“Münakaşa” mı? “Münazara” mı? Münazara İlmi ve Adabı Nasıl Olmalı?

İlm-i Münazara’ya “İlm-i Cedel” adı verilmiştir. İlm-i Cedel, Latince “Dialectica” sözcüğünün karşılığıdır. Dialectica, terimi ise “dia+legein” yani dil ve nutuk, karşılıklı konuşma ve istidlal, yani delil getirerek karşıdakini susturma sanatı anlamına gelmektedir. Dialektik genellikle muhatabı çelişkiye düşürerek reddetme metodunu takip eder. Dialektiğin mucidi Yunanlı filozof Zenon (v. MÖ. 430) olarak kabul edilir. Zenon kendi fikirlerini kabul ettirmek için bu metodu yine çağdaşı olan filozof Permanides’e (v. MÖ. 470) karşı kullanmıştır.

İslam Felsefesinde Yunan Felsefesinden alınan “Diyalektiğe” “Cedel” adını vermişler sonra da tam Müslümanlaştırarak “İlm-i Adab ve’l-Münazara” adını vermişlerdir. Cedel, delile karşı delille cevap vererek kavga edercesine kendi fikrini müdafaa etmektir. Bu metot muhatabı kırıcı olduğu ve kazananı olmadığı için yasaklayan İslam bilginleri daha da yumuşatarak “göze bakıp kalbe hitap etmek” için yumuşak bir dil kullanarak terbiye etmiş ve “İlm-i Adab-ı Münazara” adı altında faydalı bir ilim haline getirmişlerdir.

Münazara kelimesi “Nazara” kelimesinden türemiş olup “delilleri ortaya koyarak düşünmeye ve gerçeği anlamaya sevk eden konuşma” şeklinde tarif etmişlerdir. Daha sonra filozoflar da diyalektik adını verdikleri bu ilm-i münazarayı gerçek bilginin ve hakikatin elde edilmesi için birinci metot olarak kullanmışlar ve öyle sistemleştirmişlerdir.

Mantıkçılar “teâruz-u fikir ve tehâlüf-ü ukulden Barika-i hakikat tamamıyla tezahür eder” diyerek bu ilmin en güzel bir şekilde kullanılması ile gerçeği bulmanın kolaylaştığını ve metotlu hale geldiğini savunmuşlardır. İslam Felsefesiyle uğraşan İslam bilginleri ve kelamcılar “Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat çıkar” diyerek bu ilme önem vermişlerdir.

Bir nevi müşavere, yani fikir alışverişi olarak kabul edilen münazara olgunluk ve kemal istikametinde insanı yüceltirken, tartışmada üstün gelme niyetiyle hareket eden cedelcinin haset, kin ve gıybet gibi kötü huylar edinmesine de sebebiyet verebilir. Cedel ayrıca ihlası kırar. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “müdavele-i efkâr” tarzında olmayan mücadeleyi yasaklamış ve “Haklı olduğu halde mücadeleden vazgeçene Allah cennette bir köşk bina eder” buyurmuşlardır.

1. Münazaranın Genel Kuralları:

Münazaranın genel kuralları vardır ki bunlar engelleme, delili çürütme ve iddiacıya karşı delil ile susturma gibi temel kurallardır. Bunları teker teker ele alalım.

1.1. Engelleme: İddia sahibinden iddiasına ait delil istenir. Şayet delil getiremezse iddiası kabul edilmez ve reddedilmiş olur.

1.2. Delilleri Çürütme: İddia sahibi kendisine göre delillerini ortaya koyar. Bu deliller ele alınarak birer birer çürütülür ve doğru olmadığı ve delil olamayacağı ortaya konur.

1.3. Kendi Delilini Ortaya Koyma: Haklı ve doğru olan görüşü ispat etmek için gerçek ve doğru deliller ortaya çıkarılır ve hakikat ispat ve izah edilerek ortaya çıkartılır.

2. Münazaranın Adabı:

Münazara uluorta yapılmaz. İş münakaşaya dökülmez ve saçma iddialarda bulunulmaz. Amaç hakikati bulmak ve gerçeği ortaya koymak olduğu için “müdavele-i efkar” ve “hakikati arama” şeklinde bir münazara caiz olabilir. Müdavele-i efkar tarzındaki bir münazaranı adabı ve usulü şunlardır.

2.1. Sözü aşırı derecede uzatmamalıdır.

2.2. Konu dışına ve saded haricine çıkılmamalıdır.

2.3. Gülme, çarpıtma, öfkelenme ve sesi yükseltmek münazara adabına aykırıdır.

2.4. Muhatabın ve konuşanın sözü kesilmemeli ve sonuna kadar dinlenilmelidir.

2.5. Muhataba son derece nazik davranmalı ve onu küçük görmemelidir.

2.6. Kinci, alaycı, kibirli kimselerle münazaradan sakınmalıdır.

2.7. Hakikati ve gerçeği arama arzusu ile münakaşaya girmelidir.

2.8. Gerçeği muhatabında bulursa onu kabul etmeli ve kendisine teşekkür etmelidir.

2.9. Münazara adabını bilmeyenlerle boşuna tartışmaya girmemelidir.

3. Münazaranın Şartları:

Boşu boşuna, Greksiz yere tartışmaya girmek gevezelik ve zevzeklikten başka bir şey değildir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Kelam ve söz mal gibidir, israfı caiz değildir” demektedir. Ayrıca münazaraya giren kişi gerçeği arama ve bulmak için istekli olmalıdır. Bediüzzaman “Müşteri olmadan malımı satmam” diyerek fikir ve düşüncelerini öğrenmeye istekli olmayanlarla konuşmanın anlamsızlığını ifade etmiştir. Münazaranın şartları şunlardır:

3.1. Kesin delil ve gerçek bilgiye dayanmalıdır.

3.2. Peşin hükümle hareket edilmemelidir ve getirilen deliller kabul edilmelidir.

3.3. Delil getirdikten sonra tartışmayı kesmelidir.

3.4. Tartışmayı uygun bir zeminde yapmalıdır. Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah’ın ayetlerini alaya aldıkları zaman onlarla oturmaya devam ederseniz siz de onlar gibi olursunuz” (Nisa, 4:140) buyurarak alaycı bir toplumla tartışmanın ve yanlarında durmanın yanlışlığına dikkatimizi çekmiştir.

3.5. Muhataba karşı nazik davranmalıdır. Nitekim yüce Allah Hz. Musa’ya (as) “Firavuna karşı yumuşak söz söyle ki kalbine işlesin” (Taha, 20:44) buyurmuştur.

3.6. Gerçeği arama konusunda samimi ve ihlâslı olmaktır.

4. Yasaklanan Cedel ve Münakaşa:

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah’a ve peygambere itaat edin ve aranızda çekişmeyin sonra gücünüz ve kuvvetiniz gider, sabredin, Allah sabredenlerle beraberdir” (Enfal, 8:46) buyurmaktadır. Bu ayet-i kerime müslümanların İslama teslim olmalarını ve aralarında çekişmeye ve mücadeleye girmemelerini emretmektedir. Gerçek zamanla ortaya çıkar. Bu nedenle yüce Allah inananlara daima sabırlı olmaları konusunda uyarmaktadır.

Peygamberimiz (sav) Allah tarafından yeni bir din ile gönderildi. Bunun üzerine peygamberimiz (sav) ile çekişmek için Yahudi ve Hıristiyanlardan pek çok ilim ve din adamı geldiler. Pek çok sorular sordular. Yüce Allah peygamberimize onlarla mücadele etmemeleri konusunda uyardı. Şöyle buyurdu: “Ey Resulüm! Hıristiyan ve Yahudiler seninle münakaşaya kalkışırlarsa onlara şöyle söyle: Ben bana bağlı olan müslümanlarla beraber kendimi Allah’a teslim ettim. Siz de İslamı kabul ederek Allah’a teslim olmaz mısınız? Şayet teslim olursanız hidayet üzere olursunuz. Şayet yüz çevirirseniz ben bana ait olan tebliğ görevimi ifa ettim. Gerisini siz bilirsiniz. Allah kullarının yaptıklarını elbette görmektedir.” (Al-i İmran, 3:20)

Hz. İsa’nın (as) misaller vererek kavmini irşad etmesine mukabil dinleyenler gülerek Hz. isa’yı alaya alırlar ve gülerek “Bizim ilahımız mı daha iyidir, yoksa senin ilahın mı?” dediler. Bunun üzerine yüce Allah Hz. İsa’ya şöyle buyurdu: “Onların böyle söylemeleri sırf seninle mücadele etmek içindir. Gerçeği öğrenmek için değildir. Onlar kavgacı ve hasım bir topluluktur.” (Zuhruf, 43:57-58) Bu ayetle yüce Allah İsa’yı (as) ikaz ederek onlara cevap vermeye değmediğini ve mücadeleye girişmemesini tavsiye buyurdu.

Yüce Allah muhatapların gerçeği öğrenme konusunda istekli olmamaları durumunda onlara cevap vermenin ve mücadeleye girişmenin gereksiz olduğunu belirtmiştir. Din ve iman, dünya ve ahiret ile ilgili meseleleri alaya almak ve dalga geçmek kişinin ahmak ve aptal olduğuna delildir. Böyleleri ile mücadele etmek kişiyi ancak küçültür. En iyisi böylelerini “kabil-i hitap görmeyerek” cevap vermemektir. Nitekim Hz. İsa (as) kendisine soru soran birine cevap verdiği halde anlamamazlıktan gelerek farklı şekillerde Hz. İsa’yı zor durumda bırakmaya çalışan birinden yüz çevirerek yoluna devam eder. Bunun üzerine havariler “Ey Muallim! Sen ölmüş bedenleri Allah’ın izni ile diriltiyor, ölmüş kalpleri sözlerinle hidayete ulaştırıyorsun. Bu adama neden cevap vermedin?” derler. Hz. İsa (as) “Evet öyledir. Ancak bu adam ahmaktır. Ahmakların ıslahı mümkün değildir” şeklinde cevap vermiştir. Bu nedenle bilginler “Ahmak olana verilecek en güzel cevap sükûttur” demişlerdir.

Peygamberimiz (sav) “Doğru yola girildikten sonra mücadeleye sarılmadıkça hiçbir kavim sapmaz” “Allah’ın en çok öfkelendiği kişi mücadelede direnen kimsedir.” “Konuşurken muhalefet etmeyen ve boş söz söylemeyen ve haklı olduğu halde mücadeleyi ve tartışmaya girmeyene Allah cennette bir köşk bina eder” “Haklı dahi olsa münakaşadan vazgeçmedikçe kişinin imanı tamam olmaz” buyurarak dinde mücadele ve münakaşayı yasaklamıştır.

Çünkü Allah’ın emirlerine, yasaklarına ve dini hükümlere itiraz, kabul etmemek ve amelden kaçınmak anlamındadır. Bu ise imanın zaafından kaynaklanır. Bu nedenle peygamberimiz (sav) Hz. Musa’nın (as) Yahudilere “Allah sizin bir inek kesmenizi emrediyor” demesine karşılık Yahudilerin “Nasıl bir inek? Rengi nedir? Yaşı kaçtır?” gibi sorular sormasını “emre itaatsizlik, itiraz ve amel etmemek için direnmek” olduğunu belirterek “Siz Allah’ın size olan emirlerini elinizden geldiği ve gücünüzün yettiği kadar ifa ediniz, yasakladıklarından da kesinlikle kaçınız ve gereksiz soru sormayınız” buyurmuşlardır.

İslam bilginleri “Bu Allah’ın emri ve peygamberin sünneti denilince bir Müslüman’a yakışan o emri yerine getirmek yakışır. Ancak bu benim fikrim ve görüşüm denilirse ona uymak gerekmez” demişlerdir. Selef-i Salihîn “Allah bir topluluk için kötülük dilediği zaman, onların aralarına cedel ve mücadele hastalığını atıp ilmi onlardan çeker alır. Bu nedenle cedelden şiddetle sakının ve kaçının. Çünkü o, sizi kaçınılması gereken şeylere yaklaştırıp, doğrudan ve hak yoldan uzaklaşmanıza sebep olur” demişlerdir.

5. İmanî Meselelerde Münakaşa Olmaz.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Mesail-i İmaniyenin münâkaşa suretinde bahsi caiz değildir. Dakik mesâil-i imaniye mizansız mücadele suretinde cemaat içinde bahsetmek caiz değildir. Mizansız mücadele olduğundan tiryak iken zehir olur. Diyenlere, dinleyenlere zarardır. Belki böyle mesâil-i imaniyenin itidal-i demle, insafla, bir müdavele-i efkâr suretinde bahsi câizdir” (Mektubat, 12. Mektup) demektedir. İmani meseleleri ancak müdavele-i efkar, fikir alışverişi ve samimi olarak öğrenme amacını taşımak suretiyle konuşmakta ve sorup öğrenmek gerekir.

Bu çeşit mesâili münakaşa etmenin bir şartı insaf ile hakkı bulmak niyeti ile inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, inatsız bir surette, ehil olanların mâbeyninde sûi telakkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zahir olsa müteessir olmasın, belki memnun olsun; çünkü bilmediği bir şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla bir şey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var” (28. Mektup, 2. Mesele) buyurmaktadır.

6. Münazara İhlâsla Hakkı Bulmak İçin Yapılmalıdır:

İman, ihlâslı ve samimi olarak Allah’a inanmaktır. Bu nedenle Yüce Allah “Zatını ve zatî sıfatlarını” haber verdiği surenin adına “Tevhit Suresi” adını vermemiş “İhlâs Suresi” adını vermiştir. Bediüzzaman da “İhlâs Risalesi”nde “Fenn-i âdab ve İlm-i münazaranın uleması mâbeyninde hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: “Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa insafsızdır. Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı, hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse yine rıza ile kabul edip taraftar çıkar ve memnun olur.

İşte bu düsturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarikat, ehl-i ilim kendilerine rehber ittihat etseler ihlası kazanırlar. Ve vazife-i uhreviyelerinde muvaffak olurlar. Ve bu fecî sukût ve musibet-i hâzıradan rahmet-i ilâhiye ile kurtulurlar.” (Lem’alar, İhlas Risalesi, 20. Lem’a, s. 148) demektedir.

Allah’a hakiki olarak iman etmiş olan her halinde ve hareketinde Allah rızasını esas alması gerekir. Münazaranın da amacı Allah için doğruyu bulmaya çalışmak ve hakka teslim olmaktır. Bu nedenle dini konularda ve bilhassa imana taalluk eden meseleler münakaşa ve münazara tarzında bahsi caiz değildir. Zira bir taraf diğerini mağlup edeceğim derken dalaletini istemek anlamına geldiği için çok tehlikelidir. Nitekim İmam-ı Azam (ra) ilk zamanlarda Kelamî konularda münazaralara giriyordu. Ancak oğlu Hammad’ı bu gibi münazaralardan sakındırıyordu. Nedenini sorunca da “Ben girdiğim her münazarada hakkın muhatabın elinde zahir olmasını temenni ediyorum. Ama siz karşınızdakinin yanlışta ve dalalette olmasını temenni ediyorsunuz. Hâlbuki küfre rıza küfür ve dalalete rıza dalalettir” demiştir.

Peygamberimiz (sav) bir gün sahabelerin kader konusunda tartıştıklarını gördü. Onların yanına gitti ve “Sakın bu konuda münakaşa etmeyiniz. Sizden öncekiler hak konusunda münakaşa ederek ayrılığa düştükleri için helak olmuşlardır. Allah sizi bu gibi konularda münakaşa etmekten sakındırmıştır. Biliniz ki Yahudiler yetmiş bir, Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır, benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaklardır. Bu fırkalardan kurtulacak olanlar bizim yolumuz ve sünnetimiz üzere gidenler, ashabım ve ashabımın yolundan gidenler, Allah’ın dini üzerinde cidal ve münakaşa etmeyenler ve herhangi bir günah sebebiyle ehl-i tevhit ve ehl-i kıbleden herhangi birini tekfir etmeyenler ve cemaatten ayrılmayanlardır” (Hadisciler ve Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, Prof. Talat Koçyiğit, s. 225) buyurdular.

7. Fikirler Nasıl Öldürülür:

Fikirler ortaya atılır, ama iş karar verip uygulamaya gelince herkes yan çizer. Nasrettin Hocanın “Fil Hikâyesi” ile “farelerin kediden kurtulmak için boynuna zil takma fikri” çok cazip teklifleri sunanların uygulamada kaçmalarına güzel örnektir.

1. Gülünç olma: Bir insan fikrini gülünç duruma sokarsa o fikri öldürmüş olur. İnsanlar onun fikrini gülünç hale getirirlerse yine onu öldürmüş olurlar.

2. Onu daha önce de denedik: Geçmişin tecrübeleri geleceğin önünü tıkar. Tecrübeler geçmişi aydınlatır; ama gelecek hakkında fikir vermezler. Çünkü geleceğin şartları farklıdır. Geçmişte uygulama imkanı bulunmayan bir düşünce gelişen ve değişen şartlarda uygulanabilir ve çok da faydalı olur.

3. Bütçemiz yok, pahalıya mal olur: İşin içine para girdiği zaman cimriler çok akıllı olurlar. Verdikleri akıl ile üç kuruş karımız olsun diye bin liralık bir fayda göz ardı edilir ve hizmetler akamete uğrar. Sonra iş anlaşılır ve pişmanlık fayda vermez. İnsana hizmetin olduğu yerde paranın değerinin olmaması gerekir. Zira insan paranın değil, para insanın hizmetinde olmalıdır.

4. Yapmak imkânsızdır: İmkânsız sözü acizlerin ve cahillerin sözüdür. Zira başarı ve akıllılık imkânsızı başarabilme ölçüsünde kendisini ispat eder. Bu nedenle imkânsız sözü ile işe başlanmaz. Akıl ve ilim sahiplerinin sözü “Mümkündür ama nasıl yapabiliriz? Bizim fikirlerimize siz de fikirlerinizle katkı sağlarsanız bunu başarabiliriz” şeklindedir.

5. Bizim mesuliyetimiz dışındadır: Bu söz sorumluluktan kaçanların ve hiçbir işe el atmayanların sözüdür. İsterler ki başkaları yapsın. “Başarısız olursa biz tenkitten ve sorumluluktan kurtuluruz. Başarılı olursa onu paylaşır ve kendimize bir şekilde mal ederiz ve işi yapan ahmakları bir şekilde ekarte eder ödülü biz alır paylaşırız.

6. Bize göre büyük iş: Kendini küçük gören ve teşebbüs yeteneğinden noksan olanların bahaneleridir. Böylece yerlerinde saymayı ve mevcudu korumayı başarı görürler. Ancak zaman çok değişkendir, başkaları onların geçer ve onlar rahatlık içinde nefislerini tatmin ederken iflasa doğru gittiklerini hiç fark etmezler. Zamanla haşlanan kurbağa gibi kendilerine verilen fikirleri öldürdükleri gibi kendileri de ölürler.

7. Bizim problemimiz değil: Problem olarak görülmeyen küçük işler zamanla büyük sorun olur. Bunu farkında olmayanlar da problemi kabul etmeyerek fikirleri öldürür ve kurumu, işletmeyi ve işi de öldürürler.

8. Daha önce hiç denemedik: Zaten denenseydi yeni olmazdı. Ama yeniliğe açık olmayan ve taklitçilikten kendilerini kurtaramayanlar denenmişi deneyerek akıllı olduklarını sanırlar. Ama bilmezler ki bir şeyi yeni deneyenler başarıyı yakalar, taklitçiler ise durumu muhafaza ederler.

9. Ona zamanımız yok: Zaman akıllı ve çalışkan olanlara çok şey verir. Zira Allah her insana 24 saatten fazla zaman vermez. Zamanım yok diyenlerin de az zamanda çok işler başaranlar da 24 saatten fazla zamanı kullanamazlar.

10. Gerçeğe dönelim: Gerçek nedir? Herkesin kafasında farklı olan şey gerçek değildir. Gerçek herkesin kafasında aynı olan şeydir. Bu nedenle liderlerin en önemeli fonksiyonu ikna kabiliyetidir. İkna olan gerçeği kabul etmiş demektir.

11. Bize göre değil: Göreceli kavramlarla çalışan ve fikir üretenler başarılı olamazlar. Bize göre olmayanı içimize sindirdiğimiz ölçüde etrafımız genişler ve dünyamız büyür.

12. Herkes bize gülecek: Gülünç olmamak için çalışmayı ve iş yapmayı, fikir ve düşünce üretmeyi bırakmak mı gerekir. Bu gün gülen yarın takdir edecektir. Etmese de problem değil zira siz doğru olanı yapmış olacaksınız.

13. Elimizden geleni zaten yapıyoruz: Bu tembellerin bahanesidir.

14. Biz onsuz da bu işleri becerdik: Şimdi de onunla becerseniz elinizde mi kalır. Başkalarını da işe katalım. Bir şey kaybetmeyiz, bilakis kazanırız.

15. Bir komite kuralım: Yapılması istenmeyen işler komisyona havale edilir. Siz de kafanıza yatmayan ve yapılmasını istemediğiniz bir iş varsa komisyon kurmayı teklif edebilirsiniz.

16. Daha önce onu deneyen oldu mu? Olmadı. O zaman ilk deneyen neden biz olmayalım? Bilinmelidir ki başarının şerefi ilk yapana aittir.

M. Ali Kaya

Fikirbahcesi.Org