Ne ekersen onu biçersin

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

Yıllar önce bir mesai arkadaşım, aslında izahı çok basit ve cevabı çeşitli Atasözlerimizden de çok kolay anlaşılabilecek bir konu olmasına rağmen, (Hâşâ) “Kader-i İlahîyi tenkit ve Allah’ın adaletiyle ilgili şüpheye de açık bir şekilde” zihninde yer almış bir düşünceyi, sanki ona cevap arar gibi bana da nakletmişti. Belki,  Müslüman ve dinini yaşamaya çalışan ailelerin çoğunun çocuklarının da kendi aile büyükleri gibi, Müslüman; diğer ailelerin çocuklarının çoğunun da kendi aile büyükleri gibi, İslâm diniyle uyumlu olmayan halleri onda bu düşünceyi uyandırıyordu.

İnsanın ne zaman, nerede, hangi inançtaki aile içinde, hangi ana-babadan dünyaya gelebileceği kendi iradesi dahilinde değildir; böyle bir durumda, “İslâm diniyle uyumlu yaşamayan bir aile içinde doğup büyüdükleri için, aileleri efradının o hallerinin benzeri şekilde dünyada yaşayarak ölenlerin ahiretteki durumları nasıl olacaktı?”

Onun bu düşüncesi, Allah’ın adaletinden şüphe etmesine asla kapı açmamalıydı.  O düşüncesinin cevabı hem dinî kaynaklarımızdan başka, kısmen de bu yazı başlığındaki Atasözümüz ve onun benzeri olan çeşitli Atasözlerimizle verilmişti.

 *  *  *

Bediüzzaman Said Nursî de Risale-i Nur Külliyâtından Emirdağ Lâhikası-1 adlı eserinde bu konuya kısaca şöyle temas etmiştir: “Bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî almazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayrimüslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmesi derecesinde zor oluyor, yabanî düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanîlik verir.”

*  *  *

Asrımızda, iletişim teknolojilerinin çok gelişmiş özelliğiyle dünyanın âdeta “büyük bir köy” gibi olması (globalleşme); böylece dünyanın her tarafındaki iyi veya ekseriya da kötü bilgilere, sesli ve görüntülü mesajlara kolaylıkla ulaşılabilmesi, hem gözlere ve hem de kulaklara hitap ettiği için “en tesirli eğitim vasıtası” olan televizyonlarla ve çok geliştirilmiş cep telefonlarıyla çeşitli bilgilere kolayca erişilebilmesi imkânları bulunmaktadır. Fakat bunların arasında bilhassa “çocuk terbiyesi” için faydalı olanlara ulaşılabilme imkânları az; aksi özelliktekilere ulaşılabilme imkânları ise daha fazladır. 

Bu  çok geliştirilmiş teknolojik aletlerin çok yaygın hale gelmesiyle bunlardan çok kolaylıkla  zararlı tesirler alınabilmesinden başka, çocuklarının aile içi eğitimlerinde büyük aktivite göstermesi gereken annelerinin -çocuklarının iyi terbiyesinde başrolü oynaması gerekirken- şer komiteler tarafından hem hakikî zevcelikten ve hem de hakikî annelikten uzaklaştırılmaya çalışılmakta olduğunu Bediüzzaman yaklaşık bir asır önce telif edilmiş “Yirmidördüncü Lem’a İkinci Nükte”de şu sözleriyle beyan etmiştir:

”Bildim ki. İslâmiyetin hayat-ı içtimâiyesine ve din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefâhete sevk etmek için, bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe o cihetten geliyor. Ben de siz hemşîrelerime ve gençleriniz olan manevî evlatlarıma kat’iyen beyan ediyorum ki:

Kadınların saadet-i uhrevîyesi gibi saadet-i dünyevîyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i  yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur.

“Aile yapımızı zayıflatmaya” çalışmak suretiyle tüm toplumumuzu da zayıf düşürmeye Bediüzzaman’ın o sözlerinden şimdiye kadar geçen yaklaşık bir asırdır çalışan şer komitelerinin, “kuzu postuna bürünmüş kurtlar” gibi aldatıcı sinsi tuzaklarla evli ve çocuk sahibi kadınları ağlarına düşürerek onları  evleri dışındaki erkeklerle ilgili işlerde rekabete, “dünyevîlik” ve diğer yanlış meyillerin esaretine sokmaya; asıl görev yerleri olan aile ortamlarından uzaklaştırmaya çalışmaları, bazı çocukların aile ortamlarında iyi yetişmeyişinin de sebebi olmaktadır.

Bediüzzaman, “Sözler, Lemaat”ta da kadının bir meta gibi sosyal alanın her köşesinde kullanılmasına şu cümleleri ile karşı çıkmıştır:

“Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli”

(1)  اِذاَ تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاۤءُ بِالْهَوَسَاتِ اِذاً تَرَجَّلَ النِّسَاۤءُ النَّاشِزاَتُ بِالْوَقَاحَاتِ

“Mim”siz medeniyet, taife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları

Rahmeten davet eder eski yuvalarına.  Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayatı ailede. Temizlik ziynetleri.

Haşmetleri hüsn-ü hulk, lütf-u cemali ismet, hüsn-ü kemali şefkat, eğlencesi evladı. Bunca esbab-ı ifsat, demir sebat kararı…(ve devam ediyor)”

* * *

Bediüzzaman yukarıdaki sözlerini halen içinde yaşamakta olduğumuz “iletişim” çağından önce (1934 yılında) ve her evde beş duyumuzdan hem kulağa ve hem de göze hitap ettiği için (faydalı veya faydasız her konuda) “en tesirli eğitim vasıtası” olan televizyonların değil; sadece kulağa hitap eden radyoların bile olmadığı zaman söylemiştir.

İçinde bulunduğumuz “iletişim” çağında ise, evinde televizyon cihazı bulunmayan ve televizyon seyretmek alışkanlığı olmayan “yok” denilecek kadar az bulunmaktadır. Halen çok geliştirilmiş televizyon alıcıları ve uydu antenleri ile yüzlerce televizyon kanalının yayınlarına kolaylıkla ulaşılabilmekte; o yayınların içinde de âyet ve hadislerle “haram” olduğu bildirilmiş mâlâya’niyât (manâsız, faydasız, boş şeyler) olmayanlar “yok” denilecek kadar az bulunmaktadır.

* * *

Kadın vatandaşlarımızdan bu “iletişim” çağında gereksiz yere sokağa çıkmayan çokları da evlerinde maalesef “televizyon seyirciliği müptelalığını” yaşamaktadırlar ve bilhassa “4-6 yaş aralığındaki çocuklarının aile içi eğitimleri” ile gerekli ve yeterli şekilde meşgul olmaktan çok, ekserisi “haram mâlâya’niyât” ile dolu olan televizyon programlarını seyretmekle meşgul olmaktadırlar! Bazı evlerde ise, birden fazla televizyon cihazı bulunmakta; evin erkeği işine gitmek üzere evden çıktıktan sonra, evin kadını “hiçbir mücadele vermeden evinin içinde tam bağımsızlığını”(!) elde etmiş gibi, yapması gereken bazı zarurî ev işlerini kısa zamanda tamamlayarak, daha fazla reytingle daha fazla ilan alarak daha fazla para kazanmak yarışında olan çeşitli televizyon programlarındaki “kadın programlarından” birini veya birkaçını saatlerce seyretmektedirler!..

Kadın vatandaşlarımızın bilhassa 4-6 yaşlarındaki çocuklarına vermesi gereken “aile içi eğitim” aslında onların çok daha önemli ve vakit, emek, enerji harcamaları gereken bir konudur. Fakat -kendi televizyon seyirciliğine mani olmamaları için- ülkemizdeki ev kadınlarının küçümsenmeyecek kadar çok sayıda olanları ya evlerindeki başka bir televizyonda -veya ellerine birer “tablet” vererek- küçük çocuklarını meşgul etmeye çalışmaktadırlar. Kendi seyrettiklerinde ve 4-6 yaşlarındaki çocuklarına seyrettirdikleri çocuk filimlerinde  –mâlâya’niyâttan da ötede– hem açıkça ve hem de “sublimal” kötü mesajlar olabileceğini ise hiç düşünmemektedirler. Halbuki, her söze kulak verilmemesi ve her şeyin de seyredilmemesi ve çocuklarına seyrettirilmemesi icap eder.

*  *  *

İçinde yaşadığımız bu “iletişim” çağında çeşitli konularda kişisel olarak “dünya birincisi” vatandaşlarımız oldu. Fakat tüm nüfusumuzla sadece bir konuda “dünya birincisi” oluşumuz da birkaç yıl önce haber bültenlerinde duyuruldu: “Her gün televizyon seyirciliğiyle geçirilen ortalama zaman konusunda..” Bu “dünya birinciliğimizi” de, bilhassa evlerinde küçük çocuklarının eğitimi ile meşgul olmak için geçirilebilecek vakitlerini maalesef televizyon seyretmekle geçirmiş olan kadın vatandaşlarımıza borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz!

Acaba bu birinciliğimizle övünmeli miyiz; yoksa ona üzülmeli miyiz?

 (1)Sefih erkekler hevesâtına uyarak kadınlaştığında; nâşize kadınlar da hayasızlıkla erkekleşir.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: