Nefislerin Arkadaşlığından Ruhların Dostluğuna

SADECE ZİHNİNDEKİ hayatı yaşıyor insan. Güne başlarken kendi gözlerini açıyor dünyaya. Oysa gerçekler, kendi bilebildiklerinden, hissedebildiklerinden ve fehmedebildiklerinden hep daha da ötede. Elini atıyor, gerçekler kaçıyor. Adımını atıyor, yol yeniden uzuyor. Yolculuk böyle sürüp gidiyor. Mevsimler gelip geçiyor, yazı, kışı, baharı iç içe ve tekrar tekrar yaşıyor. Gecesi gündüzü devran ediyor, hayat akıyor, ömür bitiyor. Herkesin kendi ufak dünyası yine ancak kendi etrafında, kendi küçücük kıyametine dek dönüp duruyor.

Zorluklarla mücadele ederek kendi Cennetini kazanmak ile görevlendirilen insan, elbette yapayalnız değil. Hayatın yükünü sırtlanırken başkalarından destek te alıyor. Ömrünün sahnelerine pek çok iyi ve kötü rol oyuncusu giriyor, çıkıyor. Bazısı uzun süre hafızaya kazınacak repliklerle arz-ı endam ederken, bazısı belli belirsiz bir hayal gibi görünüp yok oluveriyor perdenin önünden. Kan bağı ile bağlanmışlar ile akrabalık derecesinde olanlar dışında, seçilenlerden bazıları arkadaş veya dostluk denilen sıcaklığı ortalık yere taşıyorlar.

Yalnız ben, bu noktada arkadaş ile dostu kesin çizgilerle ayırmayı tercih ediyorum. Dost bilinenlerin çoğu, büyük çoğunlukla, anlaşılmasa bile sadece arkadaş keyfiyetini taşırlar. Beraberce zaman geçirilen, hatta sırt sırta verilen bu insanları, dost olarak kabul etmek, dostluk mefhumuna büyük bir haksızlık olur. Dünya, dünyalıkların sinsice kapışıldığı bir menfaat arenasıdır. Bu yüzden de, münasebetlerin de çoğu asla ve asla ruhların dostluğu değil, sadece nefislerin arkadaşlığından ibarettir.

Ne acı ki, ömürlerin büyük kısmı, menfaatlerin, dünyalık beklentilerin ve paylaşılan ortak, fani zevklerin örtüştürüldüğü beraberliklerle geçip gitmektedir. Bu değiş tokuş sürsün diye hak yoldan tavizler verilir, diyetler ödenir. Enaniyetler “önce can, sonra canan” düsturunu rehber bildiğinden, insan kendisi için istediğini din kardeşi için bir türlü isteyemez. Belki ayakkabısının bağına kadar teferruatlı tüm isteklerini Rabbine sayıp dökerken, arkadaşı hakkında olan, kalbinden geçen ve dilinden çıkan dua ise cılız bir iyilik temennisinden öte geçemez. Arkadaş için fiili dualar mı? Onlara ise, ancak menfaatlerine en ufak bir gölge düşürmediği, risk taşımadığı sürece müracaat edilir.

Devrin arkadaşlık görüntüsü için biraz karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım ama yine de günümüzde münasebetlerde samimiyet, ihlas ve dürüstlüğün maalesef hızla azalmakta olduğunu düşünüyorum. Dostluklar artık arkadaşlıklara, arkadaşlıklar da sahteliklerle dolu beraberliklere dönüşüyor. Buna bir de gıybet, dedikodu, haset ve suizan gibi hastalıkları da eklersek kardeşlik bağları iyiden iyiye çürümüş bir hal alıyor, çeksen kopacak hale geliveriyor.

İnsan için din herşeydir. Öyle ki her yaşanılana, öncelikle inanılan yön verir. İnsan her başına gelenden de dinine sığınır. Dinini bilmeyen bile, yine bilmeden bir din üzerine yaşamaktadır. Hadis-i Şerife göre, insan arkadaşının dini üzerinedir. Demek ki, dost ve arkadaşlarımızla paylaştıklarımız, inandıklarımızın birer aynasıdır. Dostluk, bir müslüman için Allah namına muhabbet beslemektir. Zaten insanlar birbirlerini sevmeden de, iman etmiş sayılmazlar. Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam, “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Tirmizi) buyuruyor. Diğer bir Hadiste de sevmenin tarifi şöyle yapılır: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.” (Buhari)

Hakiki dostluk, dünyalık menfaat gözetilmeden, kardeşlik duygularıyla sırf Allah için sevmektir. Tabiatı, çok hassas ve kırılgandır. Şeytanın ve nefsin taarruzuna sürekli açıktır. Sadece söz ile sürdürülemez. Ancak, tertemiz niyetlerle, alâka ve fedakârlık göstererek devam edebilir. Bu açıdan bakıldığında, örnek dostluk, “mağara dostu” Hz. Ebubekir’in dostluğudur. İnsan, dostun derdini kendi derdi olarak bilmiyorsa, arada dostluk bağından söz edilemez. Duanın en çok kabul edileni, müslüman kardeşe edilen duadır. Bu dualar, Cenab-ı Hakkın katına katlanarak gider. Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam : “Günah işlemediğiniz dillerle dua ediniz!” derken, günahın sahibi için dua eden müslüman kardeşin dilini kastetmiştir.

Öyleyse, dostluk kisvesine bürünmüş, şeytani hilelerle bezeli olan nefislerin arkadaşlığından, ruhların ebedi ve nurani dostluğuna doğru yol almak ne büyük bir kazançtır. Hakiki Dost’un dostluğuna götüren güzel dostluklar temennisiyle.

Aytekin Akar

Karakalem.net