Mü’minin Bakışı

Sen onları yüzlerinden tanırsın.
Bakara Sûresi, 2:273

İlk anlamıyla Hz. Peygambere hitap eden bu cümle, daha geniş anlamıyla mü’minleri de kapsıyor. Onların, imanlarından gelen bir sezgi ve kavrayışla, bir kısım insanları yüzlerinden tanıyabileceklerini bildiriyor. Veya, “Peygamberiniz onları yüzlerinden tanır; siz de öyle olmaya çalışın” şeklinde bir hedef gösteriyor, bir feraset dersi veriyor.

Önce âyetin tamamını okuyalım:

Yapacağınız yardımlar, kendilerini Allah yoluna vermiş yoksullar içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşıp da geçimlerini sağlamaya imkân bulamazlar. Onların halini bilmeyenler, tokgözlülükleri yüzünden, onları zengin sanır. Sen ise onları yüzlerinden tanırsın. Yoksa onlar halktan yüzsüzlükle birşey istemezler. Sizin hayır olarak harcadığınız şeyi ise muhakkak ki Allah bilir.

Âyetin özel anlamı, yoksul kimselerin yüzlerinden tanınmasıyla ilgilidir ki, bundan alınabilecek büyük ibretler vardır. Ve bu ibret dersleri bir yandan dilenciliğin kapısını kapatacak, bir yandan da mü’minler arasındaki şefkat ve dayanışmayı en yüksek düzeye çıkarabilecek bir potansiyele sahiptir.

“Onların halini bilmeyenler, tokgözlülükleri yüzünden, onları zengin sanır.” Peki, herkesin zengin sandığı insanların, gerçekte yardıma muhtaç kimseler oldukları, onların yüzlerinden nasıl anlaşılır?

Üstelik burada insanın en belirgin, en ayırt edici özelliği olan “yüzleri” söz konusu edilmiş, böylece, bu tanıma işleminin hiçbir tereddüde meydan bırakmayacak kadar kesin bir tanıma olduğuna işarette bulunulmuştur.

Bir Peygamberin böyle bir yeteneğe sahip olması elbette ki şaşırtıcı değildir. Ancak âyetin amacı, sadece Peygamberin bir özelliğini sayıp geçmekten ibaret olamaz; bunda, Peygamberini örnek almakla yükümlü olan mü’minlere verilen bir ders vardır. Peygamberin en üst seviyede sahip olduğu böyle bir beceri, onun ümmetine de hedef olarak gösterilmektedir.

Âyet-i kerimenin bu dersinden nasibini almış ve böyle bir beceriyi kazanmış insanların oluşturduğu bir toplumu düşünün:

Orada insanların bir sıkıntı içine düşmesine neredeyse fırsat kalmaz. Çünkü etrafında, “alıcıları açık” kardeşleri vardır. Onlar, mü’min kardeşlerinin başındaki dertlerin kokusunu çok uzaklardan alırlar. Zaten, rızık arayan kuşlar yahut bal alacak çiçek arayan arılar gibi, onlar da sürekli olarak etraflarındaki hayır vesilelerini araştırmakta, kalplerinden taşan o yüksek şefkat duygusunu aktarabilecekleri kardeşlerini bulup çıkarmaktadırlar. Öyle bir toplulukta kimse kimsenin karşısında eğilmez; kimse kimsenin minnetini çekmez; kimsenin onuru kırılmaz, haysiyeti incinmez.

Çok geniş ölçekte düşündüğümüz zaman belki bir hayal gibi gelebilir; ancak küçük ölçeklerdeki topluluklarda böyle bir sonuca ulaşmak imkânsız değildir. İnsanlar eğer “alıcılarını” en yakınlarına yöneltecek olurlarsa, bunun sonucunu kendi çevrelerinde alabilirler. Bütün bir toplumu düzeltecek imkâna kimse kendi başına sahip değildir, zaten bununla da kimse yükümlü değildir. Fakat insanın akraba, komşu, sokak ve mahalle gibi yakından uzağa doğru genişleyen daireler içinde, elinin ulaşabildiği bir veya birkaç daire bulunabilir. Ve insan, Rabbinin kendisine bağışladığı yetenekleri kullanmak ve geliştirmek suretiyle, bu daireler içindeki hayatı, huzurla yaşanan bir hayat haline getirebilir.

Âyet-i kerime, işte, mü’minlere böyle bir hedef gösteriyor ve onların, yoksulları yüzlerinden tanıyacak bir beceriye sahip olmalarını öngörüyor. Aslında, bu, ilk bakışta zor gelse de, kazanılması büsbütün imkânsız bir beceri değildir. Nitekim dünya hayatı söz konusu olduğunda, böyle bir beceri, bizim pek de yabancımız sayılmaz. Bir esnaf için potansiyel müşteriyi yahut dürüst alıcıyı yüzünden tanımak, olmayacak bir iş değil, tam tersine, onun mesleğindeki tecrübesini gösteren bir beceridir. İşini ciddîye alan ve ticaretinde zarar etmek istemeyen kimse, böyle bir beceriyi elde etmekte de çok fazla zorlanmaz.

Dinini ciddîye alan kimseye de Kur’ân’ın gösterdiği hedeflere ulaşmak için çaba harcamak zor gelmemelidir. Çünkü bu bir eğitim ve gelişim meselesidir; dünya işlerinde bir yerlere gelmenin bir fiyatı olduğu gibi, Allah’ın rızasına ulaşacak bir kul haline gelmenin de bir fiyatı vardır. İslâm toplumlarının içine düştüğü sıkıntıların asıl nedeni, bu fiyatta pazarlık etmeye kalkmamızdan başka nedir ki?

ÜMİT ŞİMŞEK