Müslüman kadının şahsiyeti ve evi içerisindeki itibar savaşı

Müslüman kadının şahsiyeti ve evi içerisindeki itibar savaşı

anne-çocukBir toplumun bugünü ve yarınından haber veren en önemli unsurlardan birisi de o toplumdaki kadınların durumudur.

Kadının hayatın içindeki konumu, hayat algısı, kendine bakış açısı, hayatı niçin ve neye göre yaşadığı, aile ve toplumdaki konumu, aslında, o toplumun genel karakterinin bir yansıması olacaktır. Çünkü nesiller kadının ellerinde şekillenmektedir. Dolayısıyla düzelmenin de bozulmanın da başladığı bir noktadır.

Evet, kadın hassas ve nazik bir fıtratta yaratılmıştır. Bu yüzden hem kendi kendisine verdiği kıymet ve ehemmiyet, hem toplumun verdiği kıymet erkeklerden farklı olacak ve olmalıdır. Zira nazik ve seriü’t-teessürdür. Bu yüzden bozulmaya daha müsaittir. Fakat, şu da bir gerçektir ki, bir toplumda kadınlar sürekli konuşuluyor ise ve bu sebeple toplumun bozulmasından bahsediliyorsa, bu her iki cinsin bozulması ile ortaya çıkan bir neticedir.

Herkes kızının, eşinin, annesinin şahsiyetli bir kimliğe sahip olmasını ister. Hele bu erkeklerin kız çocukları, kendi annesi, kız kardeşi ise bu istek çok normal ve olması gereken bir durumdur. Fakat iş eşine geldiğinde, bu ibre biraz değişmekte beklentilerin ayarı bozulmaktadır. Hangi erkeğe sorsanız eşinin şahsiyetli olmasını ister, fakat şahsiyet oluşturmasına imkân tanımaz hatta kişiliğini zedeler. Bunu yaparken de geleneklerin bir neticesi olarak, annesi tarafından veya annesinin ev içerisindeki konumundan beslenerek ve rol model kabul ettiği babasından etkilenerek, eşinden beklentilerinin ayarını oluşur.

Meselâ erkekler, evleneceği eş adayında şu özellikleri arar: Sözümden çıkmayacak, izinsiz hiçbir şey yapmayacak, çok şey istemeyecek, ana ve babama saygılı olacak, fakat ben onun ana ve babasına saygılı ve hürmetkâr olmak zorunda olmayacağım, ben kafama buyruk hareket edeceğim vs… Şimdi sormak gerekir; tahakkümvari, karşılıklı fedakârlığa ve anlayışa dayanmayan bu istekleri hangi şahsiyetli kadın kabul eder. Kabul etmesi demek, kişiliğini kaybetmesi kendine olan özsaygısını yitirmesi demektir ki; işte asıl bozulma burasıdır. Zira kendisine saygısını yitiren bir kadın, bütün bozulmalara açık ve köleleşmeye müsait bir kadındır. Kişiliğini kaybetmiş bir kadın, ayrıca sağlam kişilikli çocuklar yetiştiremeyecek kadar aciz bir kadındır. Çünkü böyle bir kadının evi içerisinde tek derdi vardır, o da itibar savaşı vermektir.

Evet, hem sorgusuz sualsiz her şeye boyun eğmek ve hem şahsiyetli olmak bu ikisi birbirine zıt kavramlardır. Her insanın kişiliği, eğer bir binaya benzetirsek, ayakta kalmasını sağlayan ve onu hayata bağlayan ana temeller ve kolonlar gibidir. Bu temel ve kolonlar babası veya eşi tarafından kırılırsa; orada bırakın şahsiyetli insan olmasını, insan bile kalmaz.

Burada sözlerimin yanlış anlaşılmasını istemem.  Zira kadın elbette eşinin sözünü dinleyecek, itaat edecek, sadâkat en önemli hasleti olacak, saygı ve hürmette kusur etmeyecek. Şu nokta unutulmaması gereken bir noktadır ki,  şahsiyeti oturmuş bir kadın bunları zaten yapacaktır. Burada erkeğe düşen eğer bir kadın, evi içerisinde,  kişiliğini korumaya dönük itibar savaşı veriyorsa, tahakkümle yapmaya çalıştığı bu beklentilerini sorgulaması gerekiyor. Hakkını arayan kadını susturmak yerine, aynı hak dâvâsını annesi, kız kardeşi veya kendi kız çocuğu yaparsa nasıl karşılıyorsa, eşinin bu şahsiyet sınırlarını korumaya dönük mücadelesini de öyle karşılamalıdır.

Aksi halde kadının kişiliğini tahrip etmekle onu fıtratından uzaklaştırıp, Bediüzzaman’ın dediği gibi riyakârane bazı davranışların ve yanlışların içine itecektir. “Biçare mübarek taife-i nisâiye, zalim erkeklerinin şerlerinden ve tahakkümlerinden kurtulmak için, başka bir tarzda, zaafiyetten ve aczden gelen başka bir nevide riyâkârlığa giriyorlar.” (Lem’alar, s. 202)

İlginç bir nokta da şudur ki, toplumda erkek tarafından ezilmekten şikâyetçi olan birçok kadın, bir yandan oğullarını bir başka kadını ezecek şekilde yetiştirirken kızlarını da bu ezilmişliği kabul edecek şekilde yetiştirmektedir.

Hasılı; eşinin şahsiyetini tahrip eden bir erkek de kişiliksizdir. Zira kişiliği oturmuş bir erkek yasakçı olamaz, sadece haramları yasaklar. Bu da zaten Yaratıcının vermiş olduğu bir sorumluluktur.

Evet, Müslüman kadın hem çelik ve polat gibi sarsılmaz bir şahsiyete sahip olacak, hem de bir çiçek nezaketinde naif, zarif ve nazik olacaktır.

Kadının hak arayışı, ancak meşrû dairede kalmak ve fıtrî halini bozmamakla mümkündür. Şu da unutulmamalıdır ki; meşrû dairede kalıp kocasından şikâyetçi olan kadını, Cenâb-ı Hak Rahim ismiyle işitmektedir. Mücadele Sûresi’nde bu mesele ayrıntılı olarak anlatılmıştır.

Durum böyle olunca kadının gerek evi içerisindeki hak arayışı için bir nevi riyakârlığa ve yanlışlara girmesi, gerekse toplum nezdinde hak arayışı için “erkekle eşitlik” iddiasıyla yola çıkması bir sapmayı netice verecektir. Bunun bedelini de kadın feci bir şekilde ödeyecek ve ödemektedir.

Son söz olarak şunu söylemek gerekir ki; toplumda kadının şahsiyeti nerelerde ise erkeğin şahsiyeti de oralardadır.

Yasemin YAŞAR

www.NurNet.Org