Müslüman’ın vazifesi, ümidini her şartta korumaktır

Lahikalar, Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektuplardır. Mektuplarda üstad’ın hizmet metodu ve ilmî meseleler yer alır.

O zamanki talebeler bu mektupları, “Üstad bana ne diyor?” diyerek büyük bir dikkatle okuyorlardı. Bugünkü talebeler de bu mektupları, aynı şekilde, “Üstad bana ne diyor?” mantığıyla okurlarsa, çok istifade edebilirler. İşte bu mektuplardan birinde Bediüzzaman Said Nursi, buyuruyor ki: “Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar vermez. Sizler lüzumsuz onların dalaletiyle meşgul olmayasınız.” (Emirdağ Lahikası)

Öyle bir hayatın içinde yaşıyoruz ki, günahlar üstümüze hücum ediyor!” diyorlar. Firavun, Hz. Musa zamanında Musa aleyhisselam’a karşı çıkıp, onun tebliğ ettiği Tevrat’ı ortadan kaldırmayı ve insanların Tevrat’a değil, kendi sözlerine uymasını istedi. Firavun, Allah’a değil, nefsine tapıyordu; “Ben Rabb’ım.” diyordu. Rab ve mürebbi aynı köktendir, terbiye eden demektir. Firavun, kendi ahlakını beğeniyor, “Benim terbiyemle terbiye olun!” diyordu.

Firavun isim değil, sıfattır. Müslüman için bütün mesele Firavun’u tespit etmektir. Bana göre bu zamanın Firavun’u “sosyal hayattır.” Çünkü sosyal hayat Müslüman’ı zorluyor, “Bana uyacaksın!” diyor. Bugünkü sosyal hayat günümüz gençliğini bozmak için her şeyiyle seferber olmuştur. Nikâhsız birliktelikler, kahveler, barlar, müstehcen neşriyat, televizyon, internet, tabiatçılık… Bunlara ilave edeceğimiz daha pek çok şey, gençliği dininden, tarihinden, İslam ahlakından ayırmak için çalışmaktadır. Kimyada kıymetli cevherleri ortaya çıkarmak için “bileşikleri” ateşe atarlar. İşte bu yüzden Musa’lar Firavun’un fırınına düşerler. Firavun’u uzaklarda değil, tarih sayfalarında değil yakınımızda aramalıyız. İnsanın Firavun’u onun nefsidir. Çünkü nefis daima kötülüğü ister.

Peygamberlerin bütünü dalalete sürüklenmiş, dinden habersiz, ahlaktan yoksun insanların içinde vazifelerini yapmışlardır. Öyleyse bir Müslüman, kendisine ve çevresine bakıp da ümitsizliğe düşmemelidir!.. “Ben vazifeme bakarım!” diyebilmelidir.

Diyorlar ki: “Peygamber’deki irade bende yok!” Amma her insanda irade var. İnsan şahsi iradesiyle evine zarar vermiyor. Hastalanınca doktora gidiyor. Çoluk çocuğu için çalışıp çabalıyor. Menfaati için müdürüne itaat ediyor. Böylesine bir iradeyle insan, hayatını devam ettiriyor.

İnsan, aklını dinlese aklı ona der ki: “Ümidini kırmanın faydası yok.” Kış mevsimi gelir. Ağaçlar yapraklarını döker, kurumuş dallar ayakta kalır. O dallar bekler. Bahar gelir. Kuru dallar yeşermeye başlar. Öldükten sonra dirilmeyi ispat ederler. Sonra meyve verirler. Bahçıvan da o ağaçlara hizmet eder. Ümitsiz olmaya gerek yoktur. Acemi kaptan karaya oturunca, deniz bitti sanmış. Bu onun yanlış yorumudur. Hayatın her türlü inişi, yokuşu, fırtınası, güneşi varsa; Allah’ın da hâkimiyeti var. Kökler, önüne taş çıksa, taşı parçalayıp yoluna devam ediyor. Böylece Allah bize “Ümitsiz olmayın. Vazifenize devam edin!” diye ders veriyor.

İnsanların çok bozulduğu bu devirde önemli olan insanın yaptığı işte ihlaslı olması, yani Allah’ı razı etme gayesiyle yanıp tutuşmasıdır. Bizim vazifemiz budur…

Hekimoğlu İsmail / Zaman

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: