Nâşizelik

Çocuk yine ağlıyor.. Annesi bağırıyor, çocuk daha çok ağlıyor. İçim burkuluyor. En son çok sert bir: ” Git !” emri ve çocuk hıçkırarak susmak zorunda kalıyor; kim bilir minik kalbinde, tazecik ruhunda bastırılmış, susturulmuş nice duygular ve derin yaralarla.. Bazı akşamlar ve günde en az bir defa alt komşumun 3 yaşlarındaki kızı ağlıyor. Bize de kibarca kusura bakmayın uyarısı yapmışlardı ilk taşındığımızda (sanki çocuğun kusuruymuş gibi). Taşınalı 3 hafta oldu ve durum aynı, bu hafta hanım ve beyin tartışmalarını ve hanımın sert cevaplarını da duymaya başladık. İnşallah daha başka kötü durumları da duymayız. Yeni binalar kağıttan duvar sanki, mütayitler mahremiyete daha dikkat etseler ya..

Alt komşumla taşındığımız ilk günlerde bahçeden eve çıkarken tanışmıştım. Çocukları sevdiğim için kızına yanaşmış ve sonra annesiyle muhatap olmuştum. Meslek/meşguliyetini sorunca üniversitenin mühendislik fakültesinde hoca olduğunu söyledi. Kıyafeti bizim buradaki vasattan daha açık, herhalde lens kullanan, bakımlı bir hanım olduğunu fark ettim. Bahçedeki 3-5 dakikalık sohbetimizde şunu da fark etmiştim ki muhatabım kendini tanıtırken ağırlıklı olarak “üniversite hocası” kimliğini nazara verdi; annelik, falanca memleketlilik, yaşıt bir hanım olma değil de “üniversite hocası” olmak.. Elleri kot pantolonunun cebinde, çok rahat bir edayla konuşuyordu. Kendini o kimlikle o kadar özdeşleştirmişti ki hal dili tamamen o kimliğin kendisi için ne kadar önemli olduğunu anlatıyordu. Komşum hakikaten kendini sadece “üniversite hocası” mı sanıyordu?.. İçimden “Bu hanım çocuğuyla nasıl ünsiyet edip tek vücud olacak, bütünleşecek acaba, oysa kız çocukları anneyle bütünleşmek ister” diye bu konuda menfi kanaatimi de hatırlıyorum. Tanışmanın üstünden geçen 3 haftalık süreç maalesef kanaatimi teyid eder nitelikte oldu.

Bugün lise ve üstü okullara giden ve çok büyük oranda çalışma hayatına hazırlanan genç kızların asli ve fıtri vazifeleri olan “annelik ve eşlik” ikici, üçüncü sıralara kaydığı; bilumum eğitim ve öğretimler para kazanmaya yönelik olduğu için toplumdaki aile kurumu ciddi tehditlere maruz kalıyor. İş kadını ve “falan meslek” sahibi olan kadın, evdeki en önemli sorumluluklarında sınıfta kalıyor; yapamadığı gibi yapamadığının farkında olmadığı için -yani çalışıp para kazanması, eve ekmek getirmesi yeterli sandığı için- kendisi yüzünden evde meydana gelen boşluğun faturasını çocuğuna, eşine kesiyor.. Neticede evde sinirli, duygusal anlamda aç, sevgi yoksunu bir çocuk ve otorite kurmaya çalışan bir hanımla baş etmeye çalışan sinir hastası bir eş ortaya çıkıyor. Kadın da kendini “didinip çalışıyorum, bir yandan iş bir yandan ev, ben hangi birine koşayım” diye haklı görmeye, aczini ortaya koyarak haklı çıkmaya çalışıyor. Oysa tablo ne kadar çarpık sistemlerle hazırlanmış bir plan dahilinde işletiliyor. Bediüzzaman Hz.(RA)’ın dediği gibi: “Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn.” Lem’alar ( 203 )

Eğer bilinçli değilse, yani manevi bir eğitimden geçmemiş, büyüklerinden nasihat almamış ise bugün çalışan hanımların büyük çoğunluğu evin maddi ihtiyaçlarını karşılamakla annelik, eşlik vazifelerinin bittiğini sanıyor ve kendini tüm enerjisini tüketen işlerde harcıyor. Tükeniyor, aile fertlerini de tüketiyor.. Çocuğunun ihtiyacı olan hakiki, samimi şefkati veremediği gibi; eşini de beğenmez tavırlarla, kendi mevkisini, aldığı maaşı, statüsünü ona kıyas ederek, eşini hor görme gibi nâşizelikten gelen bir tavra girebiliyor. Nâşizelik lugatta: “Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men’eden kadın.” olarak tarif edilmiş. Bu kötü haslet, Risale-i Nur külliyatında: “Eşine itaat etmeyen, eşinin muvafakatına ihtiyaç duymadan serbest hareket eden kadın” anlamlarında kullanılıyor. Bu itaatsizlik eşini beğenmeme hatta tahkir etme gibi vahim neticelere kapı açıyor.

Çalışan ve statü ve para sahibi olan hanım, eşine karşı itaatkar tavrını korumakta çok zorlanıyor -hele ki  statüsü daha yüksek olan bir işte çalışıyorsa. İslami terbiye ile nefsini sürekli kontrol etme çabasında değilse evdeki manevi dengeleri alt üst eden bir tavra girebiliyor. Yani evdeki otorite olan babanın konumunu sorguluyor, kusurlar görüyor, itimadı sarsılıyor; empati kurup eşinin cephesinden bakamazsa, onun da haklı olduğu noktaları göremezse tartışmalar devam ettikçe  o otoriyeti kırıyor. (Aslında kendini kırıyor ama farkında değil!) Evde otorite yani tek merkezden ama demokratik idare yıkılınca imamesi kopmuş tesbih gibi fertler kendi başlarına kalıyor. Çocuk kendini aileye bağlayan bağları fazla hissedemiyor; hanım eşini güvenilir, sözü dinlenilir, son karar ona bırakılır bulmuyor; bey de “bunlar beni dinlemiyor zaten” diye kişilik kaybı ve sorumsuzluğa dönük bir hale giriyor. Nâşizeliğin sebep olduğu bu kötü neticelerden korunmak için hanımlar haddimizi, hududumuzu iyi bilmeliyiz; eğer evdeki baba otoritesini sarsarsak neleri de sarstığımızı düşünüp çok dikkatli hareket etmeliyiz.

[Ufak bir not: Saba ülkesinin melikesi(sultanı) olan Hz. Belkıs Rabbinden gelen bir tek mektubla her şeyi bırakıp Süleyman(AS)’a gidip hak dini öğrendi. Koskoca ülke ve uygarlık onunken kibirlenip kulluktan yüz çevirmedi. Biz bize verilen ufak bir hocalık, müdürlük veya maaş sebebiyle Allah’ın emri olan “eşe itaatten” yüz çevirirsek haşir günü kimse yüzümüze bakmaz, Allah böyle akıbetten muhafaza eylesin, haddimizi bilmek nasip etsin.]

Manevi enerjisini aile içinde çocuk eğitimi, kendi kişisel terbiyesi, eşiyle planlı bir hayat sürme gibi en mühim yerlerde kullanmayan kadın, evini bırakıp afaki dairelerde mevki ve para karşılığı çalışmaya başladığında yüksek ahlakını, günahsız safi halini, şefkatli, affedici, sabırlı, anlayışlı ruh haletini kaybediyor; tahammülsüz, anlayışsız, insan terbiyesinden anlamayan, hayatı insanca yaşama yolunda karşılaşılan zorlukları tanımlayamayan ve çözemeyen bir yarım hanım oluyor. Neden yarım derseniz hanımlık vasıflarının bir kısmı gidince geriye yarım kalıyor. Maddiyat için maneviyatı terk etmenin cezasını Cenab-ı Hak bu dünyada da peşinen veriyor; maddi imkanlar çok rahat olduğu halde, üzülerek görüyoruz ki evlerde huzur, sükunet, sıcak sevgi dolu atmosfer çok nadir yaşanıyor..

Evet Bediüzzaman Hz.(RA)’ın dediği gibi: “Demek onlar(hanımlar) daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar.” Biz hanımların fıtri yapısı terbiye-i İslamiye ile inkişaf eder, maddeperestliği telkin eden Avrupa terbiyesi aklı, vicdanı bozar, nefsi besler. Böyle mahiyetteki insan ne kendisine, ne de kurduğu aileye hakiki faydalı olamaz. Kendini geliştiremez, yetiştiremez ve keza eşi ve çocuğunu. Onlara ulvi, vicdani değerleri aşılayamaz. Şehid olsun diye eline kına yakıp “Düşmanla kanının son damlasına kadar çarpışmazsan sütümü helal etmem” diye dualarla cepheye evlad gönderemez. Anne bozulunca aile bozulur; aile bozulunca toplum çözülür..

Bu yazıyı tamamlarken yine aşağıdan bir bağırtı ve minik S..nin sevimli sesi geldi. Demek 1 saattir evdeki atmosfer pek değişmemiş. İçim burkuldukça Rabbime minik S..nin imanlı bir çocuk olması ve o ortamda ruhunu koruyabilmesi için dua ediyorum, elimden bu kadarı geliyor.. Anne, babası da inşallah İslamı daha ciddi yaşamaya başlar. Gelin bu akşam tüm minik S..ler ve onları anlamayan, dinlemeyen, ecnebi planlarıyla şaşırtılmış, evini çocuğunu ihmal edip çalışan anneleri için dua edelim.

Aliye Yüksel

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: