancak bu hâlimiz ile Allah’a tam sığınıp, nefis,  şeytan ve iki ayaklı şeytanların şerrinden kendimizi kurtarırız. Ondan sonra cennetin en yüksek mevkilerine kadar uçabilme hakkını elde edebiliriz.

Ondan sonra Cennetlerde “Ruh hiffetinde (hafifliğinde)ve kuvvetinde ve hayal sür’atında” seyahat edebilme şansını elde ederiz. O ebedi mes’ut olma yerinde, göz görmemiş ve hayalden geçmemiş bir mutlulukla karşılaşıp mes’ut ve bahtiyar olabileceğimizi, Rabbimiz, bizlere Kur’an-ı Kerim ile müjdelemiş. Burada istikametimizi kaybetmeyelim diye Kur’ani Kerim’de birer birer açıklamış. Nazarı dikkatimizi oraya çekmek için  tekrar tekrar ikaz etmiş. Bu yalan dünyaya aldanmadan, geç kalmadan hazırlanmamızı bize bildirmiş. Böylece öbür hayata hazırlıksız gitmenin zararlarını, yine Kur’an-ı Kerim’de teker teker saymış.           

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: