Namaz Kılmayan Çocuk Dövülür Mü?

Kur’ân-ı Kerîm’de en ziyâde üzerinde durulan ailevî sorumluluk aile halkının dinî terbiyesidir. İkamet edip yaşamak üzere yer seçiminden, namaz, oruç gibi ibâdetlerin öğretilip tatbikatına nezâret etmeye, dinî yaşayışa elverişsiz hâle gelen mekândan hicret etmeye ve ettirmeye varıncaya kadar, dinî hassasiyet gösterilmesi gereken pek çok mesele Kur’ân-ı Kerîm’de yer eder. Bunları birer birer belirtmeye çalışacağız.

Dikkatlerin öncelikle dine çekilmesi: Hemen şunu kaydedelim ki, ailenin sorumlusu, idaresi altındaki her ferde, öncelikle, bir bütün olarak “din”i tavsiye etmeli, nazar-ı dikkatine “din”i arz etmeli, hayatını ona göre, onun esaslarına uygun olarak, onu tatbik edip yaşamasına imkân verecek şekilde tanzim etmesini duyurmalıdır. Kur’ân’da bu hususa örnek olarak Hz. İbrahim ve Hz. Ya’kûb zikredilir:

Rabbi ona; ‘(Kendini Hakk’a) teslîm et’ dediği zaman o; ‘Âlemlerin Rabbine teslîm oldum’ demişti. İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti. (Torunu) Ya’kûb da (öyle yaptı): ‘Ey oğullarım, Allah sizin için (İslâm) dinini beğenip seçti. O halde siz de ancak Müslümanlar olarak can verin’ dedi.“(1)

Kur’ân-ı Kerîmde çocuk kaydı olmaksızın, dini tavsiye eden, “dine karşı müminlerin dikkatini çeken, en mühim meselelerinin “din” olmasını emreden âyetler pek çoktur. (2) Mevzuumuzu tamamlayacağı için burada onlardan birkaçını kaydedeceğiz.

Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kur’ân ve hak din ile gönderen O’dur. Şâhid olarak Allah yeter.“(3)

Puta tapanlar hoşlanmasa da dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah’tır.“(4)

Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki, Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. Eğer yüz çevirirlerse, Allah’ın sizin dostunuz olduğunu bilin. O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır!”(5)

Allah katında din, şüphesiz İslâmiyet’tir… Allah’ın âyetlerini kim inkâr ederse bilsin ki, Allah hesabı çabuk görür.”(6)

Kim İslâmiyetten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, âhirette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, Peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zâlimleri doğru yola eriştirmez.“(7)

Hz. Peygamber de şöyle buyurur:

Üzerinize, Habeşli burnu kesik bir köle de emir tâyin edilse onu dinleyin ve itaat edin. Sizden biri dinini terk ile boynunun vurulması arasında muhayyer bırakılmadıkça itaate devam etsin. İslâmı terk ile boynu vurulması arasında muhayyer bırakılacak olursa boynunu uzatsın. Anasız kalasıcalar, din gittikten sonra ne dünyanız, ne de âhiretiniz kalır.“(8)

Yaşanacak muhitin seçimi: Muhîtin insan üzerindeki -müsbet veya menfî te’sîri- eski devirlerden beri bilinen bir husustur. İbnu Haldun bu keyfiyeti “İnsan, tabiatının ve mizacının değil, kendisini saran muhitin ve bu muhitten kazandığı alışkanlıkların çocuğudur” diye ifâde etmiştir. Şu halde, ailesinin terbiyesinden sorumlu bir aile reisinin, yaşanacak yer olarak, dini tatbik edebileceği bir muhit seçmesi gerekecektir. Bunun Kur’ânî örneğini Hz. İbrahim verir: Hz. İbrahim, Kabe’nin inşasını tamamladıktan sonra, oğlu İsmail’i “ziraate elverişsiz” olmasına rağmen, dinî mülâhazalarla Mekke’ye yerleştirdiğini ifâde eder:

Ey Rabbimiz! Ben evlâtlarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için Senin mukaddes olan evinin yanında ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık, Sen, insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için bâzı meyvelerle rızıklandır.”(9)

Hz. Peygamber (a. s. m) bâzı hadîslerinde, çocuğun babası üzerindeki haklarını beyan ederken “ismini, ahlâkını güzel yapması“, “temiz rızıkla beslemesi“, “okuma-yazma“, “yüzme” ve “atma” öğretmesi, “bulûğa erince evlendirmesi” gibi hususlarla birlikte “yerini güzel yapması“nı da sayar.(10).

Âlimler haklı olarak bundan, ikamet edeceği yerin kurrâ ve âlimlerinin çokluğuyla, Kur’ân ve ilim tahsiline imkân verecek bir yer olmasını anlarlar.(11)

Bu noktada tahlili daha da ileri götüren fakîhler, şehirde doğan bir çocuğu, ölüm veya boşanma hâlinde annenin, terbiyevî muhît yönüyle şehirden dûn (uzak) olması sebebiyle köye götüremeyeceği hükmünü verirler.(12)

Akidenin öğretilmesi: Aile halkına, hususan yeni yetişen çocuklara her şeyden önce öğretilmesi gereken şey, iman esasları ve bilhassa “tevhid” inancıdır. Yâni Allah’ın bir olduğu, hiçbir surette ortağı, yardımcısı bulunmadığı inancıdır. Yaş ve idrâk yönüyle bir şeyler öğrenme durumuna gelen her çocuğa öncelikle bu inanç kazandırılmalıdır. Nitekim bir kısım rivayetler Hz. Peygamber’in (a.s.m), kendi yakınlarından bir çocuk konuşmaya başlar başlamaz, çocuğa tevhîd öğrettiğini, bu maksadla:

Elhamdulillahillezi lem yetteğiz veleden velem yekun lehu şerikun fil mulki.” âyetini yedi sefer okutarak ezberlettiğini haber vermektedir.(13)

Tevhîdle birlikte bunun zıddı olan şirkin kötülüğü, bâtıllığı, şirke düşmenin ne büyük bir zulüm ve cinayet olduğu da öncelikle öğretilmesi gereken dinî bilgiler olmaktadır. Bu mes’elede Kur’ân’ın kaydettiği en güzel örnek Hz. Lokmân’dır:
Ve iz kale lokmanu ibnihi ve huve yeizuhu ya büneyye la tuşrik billahi inneşşirke le zumlun azim.”(14)

Meâlen: “Hani Lokman oğluna -ona öğüt verirken- şöyle demişti: ‘Oğulcuğum, Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk mutlaka büyük bir zulümdür.“(15)

Çocuğa akidenin öğretilmesi deyince bundan, sâdece Allah’ın varlığını ve birliğini öğretmek anlaşılmamalıdır. Kâmil mânâda Allah inancı, kalblerde Allah’ı bütün isim ve sıfatlarıyla tanımakla teşekkül eder. Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın “güzel isimleri” (el-esmâu’l-hüsnâ) olduğunu mükerrer âyetlerde haber verir.(16)

Hz. Peygamber el-esmâul -hüsnâ’nın doksan dokuz adet olduğunu söyler ve bunların neler olduğunu sayar.(17)

Şu halde, Allah’ı en azından sübûtî ve zatî sıfatlarıyla (18) tanıtarak çocuklara öğretmek gerekecektir. İslâm akidesine uygun Allah inancı bu şekilde ortaya çıkar. Bu hususa riâyet edilmeden verilecek Allah inancı nakıs, hattâ gayr-i İslâmî bile olabilir. Nitekim Hıristiyanlar, Yahudiler ve hattâ müşrikler de ulûhiyete inanırlar. Son araştırmalar, yeryüzünde inançsız insanın olmadığını göstermiştir. Her insan kendine has bir ulûhiyet tasavvur etmektedir. Şu halde bunları birbirinden ayıran husus, ulûhiyete izafe edilen isim ve sıfatlardır. İslâmî Allah inancının çocuklara tam olarak verilebilmesi Kur’ân ve hadîslerde gelen isim ve sıfatlar çerçevesinde öğretilmeye bağlıdır.

Diğer taraftan, yine Kur’ân-ı Kerîm, peygamber inancı olmadan Allah’a inanmanın hiçbir kıymet ifâde etmediğini, Allah’a inananların behemahal peygamberlere de inanmaları gerektiğini bildirir: “Allah’ı ve peygamberini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen, ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâb hazırlamışızdır. Allah’a ve peygamberlerine inanıp, onlardan hiçbirini ayırmayanlara, işte onlara Allah ecrini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder.“(19)

Peygamber inancı, kaçınılmaz bir şekilde kitap ve melek inancını da beraberinde getirecektir. Şu halde, bir olan Allah inancını, çocuklara öğretmeyi mükerrer âyetlerde ele alan Kur’ân-ı Kerîm, dolayısıyla imanın bütün rükünlerinin çocuklara öğretilmesini emretmiş olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’in ehemmiyetine ısrarla dikkkatlerimizi çekerek her gün okunmasını tavsiye ettiği ve Arş’ın altındaki bir hazîneden alınmış olarak, sâdece bu ümmete verilmiş olduğunu belirttiği Kur’ânî bir pasajda mü’minin inanması gereken bütün esaslar tâdâd edilir: “Peygamber, Rabbinden ne indirildi ise ona iman getirdi, mü’minler de. Her biri: Allah ve melâikesine ve kitaplarına ve peygamberlerine, peygamberlerinden hiçbirinin arasını ayırmayız diye iman getirdiler ve şöyle dediler: İşittik, itaat ettik, Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sanadır.“(20)

İbâdetlerin öğretilmesi: Yukarıdaki âyet-i kerîme, katlanılacak bir kısım maddî fedâkârlıklar pahasına dini yaşayabildiğimiz bir yer seçimini ifâde etmekle kalmaz, Hz. İbrahim’in duası suretinde mü’minlere namaz mes’elesinin dinî terbiyede alması gereken ehemmiyeti de vurgular.

Namaz mevzuunda Hz. ibrahim’in bir diğer duasını da burada kaydetmemiz münâsibtir: “Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz, duamızı kabul buyur.“(21)

Namaz mes’elesi, çocuklarla alâkalı olarak, daha başka âyetlerde de ele alınmakta, ehemmiyeti zihinlerde, bu açıdan da tesbit edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm, âdeta hadîslerde “dinin direği”(22) olarak ifâde edilmiş bulunan namazın din terbiyesinde de direk yâni ana mes’elelerden biri yapılmasını istemektedir. Öyle ki, hiçbir şey hattâ maddî ihtiyaçların karşılanması mes’elesi bile namaza ve namazla ilgili öğretim ve tatbikata bahane ve engel teşkil etmemelidir:

Ve’mur ehleke bisselevati vesdebir aleyha la nes’elüke rizken nehnu nerzukuke velakibetu littekva.

Meâlen: “Ehline namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız.“(23)

Aile halkına namazın emredilmesivle ilgili örnekler meyâmnda Hz. Lokman da karşımıza çıkar. Zira, o da çocuğuna diğer emirleri meyâmnda “Oğulcuğum namazını kıl” diye emretmiştir.(24)

Kur’ân’da, Allah’ın rızasını kazanmış bulunduğu belirtilen Hz. İsmail’in de “ailesine namaz ve zekatı emrettiği” ifade edilir(25).

Hz. Peygember’in de (a.s.m) çocuklara yedi yaşında namazın emredilmesin!, kılmadıkları takdirde on yaşında namaz için dövülmesini tebliğ ettiğini daha önce başka vesileyle kaydetmiştik. Hz. Peygamber’in çocuklar hakkında dayağa ruhsatı namazla ilgili olarak vermesi, namazla alâkalı ta’lim ve tatbikatın ehemmiyetini te’yîd eder. Bâzı âlimler, bu hadîse dayanarak, farz olmayan umur dışında çocuğun tekâsül ve ihmali sebebiyle dövülüp dövülmeyeceğim münâkaşa etmiştir.(26)

Ayrıca çocukların küçük yaşta namaza başlatılması hususunda ise yedi yaşından sonra vefat edenler büyük insanlar gibi hesaba çekileceklerinden “vildanun muhalledun” ayetinin ifadesine dahil olmadıklarını bu yüzden şeriatın “zamanında namaza başlamayan çocukların hafifçe dövülebilecekleri” ni söylemesinin hikmetlerini ifade etmektedir.

Âlimler, yedi yaşından itibaren “çocuğa namaz emredilmesi” hadîsinden, namazla ilgili her çeşit bilginin öğretilmesi gereğini anlamışlardır: Namaz vakitleri, farzları, vâcibleri, sünnetleri, namazda okunacak sûreler, dualar, tesbihât, abdest ve temizlikle ilgili teferruat vs.

Kaynaklar:
1- Bakara 2: 130- 132.
2- Bakara 2:193, 217; Âl-i imrân 3:19, 85; ErVâm 6:161; A’raf 7:29; Enfâl 8:39; Tevbe 9:33, 122; Yûnus 10:105: Nur 24:2; Rum 30:30, 43; Zümer 39:3, 11; Feth 48:28; Mümtehine 60:8, Beyyine 98:5.
3- Feth 48:28.
4- Tevbe 9:33.
5- Enfal 8:39.
6- Âl-i imrân 3:19.
7- Âl-i imrân 3:85.
8- Taberânî, Mu’cemu’s-Sağîr 1, 152.
9- İbnu Haldun. Abdurrahman (v.808), el-Mukaddime. Beyrut, tarihsiz, s. 125.
10- İbrahim 14:37.
11- Bak. Câmi’u’s.Sağîr 3, 393-394.
12- Münâvî, Feyzu’l-Kadîr 3. 394.
13- Üsrûşenî. Ahkâmu s-Sığâr 1, 102-103.
14- İbnu Ebî Şeybe. Ebû Bekr Abdullah ibnu Muhammed (v.253), Musannafu ibn-i Ebî Şeybe, Haydârâbâd, 1966, 1, 348; Abdurrezzâk, ibnu Muhammed es-San’ânî (v.211) Musannafu Abdirrezzâk, Beyrut, 1970. 4. 334.
15- Lokman 31:13176
16- A’râf 7:180; isrâ 17:110; Tâ-Hâ 20:8; Haşr 59:24..
17- Buhârî, Da ava! 69; Müslim, Zikr 5, 6.
18- Allah’ın sübûtî sıfatları: Hayat, ilim, semi’ (her şeyi işitmesi), basar (her şeyi görmesi), irâde (dilemesi, dilediğini yapması), kudret (her dilediğine gücü yetmesi), kelâm (konuşma, vahyetme), tekvin (yaratma sahibi olma). Allah’ın zatî sıfatları: Vücut (varolmak), kıdem (varlığının evveli olmama), beka (varlığının sonu olmama), vahdaniyet (bir olması), muhalefetün lil-havâdis (hiçbir mahlûka benzememesi) kıyam binefsihî (hiçbir varlığa muhtaç olmaması).
(Bak. Dikmen. Tasavvuf ve Hikmet Işığında islâm ilmihali, Cihan Yayınları, 1983, İst.)
19- Nisa 4:150-152
20- Bakara 2: 285-286.
21- İbrahim 14:40.
22- Aclûnî, İsmail İbnu Muhammed (1162), Keşfu’l-Hafâ, Beyrut, 1351, 2,31.
23- Tâ-Hâ20:132
24- Lokman 31:17.
25- Meryem 19:55.
26- İbnu Hacer, Şihâbü’d-Dîn Ebû’l-Fadl Ahmed el-Askalânî (v.B52), Fethu’l-Bârî, Mısır, 1959, 2, 489-90: Zebîdî, Zeynü’d-Dîn Ahmed ibnu Ahmed (v.893), Tecrîd-Sarîh, tercüme: Ahmed Naim, Ankara, 1972, 2, 941; Şevkânî, Muhammed ibnu Ali (1250), Neylü’l-Evtâr. Kahire. 1971, 1,349,

Prof. Dr. İbrahim CANAN (Çocuk Terbiyesi) / Sorularla İslamiyet