Mümini Allah Rızasına Yaklaştıran Rabita-i Mevttir

Bu haslet insanı Allah’ın rızasına kavuşturup ihlâslı olmaya sebep olur. o rabita-i mevt-i muhâfaza edebilmek için de gayret sarfetmek gerekiyor. Bu tesbitlerimizi sırayla arzedeceğiz.

“insanlar helâk oldu, âlimler müstesnâ. âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesnâ. amel edenler de helâk oldu, ihlâs sâhibleri müstesnâ. ihlâs sâhiblerine gelince onlar da,  pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” (hadisi şerif)

 

gördüğünüz gibi ve ma`lûmumuzdur ki,  yukarıdaki hadis-i şerifte (ilimsizler) kesin helak, (alîmlerden de) iki şey isteniyor hem amel hem ihlas, ilim ve ihlaslı olanlar için  de, hatarin azîm yâni, büyük tehlike uçurum var. şimdi, ilk tehlike veya helâk ma’nasındaki  tehlikeden  kurtulmak için ne yapmamız lâzım geldiğini arzetmeye çalışacağız. işte: ister istemez bu dört elekten geçeceğiz.

 

bir kısmımızın maalesef hiç okumadığı,  bir kısmımızın ayda iki def’a okuduğu, az bir kısmımızın da ayda altı def’a okuduğu 21. ihlâs lem’asında aziz,  müşfik üstâdımız şöyle emir ve tavsiye ile irşâd ediyor ve diyor ki:

“ey hizmet-i kur’âniyede arkadaşlarım! ihlâsı kazanmanın ve muhâfaza etmenin en müessir bir sebebi, râbıta-i mevttir. evet ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevkeden, tûl-i emel olduğu gibi; riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-i mevttir. yâni: ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.” diyor. evet, insan evvelâ kendi ölümünü düşünerek râbıta-i mevt yapmalıdır.

o halde 21. ihlâs lem’asını okudukları halde, ardından tezâhür eden ihlâssız hareketler neden olsun diye düşünüyoruz? büyük ihtimalle râbıta-i mevti yaparak ihlâsı gereği gibi muhâfaza edememekten meydana geldiğini bazı müşâhede ve duyuşlarımızla tesbit etmiş oluyoruz. yâni, zamanı muayyen olmayan râbıta-i mevt yapılmıyor demektir.

o zaman hatırımıza şu suâl geliyor: emredilen râbıta-i mevti sevgili kardeşlerimiz neden ihmâl ediyorlar, neden râbıta-i mevti yapamıyorlar îste “uzkuru zikre hadimil-lezzat” -ev kemâ kâl- yâni, “lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!” diye bu râbıtayı ders veriyor.” diyor. demek ki, “ölümü çok zikrediniz!” diyen peygamberimiz hazret-i.muhammed’dir. (a.s.m.) fakat ölümün bir zâhiri var, bir de hakikatı var. (zikretmek düşünmek manasına gelir)

irşâd ise ekseriyete göre yapılır; ekseriyet,  a’vâmdır. onlar yâni, a’vâm (ölümün hakikatını) bilemedikleri ve ruhun mazhâr olacağı hârika cennet âlemlerini  birden düşünemiyecekleri için, mevtin zâhirinde cereyan eden acı ve dehşet verici ceseddeki inhilâl, dağılma, çürüme ile âşikâre görünen tahribkâr hâli görerek şöyle bir ihtâr alıyor, “ey insan! işte sonun budur!” böylece görerek, ancak, hayattan aldığı ve alacağı lezzetler tahrib olup acılaşıyor ve ancak bundan sonra uzun emellerinden vazgeçebiliyor.

insan eğer bizler de a’vâm gibi, mevtin zâhirine bakarsak ve ölümü yalnız cesedde vuku bulan görünüşteki korkunç, dehşetli vaziyetine göre mütâlaa edersek,  fâsık ve fâcir ehl-i îmân,  ehl-i dünya ve ehl-i dalâletin ölümden ürküp, korkup kaçmaları gibi, bizde onlar gibi o ölümden hissemizi yeteri kadar alamazsak yukarı da dediğim gibi risale-i nurlardan yeteri kadar sadakatla ders almamışız. başkaların duasını kendimize çekebilmek için namazdan sonra tespihatımızı okumuşuz demektir. unutmayalım ki: tespihat okuyan kimse 20.000.000 nur talebesinin duasında hisse alıyor demektir. aksi takdirde ölümü hatırlamak bile istemeyeceğimiz muhakkaktır. hatırlamadığımız için düşünmeyecek ve emredilen râbıta-i mevti yapamıyacak ve neticede maalesef ihlâsımızı muhâfaza edemiyeceğiz. hattâ çok şâyân-ı dikkat sözlerle bu haller şu gibi lâflarla maskelenecek. meselâ: “şimdi ölümden bahsetme! hizmet edeceğiz! hizmet zamanıdır.” diyenleri dinleyeceğiz. hattâ maalesef büyük bir ekseriyet, bazı imâm, ülemâ-üs su’ hocaların yanlış telkinâtıyla “ölüm istenilmez!” bile diyebiliyorlar. yâni, ölümü düşünme, ölümü isteme! yaşamana bak!

müşâhede ve duyuşlarımızla tesbit etmiş oluyoruz. yâni, zamanı muayyen olmayan râbıta-i mevt yapılmıyor demektir.

o zaman hatırımıza şu suâl geliyor: emredilen râbıta-i mevti sevgili kardeşlerimiz neden ihmâl ediyorlar, neden râbıta-i mevti yapamıyorlar demek ihlâsı muhâfaza için evvelâ (ölümün hakikatı nedir?) mes’elesini halletmek lâzım imiş ki, râbıta-i mevti kolayca yapabilelim.  her hususta olduğu gibi bu hususta da aziz üstâdımızın sarih beyânlarına te’vilsiz inanmak ve tatbik etmek gerekmektedir.

şimdi neyi bilirsek, neyi anlarsak râbıta-i mevti kolayca yapabileceğimizi,  tesbit edebildiğimiz dört maddede izâha çalışacağız:

üstâdımız hepimizin çok okuduğu,  iyi bildiği yedinci söz’de 31. sayfada bu hususta ne diyorsa,  tekrar bir daha dikkatle okuyalım:

“ölüm” diyor üstâdımız,  “insan-ı mü’mini, zindân-ı dünyadan bostân-ı cinâna, huzûr-u rahmân’a götüren bir müsahhar at ve burak sûretini alır. onun içindir ki: ölümün hakikatını gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler. daha ölüm gelmeden ölmek istemişler!” diyor.

 “insan-ı mü’mini” diyor.  öyleyse biz ehl-i îmân olarak şöyle diyebiliriz:

“ölüm, ehl-i îmân için bir terhistir; ecel, terhis tezkeresidir. bir tebdil-i mekândır, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesi ve kapısıdır. zindân-ı dünyadan çıkmak ve bağistân-ı cinâna bir uçmaktır. hizmetinin ücretini almak için huzûr-u rahmân’a girmeğe bir nöbettir ve dâr-ı saâdete gitmeğe bir dâvettir diye kat’î anladığımdan, ölümü ve mevti sevmeğe başladım.” ş: 16

yâni, ölen ve çürüyenin yalnız cesed olduğunu, bâki kalıp yaşayan ve hemen cennet’lere uçan ve dâimî daha güzele kavuşan ölmeyen bir ruh bulunduğunu bilmekle rabıta-i mevti kolayca yapabileceğiz.

ruhun mâhiyeti hakkında üstâdımızın söylediklerinden külliyâtın muhtelif yerlerinden toplanan yüzden birisine tekrar ve berâberce bakalım, ne diyor:

“ruh,  insanın en kıymetli ve üstünde  titrediği malı dır. g.m.1: 74, ruh,  cesed kafesinden çıkarsa necât bulur. i: 180, ruh,  kat’iyen bâkidir. 29 s: 515, ruh, cesed  ile kâim değildir 29 s: 517, ruh,  mâziye nüfûz ve müstakbele hulûl edebilir. 17. s: 210, ruh,  mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misâlîsini giyer. 29 s: 517, ruh,  çıplak olarak ölümün pençesinden, çengelinden sıyrılıp sağlam kurtulacaktır. b ms:  391, ruh,  bizâtihî kâimdir. cesed harâb olursa daha ziyâde serbest olur,  ruh,  çıplak olarak ölümün pençesinden, çengelinden sıyrılıp sağlam kurtulacaktır. b ms:  391, ruh,  bizâtihî kâimdir. cesed harâb olursa daha ziyâde serbest olur, melek gibi göğe aynen bâki kalmıştır. 28 s: 516, 517”

işte hazret-i üstâd bu husûsta 23. mektûb: 283’de şöyle diyor:

“şu ferâhlı ve saâdetli vaziyetten daha saâdetli, daha parlak bir vaziyete mazhâr olmak için, hazret-i yûsuf (a.s.) kendisi cenâb-ı hak’tan vefâtını istedi ve vefât etti; o saâdete mazhâr oldu. demek o dünyevî lezzetli saâdetten daha câzibedâr bir saâdet ve ferâhlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; hazret-i yûsuf (a.s.)  gibi hakikat-bîn bir zât, o gâyet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gâyet acı olan mevti istedi, tâ öteki saâdete mazhâr olsun.”

öyle bir saâdet ki, dünyanın bin sene hayat-ı mes’udanesi, bir saatine değmeyen cennet hayatı ve cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat zât-ı zül celal’in müşahedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh mekân ve saâdettir o.

“said nursî dahi meyyit hükmünde idi. risalet-ün nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.” said umûmî harbde maddî ve dehşetli bir mevtten dahi hârika bir tarzda kurtulması ve felsefe ve gafletten gelen ma’nevî ve şiddetli bir ölümden necât bulması ve kur’ânın âb-ı hayatıyla tâze bir hayata girmesi tarihidir.” 1.ş:694,

“kat’î bir kanaat verdi ki, kelimesine tam münâsib said’dir. bu âyet risâle-i nûr tercümânı olan said’i “meyyit” ünvânıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:          mevtin muammasını ve tılsımını risale-i nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i îmâna çok ünsiyetli, sürûrlu, nurlu bir hakikat keşfedip isbât etmiş. ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhâda karşı, bâkiyâne hayat-âlûd muvakkat bir mevt-i zâhirî ile gâlibâne mukâbele eder. ehl-i ilhâd, gayr-ı meşrû müştehiyâtının ibâhesiyle süslendirmesine mukâbil, risâle-i nûr, mevti o aldatıcı, fâni hayata karşı çıkarıp lezzet ve zînetini zîr ü zeber eder. ve der ve isbât eder ki: “mevt ehl-i dalâlet için i’dam-ı ebedîdir ve o dehşetli darağacından kurtaran ve mevti, mübârek bir terhis tezkeresine çeviren yalnız kur’ân ve îmândır. 1.ş: 695

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: