Müsbet Hareket Mektubunun Yazılması

İkinci ziyaretim, ilk ziyaretimden altı ay sonra, 1960 senesinin başlarında oldu. Üstad’ımız bundan 2,5 ay kadar sonra vefat etti.

Bu ziyaretim Emirdağ Lahikası’nın en sonundaki mektubun yazılması anında olmuştu. Bu mektup, Ankara Ulus’ta bulunan Beyrut Palas Oteli’nde yazıldı. İşte o sırada, yazıldığı anda Üstad’ın yanında idim. Mektup şöyle başlar:

Umum Nur Talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir.

Aziz kardeşlerim!

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değil¬dir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz… (devamını okumak için tıklayınız.)” diye devam eden, oldukça etkili uzunca bir mektuptur.

O zaman Ankara’da askerdim. Yedek subaylığım bitti ve çekilen kuram Manisa’ya çıktı. Ben evliydim. Diyarbakır’da olan evimi de Manisa’ya getirmeye karar vermiştim. Diyarbakır’a giderken önce Üstad’a uğrayayım dedim. Ve doğruca Isparta’ya gittim.

Karlı bir gündü. Bir otele indim. Bir gazetede “Bediüzzaman Ankara da” diye bir haber gördüm. Orada bir terzi vardı, onu buldum beni Üstad’ın evine doğru götürürken, oradan geçmekte olan Tâhirî Ağabey’i gösterdi. Bak “Tâhirî Ağabey geçiyor” dedi.

Tâhirî Ağabey, velayeti büyük bir zattı. Beni görünce “Kardeşim seni gökte ararken yerde bulduk” dedi. “Buyurun ağabey” dedim. Üstad Ankara’dadır. Bir emanet götürecek birini arıyorduk, onu Üstada sen götür” dedi. “Siz emaneti terziye bırakın, ben götürürüm” dedim. Hakikaten bırakmışlar. Emaneti aldım. Emanet, bir bohçaydı; içinde yumuşak bir şeyler vardı. Muhtemelen çamaşır gibi şeylerdi.

O kış günü Isparta’ya gelmişken Hüsrev Ağabey’i de ziyaret edecektim: heyecandan unuttum.

Trenle yalnız gittim Ankara. Kompartımanımda bir polisin beni takip ettiğini fark ettim. Başımda Mehmet Kayalar ağabeyin takkesi vardı. Onun takkesi değişiktir. Sarık vazifesini de görecek şekilde dikilmiştir.

Ankara garında iner inmez doğruca medreseye gittim. Medrese Ulus’ta, Murat Lokantasının üstüydü o zaman. Belki 500 kişi vardı içeride. Kayalar Ağabey kürsüde oturmuş ders okuyordu. Beni görünce şaşırdı. Kalktı, kucakladı. Ben, “Emanet getirdim. Buyurun” dedim. Kayalar Ağabey üç defa öptü, başına götürdü ve Said Özdemir Ağabey’e verdi. O da dolaba koydu. Kayalar ağabey dersten sonra oteline gitti. Biz cemaatle oturduk akşama kadar oradaydık.

Sonra öğrendim ki Üstad Hazretleri Diyarbakır’da bulunan Mehmet Kayalar’a ‘Acilen gel” diye bir telgraf çekmiş. Yani Kayalar Ağabeyi hususi olarak çağırmış Ankara’ya. Bu arada Üstad’ın İstanbul’a gittiğini duyduk. Gitmeden Mehmet Kayalar Ağabeyle biraz görüşmüş, “İstanbul’a gidiyorum, bekle döneceğim” demiş. Biz de Üstadı bekliyorduk.

Gece, saat tahminen 00.30 gibiydi. Beyrut Oteli’nin önünde Üstad’ı bekliyorduk. Etraf tenha idi, pek fazla kimse yoktu. Birden “Üstad geliyor!” dediler. Nereden geldi bilmiyorum; aniden mahşerî bir kalabalık çıktı ortaya. O kalabalığın nereden geldiğini hâlâ çözmüş değilim.

Üstad çok şatafatlı geldi. Hani kortejle, eskortla liderleri karşılıyorlar ya, sanki onun gibi… Üstad’ın arabasının etrafında motosikletler, ışıklı arabalar vardı. Bütün bunlar çok ihtişamlı geldi bana. Ancak birazdan anladık ki bunlar Üstad’ı kontrol ve takip için görevlendirilen emniyet kuvvetleri imiş.

Üstad’ın arabası otelin önünde bir ileri bir geri yaptı hızla, “tak” diye tam önümde durdu. Etraf gazeteci kaynıyordu. Ben hemen arabaya yaslandım. Üstad’ı görmeyi başardım. Hemen şemsiyeler açıldı. O halde bile Üstad’ın elinde Cevşen olduğunu fark ettim. Arabadan inerken kapattı. O patırtının farkında değildi sanki. Said Özdemir, Üstad’ın koluna girdi, otele çıkardılar. Polisler içeri kimseyi sokmuyordu. Said Özdemir beni tanıdığı için polise “bizdendir” diye işaret etti ve beni de içeri aldırdı. İçeri girmesine girdim, ama yine Üstad’ı göremedim.

BU DERS MEHMET’İN DERSİDİR

Sabahleyin, namazdan sonra Kayalar Ağabey ve diğer yakın talebeleri, toplam 13 kişi vardı. Bu 13 kişinin hepsini tanımıyordum. Hatırımda kaldığı kadarıyla Mehmet Kayalar, Zübeyir, Sungur, Said Özdemir Ağabeyler vardı. Onların içinde ben de vardım.

Üstad, ayakları yerde, karyolasının üzerinde oturuyordu. Mehmet Kayalar’ın iskemlesini karşısına çektirdi. Kayalar Ağabeyin dizleri Üstad Hazretleri’nin dizlerine değiyordu. Bizler de yanda sıralanmış oturuyorduk, iki-üç kişi ellerinde kâğıt kalem Üstad ne derse anında yazıp kaydediyordu. Üstad bir ara bize baktı ve “Bu ders Mehmet’in dersidir. Bunda asla enaniyet yoktur” dedi. Üç kere “Bunda asla enaniyet yoktur” diye tekrar etti. Sonra birden, “Bırak kardeşim, cehennemi onlar doldursun!” dedi. Üstad konuştukça oradaki talebeler mütemadiyen yazıyorlardı. Toplantı böyle devam etti. Sonra biz dağıldık.

Bu hâdiseden benim anladığım, Üstad Hazretleri, Mehmet Kayalar’ı cemaate tanıtmak için bu toplantıyı yapmıştı. Yalnız ondan sonra Sungur Ağabey, Kayalar Ağabeyin odasına girdi. “Ağabey elini öpeceğim. Şimdiye kadar seni anlayamamışız. Üstad’ın bu dersinden sonra anladık” dedi.

Üstad Hazretleri, bu hadiseden üç ay kadar sonra Urfa’da vefat etti. Allah onun hizmetinden bizleri ayırmasın, âmin.

İrfan Haspolatlı’nın hatıratıdır….

Ömer Özcan / Ağabeyler Anlatıyor 3

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: