Bediüzzaman Hazretleri, Ramazan Risalesi’nde nefsin inatçılığıyla Allah’a itaatsizliğinin boyutundan ve orucun nefis üzerindeki etkisinden bahsederken, bir konuşmayı aktarır. Buna göre:
Rabbimiz (c.c.) nefse sorar:
- Ben neyim, sen nesin?
- Ben benim, sen de sensin.
Azab vermiş, Cehennem’e atmış, yine sormuş. Cevap aynı:
- Ene ene, ente ente.
Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azap vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene vema ente?” Nefis demiş:
- Sen benim Rabb-i Rahîm’imsin, ben senin âciz bir abdinim.
Demek ki nefsimizi kontrol altına almanın yolu onu aç bırakmaktan geçiyor.
Bu konuşma Ramazan Risalesi’nde geçtiği için, buradaki “aç bırakma” ifadesi sadece “mide açlığı” olarak algılanabiliyor. Elbette ki bu doğrudur ama acaba bakış açımızı biraz genişletsek neler görürüz?
Meselâ şu soruyu sorsak: Nefis nelerden beslenir?
Bu sorunun cevabı, “Nefis nelerden hoşlanır?” sorusunun cevabı ile aynıdır:
Oyun, eğlence, israf, isyan, kibir, gurur, inat, haset, dedikodu, gıybet, aldatma, yalan, laf taşıma; insanları kusurlu, hor, hakir görme; mal, mülk, makam, mevki, itibar, şöhret…
Bunlara kendimizi kaptırdığımız takdirde, nefsimizi besliyoruz demektir.
Yalnız burada bir parantez açmak icap eder. Mal, itibar, şöhret vb. sahipleri nefislerini besler demiyoruz. Zira Allah (c.c.) bunları istediği kuluna verebilir ve bunlarla imtihan edebilir. Ancak bu imtihana tabi olan kimselerin, her zaman, “Bu nimetler, Rabbimin ihsanı ve lütfudur.” demeleri gerekir. Bunları hedef alıp, asli vazife olan kulluğu ihmal edecek derecede bunların peşinde koşmak, nefsin hoşuna giden işlerdir.
Kabaca nefsin bazı özelliklerine de bakacak olursak, görürüz ki:
Nefis, fıtratı gereği, o andaki bir gram lezzeti gelecekteki bir ton lezzete, gelecekteki bir ton sıkıntıyı da o andaki bir gram sıkıntıya tercih etme eğilimindedir. Bu nedenle ahirette vaat edilen bir ödül veya karşılaşacağı bir ceza, onun için çok uzaktadır.
Nefis, başına buyruk hareket etme eğilimindedir. Emir almaktan hoşlanmaz. İbadetler de emir sınıfından olduğu için, onlar da lezzet aldıkları arasında değildir.
Nefis için önce kendisi vardır. Paylaşımcı değildir.
Nefis arzuları ile hareket eder. Aklı ile değil keyfi ile karar verir.
Bu özellikleri ile bakıldığı zaman nefsi insanlara değil, daha aşağı bir hayat mertebesinde bulunan hayvanlara benzetmek daha uygun olur.
Bir kediyi veya köpeği beslenirken hiç gördünüz mü?
Peki, beslenirken rahatsız edildiklerinde verdikleri tepkiyi hiç gördünüz mü?
Görmediyseniz uyaralım. Araya aşamayacakları bir engel koymadan bunu denemeyin.
Nefis de beslenirken aynı durumda olur. Dikkat ederseniz yukarıda saydıklarımızdan bir veya birkaçıyla beslenen bir nefis, rahatsız edildiğinde, aynı yemek yerken rahatsız edilmiş kedi, köpek gibi saldırganlaşır, asabileşir. Kendisini rahatsız eden neyse, ondan kurtulmaya çalışır.
Oyun ve eğlencedeyken duyulan ezan,
tam ziynetler dişe dokunur miktara geldiğinde istenen, fakirlerin kırkta birlik payı,
tam da işimizi halledecek sözü söyleyecekken karşımıza çıkan “yalan haramdır” yasağı,
bir tanıdığımızın yeni aldığı ama kendisine hiç yakışmamış olan giysisini tam anlatacakken karşımıza çıkan “gıybet edilenin ölüsünün etini yeme” ikazı…
Bu gibi durumlar, nefsi beslenmekte iken rahatsız eden durumlardır ve nefis bu durumlardan hiç de hoşnut olmaz.
Şu örnek de beslenmiş bir nefsin ne kadar ileri gidebileceğini gösteren, yaşanmış muazzam bir olaydır:
Binlerce yıl melekler arasında bile itibar görmüştü İblis. Onlara hocalık yaptığı bile söylenir.
Gel gör ki, bir gün Rabbi ona, ondan daha üstün bir halife yaratacağını bildirip, yaratacağı bu halifeye secde etmesini emretti.
O noktada nefsi devreye girdi. O zamana kadar beslendiği gıdalar tehlikeye giriyordu. Artık en itibarlı o olmayacaktı. Belki eskisi gibi kendisine hürmet edilmeyecekti.
Böylece, yemekte rahatsız edilen bir köpek gibi saldırganlaştı. İşin sonunu isyana kadar da götürdü. Sonuçta, hem Rabbine asi hem de kıyamete kadar Halifesine düşman oldu.
Görüldüğü gibi, mal, şöhret, makam, itibar vb. nimetler, eğer gerçekten Allah’tan (c.c.) geldiklerine inanılmıyorsa, nefis için besin kaynağı oluyorlar. Bu nimetleri kendinden bilen bir nefis, zamanı geldiğinde bunlardan ayrılmayı reddediyor ve direniyor. Son örnekte görüldüğü gibi de, besili bir nefis için bu direncin bir sınırı yok.
Özetle:
Nefis ne kadar besiliyse, verdiği tepki de o derece büyük olmaktadır. Aza kanaat etmeye alıştırılmış bir nefis daha uysal olabilir, fakat obez bir nefis başa beladır.
Bu yüzden nefislerimizi obeziteden korumalı, -terbiye için beslenen vahşi hayvanlar gibi- sağlıklı beslenmesine dikkat etmeliyiz.
Muhiddin Yenigün
http://yenigun.name.tr/