Mutluluğu Yanlış Yerde Arayanların Acınacak Halleri

Allah insanı bütün mahlukat üstüne müstesna bir varlık olarak yarattığı  için, farklı yaratılışından ötürü, o, en güzel ve süslü şeyleri sever ve insanlığa layık bir mutluluğu temin etmek için gece gündüz çabalar. Fakat ne yazık ki bu insan  kâinatın şuurlu ve şerefli bir meyvesi iken, mutluluk bakımından bir serçe kuşuna bile yetişemiyor. Serçenin hiçbir derdi yok. Hatta serçe her gün ağırlığının 5-6 misli kadar yiyebilirken, insanların bir kısmı karnını zor doyurabiliyor. Böyle olunca, bu zavallı insan neden düşünemiyor ki, Allah her şeyi hikmetle yaratmış. Her şeye taşıyabileceği kadar yük yüklemiş. Zavallı insan neden anlayamıyor ki, onun mutlu olma yeri burası değildir.

Peki bunu insandan maada kim düşünecek ki? Niye inek, kedi, kuş, hatta bütün canlı mahlûklar kendilerine mahsus elbiseleri ile doğuyorlar da bu zavallı insan en şerefli mahluk iken, çırılçıplak doğuyor. Ötekilerin elbise alma dertleri yok. Yalınız elbise  değil, belki, onlar ne bakkala, ne terziye, ne kasaba, ne berbere, ne inşaatçıya ne de buz dolabına veya herhangi vasıtaya ihtiyaçları var. Acaba biz bunları hiç mi düşünmeyelim? Her ne kadar bahsettiğim mahlukat da yaradılış itibariyle birer mucizedir, amma insana nispeten onlar âdi birer mahlukturlar. Fakat bununla beraber, onlar   hiçbir şeyin fakiri değiller, onların bütün zaruri ihtiyaçları temin edilmiş. “Âdi” dedim çünkü keçi her şeyi ya beyaz veya siyah görüyor.  Fakat insanın gözlerindeki refleks öyle ayarlanmış ki bütün renkleri birden görebiliyor.

Mahlukatın başka ihtiyaçlarını biz görüp bilmesek de onların yiyeceklerine bir göz atarsak göreceğiz ki, onlar çok rahatlıkla muhtaç oldukları şeyleri bulup yiyebiliyorlar. Canavarlar hadlerini tecavüz ettikleri için biraz zahmet çekseler de, masum hayvanlar zahmet çekmeden ihtiyaçlarını temin edebiliyorlar.  Fakat bu şerefli mahluk olan insan, bu dünyaya gözünü açtıktan, ta ölümüne kadar, fakir, aciz,  her şeye muhtaç bir vaziyette yaşıyor. İlk adımını bu dünyaya atarken tüm hayat şartlarına cahil. Çünkü, o, mahlukata, komutan olarak gönderiliyor da ondan. Burada imtihan vermeye geldiğinden ötürü cahil ve her şeye muhtaç olarak geliyor. Allah onu tecrübe ediyor, acaba hırsızlık yapıp çaldığı parayla mı elbise alacak, yoksa kimsenin hakkına girmeden, alnının teriyle kazandığı parayla mı elbisesini temin edecek. Yani Müslüman her şeyi aman bu, dinime ters düşmesin diye düşünmeden yapamaz, ne yiyebilir ne içebilir ne de giyebilir. Çünkü İslam kanunları, her şeyine dikkat emri ile  onun önüne çıkıyor.

Ben doğduğum yer olan Sırbistan da 15-16 yaşlarında iken, Recep ayında bizden 10 küsur kilometre uzak olan Buyanovsa isimli bir kasabaya pazara gittim. Bu vesile ile orada bulunan akrabalardan bir ablamızı da öğle vaktinde ziyaret ettim. O esnada sofra kurulmuş bana buyurun  yemeğe dediler, ben de siz buyurun, ben oruçluyum deyince, sofrada olanlardan biri, bana bakarak Allah Allah dedi!  Devam etti: İşyerimde Hıristiyan Yovan’la dükkanlarımız yan yanadır. Bana, bu senin halin Yovanın bana söylediği sözleri doğru çıkarıyor.

Peki Yovan bana ne dedi sorarsanız ? Anlatayım; bir gün Yovan bana: Arkadaş ben senin gibi her gün Müslüman olurum. Çünkü ben rakı içiyorum sen de içiyorsun, ben fötör giyiyorum sen de giyiyorsun, ben kiliseye gitmiyorum sen de camiye gitmiyorsun, aramızda ne fark var ki? Ben Hodonovsa köyündeki imam Nuhi Efendi gibi olamam, yoksa senin gibi Müslüman olmaya da gerek yok dedi.

1001 hadis kitabının ilk hadisi  “Ameller niyetlere göredir” ile başlıyor buna sözümüz yok. Fakat ecnebiler bizim herhangi bir adetimizi kabul etmeyi kendilerine tenezzül sayarlar. Biz Müslümanlar da, kazağımızı tişörtümüzü alırken önünde veya arkasında Katoliklerin veya Hıristiyanların ismi yazılı olanları almayalım, bize yakışanı alıp giymeli, her şeyi kendimiz için helal mı haram mı araştırıp öğrenmeli. Kendi örf ve adetimize uyup uymadığını araştırmalı, ondan sonra onlardan istifade yönüne gitmeliyiz. Yani Müslüman her zaman, her ihtiyacını bu titizlikle temin etme alışkanlığıyla yaşaması lazım.

Evet, her insan bilhassa Müslüman hassas olacak, seviyesini koruyarak hayatına devam edecek. Çünkü Allah onu kâinatta mümtaz bir şekilde yaratmış. Bakın ne kadar hassastır? En mutlu anındaki şen şakrak vaziyetinde iken bile, aniden gelen bir haber onu kahredebiliyor. Sevinçli ise, o sevinçli halini bozup acılaştırabiliyor. Onun mutluluğunu zir u zeber edip bozabiliyor. Ama neden?

Bu insan sıcacık bir yuva kurmak için ona verilen cüz’i iradesini kullanarak meşru bir tarzda bir hanım kıza gönül veriyor, o da razı olduktan sonra nişanlanıyorlar ve tam düğün yapacakları sırada hanım kız vaz geçiyor. Bizim delikanlı kahrından çatlar hale geliyor. Ama neden?

Yine bir hanımla bir bey meşru dairede evlenmeye karar veriyorlar 3-4 ay hazırlıktan sonra eşi dostu davet ediyorlar ziyafetler yemekler içmekler tam gelin alınacağı saatte damadın babası vefat ediyor, bütün hısım akraba kahrolduğu gibi, zavallı damatla gelin hanımın tatlılarına zehir dökülür gibi bir hal alıyorlar, kahroluyorlar. Ama neden?

Sonra askerliğini Kurban Bayramından bir hafta önce tamamlayan Mehmetçiğin, sevinci ikiye katlandığı ümidiyle, aylar önce gel teskere gel dediği teskeresini alır, üstünü başını yıkar ve babasının gönderdiği gıcır gıcır elbiselerini giyer, otobüste daha önce ayırdığı yerine oturur, otobüs harekêt eder, gideceği kasabaya 12 kilometre kala otobüs kaza yapar, bizim asker geçici evine gitmeye hazırlanırken, ahiret evine gider, bütün akrabalarını kahreder. Bu da neden?

Nedeni var mı? İnsan için burası mutluluk evi olmadığından ötürüdür ki , insanın başına böyle haller gelebiliyor ve geliyor. Her ne kadar  akıl ve ilim bir derece geleceği görüyor seda yine de insan  “Meçhulu mutlaka müteveccih” tır. (Önünde ne ile karşılaşacağını bilmeyen bir mahluktur.) Hayatında geçirdiğinin bir kısmını biliyor fakat önünde ne ile karşılaşacağını bilmediği için, karşılaştığı üzücü hadiseler onu kahrediyor. O gülmek istiyor, şen şakrak yaşamak istiyor, sevinmek istiyor, hulasa mutlu olmak istiyor. Fakat nerede?

Zavallı! Kasapta şeker arar gibi, mutluluğu yanlış yerde arıyor. O mu’cize olan vücut makinesinin katalogunu okumadan yaşadığı için, mutluluğu yanlış yerde arıyor. Okumuş olsa da o mübarek kanunu kesin olarak hayatına tatbik etme kararına varmadığı için böyle sıkıntıların altında eziliyor. Yani, imansızları ve imanı zayıf olanları böyle acı hadiseler çok sarsar. Çünkü onlar burada imtihana geldiklerinin idraki içerisinde olmadıklarından ötürüdür ki, onların hoşuna gitmeyen herhangi bir halle karşılaştıkları zaman mahvoluyorlar. Çünkü onların ahirete imanları yok veya zayıf olduğu için mutluluğu burada arıyorlar. Aradıklarını bulamadıkları için eziliyorlar. Mutluluk şöyle dursun,  önlerine dikilen ölümün sıkıntısından biraz da olsa kurtulmak için, onlara verilen en büyük nimet olan akıl onları sıkıyor. O ölüm endişesi, bazen da o imansıza en zaruri işlerini bıraktırıp uyuşturucu bulmaya koşturuyor. Böylece ömrünün sonuna kadar, kendini aldatmaya çalışıyor.

Halbuki Müslüman bu dünyaya imtihana geldiğini kabul ederek yaşar, hayatında ona isabet edip başına gelen bütün memnun edici ve kahredici haller, rasgele gelmediğini bilir. Onun inancına göre, hadiselerin arkasında, geçmiş ve geleceği insandan daha iyi bilen bir Allah var. Çünkü, hayatının sevinçleri onu nasıl çok sevindirmiyorsa, kahredici haller de onu fazla üzmez. Müslüman’ın nazarında buradaki mutluluklarla kahredici haller, geçici oldukları için onu fazla etkilemez. Sevinçli ve kahredici hallerin sonları, belki bu gün belki yarın gelecektir düşüncesiyle yaşar. O, Allah’ına karşı ibadetlerini ümit ve korku arasında yapar. Çünkü ona vaad edilen sonsuz bir mutluluğun peşindedir. Her şeyde teenni-i hikmetle hareket eder. Kendini mükemmelliğin zirvesine çıkaran O yüce Yaratıcının varlığı kadar hiçbir şey onu memnun etmez, o O’ndan ümidini kesmeden  hayatına devam etmeye çalışır.

İşte o, mutluluğun ve bayramların en büyüğüne gözünü dikmiştir. Hayatının bütün hal ve hareketlerinde, ister çalışırken, isterse istirahat ederken, O büyük Allah’ı unutmamaya çalışır. O, ötekiler gibi, şeytanın ve nefsinin esiri olmaz. O şahıs için günahlı şeyler yakıcı ateşten beterdir. O kendi kuvvetine güvenmez, yaptığı bütün ibadetlerinin neticesinde el açıp Allah’ına yalvarırken  hiç unutmadan, nefis, şeytan ve insan şeytanlarının şerrinden Allah’ına sığınır, O’nun Kuvvet ve Kudretine güvenir ve O’na dayanır.

Yolunu sapmış kimseler, yaptıkları günahların sıkıntısından kurtulup sırtından atmak için, ne yapayım benim kaderim böyle imiş diyorlar.  Halbuki Allah’a itâat edenlerin Kader’den şikâyetleri yok, onların dedikleri şu: Ey bizi yoktan yaratan Yüce Allah’ımız! Biz âcizler, sana yüz binlerce hamd ve şükür edelim ki, bizi bütün mahlukat üstünde şerefli bir mahluk yarattın ve imtihan etmek için bir taraftan şeytan ve nefsimizi bize musallat ettin. Öbür yandan da hayrı şerri fark edebilecek bir aklı bize lütuf olarak verdin. Çok şükür imtihanımız esnasında aklın galibiyeti ile zafer peşinde koşuyoruz  ve emrettiğin o çok az olan mükellefiyetleri yerine getirmeye çalışıyoruz. Yürüdüğümüz bu doğru yolda ki  hayatımızı sonuna kadar  sürdürmemiz için senden yardım diliyoruz derler.

Beş defa günde abdest alıp namaz kılmak ve öteki ibadetleri yapmak onların de nefislerinin hoşuna gitmiyor.  Şeytan ve nefis bunları da sıkıştırıyor ama, onlar kurtuluş yolu olan İslamiyet’e sımsıkı sarılmışlardır. Onlar kendilerini yoktan yaratan Allah’ı memnun edip O’nun rızasını kazanmaya çalışırlar.

 

Kader meselesinin bu husustaki manası ise: Bizi imtihana tabi tutan Allah’ımız irademizi, O’nun rızasını aramakta mı, dalalette mi kullanacağımızı daha önce bilmesi demektir. Bunu açıklamak için bir misal vereyim: Biri, Ankara’dan İstanbul’a gelen otobüsün yolda nerede kaza yapacağını ve nerelerde lastiği patlayacağını bilse, şoförün yolda dikkatli olmasına engel olmadığı gibi, Allah’ın Kaderi dahi insanın iradesini elinden almış değildir. İnsanın iradesi elinden alınmış olsa, o zaman hiç kimse yaptığından mesul olmaz.  Biz “Nefis her şeyden edna (aşağı) vazife her şeyden âlâ (yüksek)” diyerek, buraya ne için geldiğimizi unutmadan, ümit ve korku arasında hayatımızı devam etmeye gayret edersek, Allah bizlere yardımcı olur İnşaallah.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: