Mülâ’ane, Mübâhele, La’netin İslam Hukukundaki Yeri Ve Bediüzzaman’ın Tesbitleri

Son zamanlarda lanetleşme, mülâ’ane ve mübâhele kelimeleri sadece İslam hukukçularını değil, siyasetçileri ve sosyal medyacıları da meşgul etmeye başladı. Bazı ilim adamları çok az sayıdaki yazıları dışında, bu konuda da sapla saman birbirine karışır oldu. İslamın yüce hakikatleri, siyaset malzemesi haline geldi. Bu sebeple birbirinden tamamen farklı olan bu kelimeleri açıklamak ve sonra da lanetleşmenin İslam hukukundaki yerini açıklamak istedik.

1.1        Liân = Mülâ’ane = Karşılıklı Lanetleşme

Birinci kavram tamamen İslam aile hukuku ile alakalı bir kavramdır. Günümüz siyaseti ile alakası mevcut değildir. Mahkeme kararıyla boşanma sonucunu doğuran hallerden biri de liân = mülâ’ane halidir. Kur’an-ı kerim bunun hükümlerini beyân eylemektedir. Kelime anlamı itibariyle lanetleşmek ve uzaklaşmak gibi manalar ifade eder. Hukukî terim olarak ise, karısına zinâ isnat eden yahut çocuğunun nesebini reddetmek isteyen ve bu iddialarını dört şahitle ispat edemiyen kocanın, hâkim huzurunda karısıyla hususi bir şekilde yemînleşmelerine denir ki mülâ’ane de denildiği vakidir. Liânın asıl gayesi, karının zinâsını tespit etmek ve zinâ mahsulü çocuğun kocaya nisbet edilmesini önlemektir. Evlenmenin sona ermesi, bu gayenin zarurî bir sonucudur.( Damad, I/463; Molla Hüsrev, I/396; Cin, Boşanma, 79-80).

Liânın iki önemli şartı vardır:

Birincisi, karı-kocada aranan ehliyet şartıdır. Liânın gerçekleşebilmesi için karı-kocanın ikisinin de hür, âkıl, bâliğ yani tam ehliyetli, daha önce iffete iftira suçundan (kazf) ceza görmemiş ve kadının da iffetli (muhsan) olması gerekir.

İkincisi, şekil şartıdır. Liânda yemîn şekli şöyledir: Yemîne önce erkek başlar, sonra kadın yemîn eder. Erkek, karısına zinâ isnadında doğru söylediğine dâir dört defa Allah adına yemîn eder. Beşinci yemînde, yalan söylüyorsa Allah’ın lanetinin kendi üzerinde olmasını diler. Kadın da, önce dört defa kocasının yalan söylediğine dâir Allah adına yemîn eder. Beşinci yemînde, kocasının doğru söylemesi halinde Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diler. Koca yemînden kaçınırsa, yemîn edinceye yahut yalan söylediğini kabul edinceye kadar hapsedilir. Aynı şey kadın için de söz koşudur. Kadın yaptığı isnatlarda kocasını tasdik ederse, artık yemîne gerek kalmaz ve tefrîk de söz konusu olmaz. (Molla Hüsrev I/396 vd. Damad, I/463 vd.; Cin, Boşanma, 80-81; Akgündüz, Külliyât, 201; Kur’an, Nûr, 6-8).

Liânın hükümlerini ise şöylece özetleyebiliriz: Kadın zinâ ve koca da zinâ iftirasından dolayı cezalandırılmaz. Liân tamamlanınca hâkim, karı-kocayı ayırır. Evlilik sona erer. Hâkimin tefrîk kararına kadar evlilik devam eder. Bu şekilde ayrılma, Ebu Hanife’ye göre bir bâin talâkdır; diğer İslâm hukukçuları ise bunu, ebedî bir ayrılık olarak kabul ederler. Liân mu’amelesi, zinâ mahsulü olduğu iddia edilen çocuğun nesebinin reddi sonucunu doğurur. (Damad, I/466 vd.; Cin, Boşanma, 81-83; Karaman, I/322).

1.2        Mübâhele = İbtihâl = Karşılıklı Lanetleşme

Mübahele Ayeti (آية المباهلة), Âl-i İmrân Suresi’nin 61. ayetidir. Mübahele, kelime anlamı olarak “karşılıklı beddua etme” demektir. Ayet şöyledir: “Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.” (Kur’an, Âl-i İmran, 61).

Peygamber efendimize Necrân’dan bir hıristiyan hey’eti gelmişti. İçlerinden ileri gelen üç kişi Peygamber efendimiz ile konuşmaya başladı. Söz arasında Îsâ aleyhisselâm için bâzan “Allah”, bâzan “Allah’ın oğlu” bâzan da; “Üç tanrıdan biridir” diyorlardı. Peygamber efendimiz bunları İslâm dînine dâvet etti. Birkaç âyet-i kerîme okudu; îmâna gelmediler. “Biz senden önce îmân ettik” dediler. Resûlullah efendimiz; “Yalan söylüyorsunuz! Allah’ın oğlu var diyenin îmânı olmaz” buyurdu. Bir müddet daha konuştular ise de, Müslüman olmayıp inâd ettiler.

Bunun üzerine Allahü teâlâ Peygamber efendimize onları mübâheleye çağırmasını emretti. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem de onlara; “Bana inanmıyorsanız, gelin sizinle mübâhele edelim” buyurdu. Necrân’dan gelen hıristiyan hey’eti içerisinde Şerhabîl adında biri; “Bunun peygamber olduğu her şeyden anlaşılıyor. Bununla mübâhele edersek, ne biz kurtulur, ne de bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. Muhakkak bir belâya uğrarız” dedi. Mübâhele etmekten kaçındılar ve; “Yâ Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)! Biz senden râzıyız. Ne istersen sana verelim. Eshâbından bir emîn kimseyi bizimle berâber gönder, vergimizi ona verelim” dediler ve gittiler. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Eğer onlar mübâhele etselerdi, maymuna ve hınzıra dönerlerdi. Vâdileri ateş içinde kalırdı. Allahü teâlâ Necrân’ı, ahâlisini, hattâ ağaçlar üzerindeki kuşlarını da helâk ederdi” (Muhammed bin Hamzâ, Senâullah Dehlevî).

İslam âlimleri mübâhelenin, aslında eski ümmetlerde bir adet olduğunu aktarmışladır. Ancak çok ağır şartlarda ümmet-i Muhammed için de caiz olduğunu, ancak dinî meselelerde olmak şartının arandığını ve muhatapların ehl-i dalalet ve yüzde yüz bâtıl itikad üzerinde ısrarcı olmalarının gerektiğini belirtmişlerdir. (İbn-i Hacer el-Askalani, Fethul-Kadir, c. VIII, sh. 95).

1.3        İslam Hukukunda Lanet Etmenin Hükümleri

Müstahak olmadığı takdirde başkalarına lanette bulunmak, hakaret etmek ve kendilerini tekfir etmek, İslam hukuku açısından yasaklanmış ve bunun için uhrevi bir azap göz önünde bulundurulmuştur. Bu mesele, hükümleri hikmet ve maslahat üzere olan İslam’ın hükümleri açısından yasaklanmakla birlikte, hiçbir beşeri ve gayr-i ilahi kanun da böyle bir fiili caiz görmemiş, insana vatandaşların şahsiyetine saygısızlık etmesine izin vermemiş ve bu fiili işleyenleri yasal takibe tabi tutmuştur.

2. İslam’ın hükümleri bize imanlı insanların günah olan şeyleri ağızlarına almayacağını ve hiçbir kimsenin hakkını zayi etmeyeceğini öğretmekle kalmamış, hatta literatürde boş söz olarak adlandırılan günah olmayan ve menfi bir mana ifade etmeyen söz ve kelimeleri dahi söylemeyeceğini bildirmiştir. Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz müminler kurtuluşa ermişlerdir… Onlar boş ve faydasız işlerden yüz çevirirler.” (Müminun, 3, “Gerçekte bazı müfessirlerin de belirttiği gibi “lağv” elle tutulur bir faydası olmayan her söz ve amele denir.) Bu ayete göre, gerçekte müminler yanlış düşünce, temelsiz sözler ve beyhude işlerle uğraşmaz ve Kur’an’ın tabiriyle bunlardan yüz çevirir bir karaktere sahiptir ve haksız yere başkalarına lanet etmek ve onları tekfir etmek ise onlar hakkında tasavvur edilemez.

3. İslam hukukunda böyle fillerde bulunmanın yasaklanmasının yanı sıra, İslam âlimlerinden nakledilen rivayetler bir şahsın bir başkasına lanet etmesi ve o şahsın lanete müstahak olmaması durumunda, lanetin lanet ediciye döneceğini bildirilmiştir. “وَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ لَعَنَ رَجُلٌ الرِّيحَ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ (ص) فَقَالَ لَا تَلْعَنِ الرِّيحَ فَإِنَّهَا مَأْمُورَةٌ وَ إِنَّهُ مَنْ لَعَنَ شَيْئاً لَيْسَ لَهُ بِأَهْلٍ رَجَعَتِ اللَّعْنَةُ عَلَيْهِ”; “Bir şahıs Allah Resulü’nün (s.a.a) yanında rüzgara lanet etti, Allah Resulü (s.a.a) kendisine şöyle buyurdu: Rüzgara lanet etme; zira o Allah tarafından memur kılınmıştır. Eğer bir şahıs bir şeye lanet eder ve o şey lanete müstahak olmazsa, o lanet, lanet eden şahsa döner.” Bu rivayette belirgin olduğu üzere, lanet ve hakarete maruz kalan, saygısı ve hürmeti Kâbe kadar olan insan değil, rüzgârdır. Bu, insanın davranış ve sözlerine dikkat etmesi, şer’î bir delil olmaksızın bir işe girişmemesi ve başkaları hakkında yargıda bulunmaması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

4. Elbette şu noktanın hatırlatılması gerekir: Allah’ın velilerini üzen ve onlara eziyet eden kimselere lanet etmek caiz olmakla kalmayıp hatta rüçhana sahiptir. Ama açıklanan hususlar, belirtilen soruya binaen haksız yere başkalarına lanette bulunan ve onları tekfir eden ve şahısların gerçek ve hukuki şahsiyetlerine hakaret eden kimseler hakkındadır, ilahi elçi ve velileri üzen ve onlara eziyet eden kimselerle ilgili değildir. Böyle kimseler Allah’ın ve lanet edicilerin lanetine müstahaktır. “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.” (Bakara, 159).

 Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın laneti zâlimlerin yahut kâfirlerin yahut fâsıkların üzerine olsun” mealinde ayetler olduğu gibi, Resulüllah’ın hadislerinde de “Allah, boşanmış kadını eski kocasına helâl kılmak için muvâzaalı evlenme yapan erkeğe ve eski kocasına lânet etsin” şeklinde ifadeleri de mevcuttur.

Özetle Hz. Peygamber (s.a.s)`de lânet kelimesini beddua, buğz, hakaret gibi anlamlarda kullanmıştır. Rivayetlerde Hz. Peygamber (s.a.s)`in Bi`r-i Maûne olayında şehid edilen Müslümanlar nedeniyle Rıl, Zekvan, Lıhyan ve Usayya oğulları aleyhinde kırk sabah lânet okuyarak beddua ettiği bildirilir (Buhari, Cihad 17). Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.s), müslümanları rastgele lânet etmekten menetmiş, özellikle ashabının birbirine ve tabiat kuvvetlerine lânet etmelerini yasaklamıştır (Ebu Davud Edeb, 4908; Müslim, Birr, 80-87).

