Gerçek Müslüman Olmak İçin Yalandan Uzak Kalıp Doğru Olmak Şartı Var!

Allah tarafından bütün insanları kurtarmak için gönderilen “Hatemül Enbiya” (Nebiler Mührü) olan Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhissatu vesselam’ın en mühim sıfatı sıdktır. (Doğruluktur) Yani, O Hazretin (a.s.m.) Muhammedül-Emin sıfatını kendisine, onun düşmanları olan müşrikler dahi kabul edip tasdik etmişlerdir. Çünkü “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ”(Hûd 112) Ayet i Kerimeye mâsadak olacak Aleyhissalâtu vesselâmı, Emin sıfatına sahip olmak için, Şanı yüce Allah’ımız daha önce onu hazırlamış.

Bir gün Peygamberimizden (a.s.m.) Sahabe-i Kiram sormuşlar mümin korkak olur mu? Olabilir buyurmuş. Yine sormuşlar mümin cimri olur mu? Cevaben yine olabilir buyurmuş. Yine sormuşlar mümin yalancı olur mu? Bu sefer hayır asla olamaz buyurmuş Peygamberimiz (a.s.m.) hadisi şerifinde mealen: “Acı da olsa Hakkı söyle” buyurmuş. Yani kendi aleyhinize olsa bile hakkı, doğruyu ketmetmeyin söyleyin buyurmuşlardır.  Kur’an-ı Kerimin ölçülerine göre de, iki yüzlü olan münafık,  kâfirden daha kötüdür gerçeğini Allah (c.c.) şu Ayet-i Kerimenin meâli ile: “Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar” (Nisâ 145) ayeti kerimesi tasdik ediyor. Yani,  kendini yalanla gizlemeye çalışanların hâli, kâfirden daha şiddetli olduğunu Allah’ın bu Âyeti Kerimesinden anlamış oluyoruz.

Peygamberimiz (a.s.m.) Bir hadisi şerifinde: Münafiğin “alâmeti üçtür.” buyurmuşlardır ve alametlerini şöyle sıralamışlardır:

1-“ Söylediği  zaman yalan söyler.”

2- Verdiği sözde durmaz.

3- Emanete hıyanet eder.”(Buhari, Müslim,Tirmizi)

Evet bu sayılan münafıklığın alametlerinin üçünde de yalan ve sahtekârlık var. Çünkü münafik başkasını kandırmaktan meydana gelen bir sıfatın ismini taşıyor. Münafıklar “iman edenlerle karşılaştıklarında: “bizde inandık” derler, kendi şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında: “Emin olun biz sizinle beraberiz, biz onlarla ancak alay ediyoruz.”derler. (Bakara 14)  Burada kâfirden kötü olan münafığın sıfatını sizde görüyorsunuz ki: Doğruluğun zıddı olan yalancılıktır. Yalancıların yalanları, sahiplerini cehennemin en alt tabakasına düşürmeye sebep olmaktadır.

Biz yukarıdaki ölçüler aynasında, bugünkü halkımızın ne hale geldiğini esefle görüyoruz. Vatandaşımız Müslüman geçinip, imanı o kadar zayıflamış ki, hiç çekinmeden yalan söyleyebiliyor. Bu hale düşen Müslümanların yardımına koşmamız icap ediyor. Onlara karşı elimizden geldiği kadar vazifemizi yaptıktan sonra, Allah yardımcıları olsun demekten başka çaremiz kalmıyor.

Bugün bir ustaya herhangi bir iş yaptıracaksan, dinimizin emrine göre o ustaya karşı su-i zan’la değil hüsn’ü zanla davranmak lazım. Ama senin o davranışının peşinde aldanmaman için de, tedbiri elinden bırakmaman lazım.  Çünkü insanların çoğu itimatsız olunca, nadir (çok seyrek) olan dürüst kimseyle de karşılaşsan, sütten yanan yoğurda üfler misali aman bu da ötekiler gibi aldatmasın diye dikkatli olma mecburiyetindesin. Yine bütün bunların, imansızlık veya imanlarının zayıflığından ileri geldiğini unutmayalım.

Bizim dinimiz bizdeki şefkat duygularımızı geliştirdiği için öteden beri güzel adetlerimizden olan “Karzı hasen” (faizsis borç) la Müslüman kardeşin yardımında bulunup, ona borç para vermek. Şimdi param yok ileride öderim diyene karşı da, verir ümidiyle veresiye mal satmak, bizim güzel adetlerimizdendir. Fakat Kur’an-ı Kerim her asırda yaşayana cevap verdiği için, insanları bu hale düşmekten korumak maksadıyla, en uzun Âyet-i Kerime olan “Müdayene” ( Borçlanma Âyeti) ile (Ey iman edenler, birbirinizden belirli bir vade ile borç aldığınızda, onu yazın; aranızda doğrulukta tanınmış bir yazı bilen kişi, onu yazsın. Yazı bilen kişi de kendisine Allah’ın öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin.) (Yani hile Katmasın) (Bakara 282)

Bu Âyet-i Kerime bize, alıp satarken veya borç para verirken, şahitler huzurunda o muameleyi yazmayı emrediyor. Bazı Müslümanlar, geçmişteki güzel adetlerine devam etmek için, alış veriş yaparken, müşterilere itimat ettikleri için, hiç kayıt yapmadan mal veya para veriyorlar. Fakat sonra bu sebepten adamın canı yanıyor ve karşıdaki adamla da araları açılıyor.

Bu hal kendi malımız değil, ecnebilerden bize gelen kötü ahlaktır manayı bıraktık, maddecilik ve imanın zaafa uğraması yüzünden, vatandaşlarımızın çoğu, İslam’daki iktisat emrine uymadılar.  Bunlar emek vermeden kısa zamanda çok para kazanma hırsına kapıldılar. Acaba ödeyebilirmiyim? Yoksa ödeyemez miyim? Hiç düşünmeden ve dinimizde yalan çok kötü olduğunu nazara almadan, sermayesiz borçla iş yapmaya giderler. Sonuçta bir çok Müslüman’ın arası açılıyor. Öldükten sonra dirilip, burada yaşadığı hayatından inceden inceye Allah’a hesap verme inancı, ya yok, veya çok zayıf olduğundan, bu hale düşüyorlar.

Sağlam iman sahibi olan Müslüman’a gelince, onda bu işler çok farklı olarak kendini gösterir. Diyelim ki sanatkârdır. Birine bir iş yaparken, yaptığı işi kendisi beğenmeden müşteriye teslim etmez. Bir yerden bir para mı isteyecek, ödeyebileceği günden daha geç bir tarih verir ki, sonra mahcup olmasın. Parayı harcarken de, çok   dikkatli davranır. Çünkü Allah (… İsraf etmeyin, çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez) (A’raf 31) İşte bu Ayet-i Kerime bize iktisadı emredip İsraf yapmayı yasaklıyor. Bundan ötürü, sağlam imana sahip bu zat, evinde azami iktisatla yaşamaya çalışır. Hele borçlu iken ekmeğini tuzla, acı bibere banarak yer ve bunu yaparken yaptığından eziklik hissetmek şöyle dursun zevk alır ve şeref duyar. Bunda şeref mi olur dersen:

Tabii ki şereftir.  Çünkü Müslüman kendisi için yaşamaz dini için yaşar. O yemek için yaşamaz yaşamak için yer. Hatta: İnsanın en kıymetli malı olan canını bile, dini uğruna verirken, o dininin şerefini korumakla her zaman kendini mükellef his eder. Nasıl ki, onun kardeşleri olan diğer müminlerin sevinçleri ile de sevinir müferrah olur, onlara herhangi bir keder isabet etse, kederlerinden de hisse alır. Aynen bunun gibi müminin yaptığı bütün hareketler, ister iyilik olsun ister kötülük, beraber yaşadığı Müslüman cemaate de mal olacağını bilir. Ona göre davranır. Hatta farkında olmayarak da olsa, yaptığı herhangi hata cemaata mal olacağını bildiği için çok rahatsız olur. Hele yalana katiyyen tenezzül etmez . Çünkü, İşaratül İcazda, bak nasıl mükemmel bir ifade var :

Mü’min için: Yol iki görünüyor: Ya sükût etmektir: Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lazımdır. Veya sıdktır. Yani: (Ya susmalı, veya konuşursan, doğruyu konuşmalı)

Çünkü İslamiyet’in esası, sıdktır. (doğruluktur)

İmanın esası, sıdktır.

Bütün kemalâta isal edici, sıdktır. 

Terakkiyatın mihveri, sıdktır.

Ahlak-ı âliyenin (yüksek ahlakın) hayatı, sıdktır.

Âlem-i İslam’ın nizamı, sıdktır.

Nev-i beşeri kâbe-i kamalata isal eden, sıdktır.

Ashabı kiram’ı bütün insanlara tefevvuk ettiren, (üstün çıkaran) sıdktır.

Muhammed-i Hâşimi Aleyhissalatu Vesselam’ı mertebe-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır. (doğruluktur)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org