İslam âlimleri arasında kimlere lânet edilip kimlere edilmeyeceği konusunda görüş ayrılığı vardır. Âlimlerin bir bölümü Müslümanlara hiç bir şekilde lânet edilemeyeceği görüşündedir. Âlimlerin diğer bir bölümü ise fasık olan Müslümanlara lânet edilebileceğini kabul ederler. Kâfirlere lânet edip edilemeyeceği de tartışma konusu olmuştur. Bazı âlimler, kâfirlere kayıtsız şartsız lânet edilebileceğini kabul ederken bazıları da bunun vacib olmadığını, onlara lânet edilebilmekle birlikte lânet etmemenin daha güzel ve yararlı olacağını savunmuşlardır (Fahruddin er-Razı, Tefsir-i Kebir Ter. III,188; Ibn Mace, Tercüme ve Şerh, X, 148).

1.4        Lanet Konusunda Bediüzzaman’ın Tesbitleri

“Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere İlm-i Kelâm’ın en büyük allâmesi olan Sa’deddin-i Taftazanî, “Yezid’e lanet caizdir” demiş; fakat “Lanet vâcibdir” dememiş. “Hayırdır ve sevabı vardır” dememiş. Çünki hem Kur’anı, hem peygamberi, hem bütün sahabelerin kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer’an bir adam, hiç mel’unları hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yok. Çünki zemm ve lanet ise, medih ve muhabbet gibi değil; onlar amel-i sâlihte dâhil olamaz. Eğer zararı varsa daha fena…” Tarihçe-i Hayat ( 501 )

“Sahabelerin bir kısmı, o harblerde adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tâbi’ olarak, Hazret-i Ali’nin (R.A.) takib ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şer’iye ile beraber zâhidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terkedip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Ali’nin (R.A.) kardeşi Ukayl ve “Habr-ül Ümme” ünvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet Velcemaat, مِنْ مَحَاسِنِ الشَّرِيعَةِ سَدُّ اَبْوَابِ الْفِتَنِ bir düstur-u esasiye-i şer’iyeye binaen طَهَّرَ اللّٰهُ اَيْدِيَنَا فَنُطَهِّرُ اَلْسِنَتَنَا diyerek o fitnelerin kapısını açmayı ve bahsetmeyi caiz görmüyorlar. Çünki itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hattâ muhalif tarafında bulunan Âl-i Beyt’in bir kısmına ve Talha (R.A.) ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşere’den büyük zâtlara itiraza başlar, zemm ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak tarafdarıdır. Hattâ Ehl-i Sünnet’in ve İlm-i Kelâm’ın azîm imamlarından meşhur Sa’deddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında tel’in ü tadliline cevaz vermesine mukabil, Seyyid-i Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaat’in allâmeleri demişler: “Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat’î bir derecede bilinmediği için, şahısların hakkında nass-ı kat’î ve delil-i kat’î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimaliyle, öyle hususî şahsa lanet edilmez. Belki لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمِينَ وَ الْمُنَافِقِينَ gibi umumî bir ünvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur.” diye Sa’deddin-i Taftazanî’ye mukabele etmişler. Senin müdakkikane ve âlimane mektubuna karşı uzun cevab yazmadığımın sebebi; hem ehemmiyetli hastalığım ve ehemmiyetli meşgalelerim içinde acele bu kadar yazabildim.” Tarihçe-i Hayat ( 504 )

“İslâmiyet’in hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi bu hadîs-i şerifin اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا hakikatıdır. Yani, hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı dâhildeki adaveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hattâ en bedevi taifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatini anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde, o dâhildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşman def’ oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfüruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dâhildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lanet edecek gibi hâdisatlar görünüyor. Hattâ bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve tarafdar olduğu için hararetle sena ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi otuzbeş seneden beri siyaseti terkettim.” Tarihçe-i Hayat ( 622 )

“Bir sâlih âlim kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti ve siyasetine muhalif bir sâlih hocayı tenkid ve tefsik etti. Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse, rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa, lanet edeceksin.” Bunun için Eski Said “Euzü billahi mineşşeytani vessiyase” dedi ve otuzbeş seneden beri siyaseti terk etti.” Hutbe-i Şamiye ( 46 )

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: