“NEFSİM İLE MÜCADELE”

“Nefis Olanca Şiddetiyle Kötülüğü Emreder.”

(Yusuf: 53)

 

“Nefsini Tertemiz Yapıp Arındıran Felâh Bulmuş Kurtulmuştur. Onu Kirletip Örten Kişi İse Ziyana Uğramıştır.”

(Şems: 9-10)

 

“Ey İman Edenler! Siz Kendi Nefislerinizi Islah Etmeye Bakın. Siz Doğru Yolda Bulundukça Yoldan Sapanların Size Zararı Olmaz.”

(Mâide: 105)

 

NEFİS İLE MÜCADELE

 

İnsanın nefsini temizlemeye çalışması, nefsin arzularına karşı kendini tutma hususunda sabretmesi ve kendini buna zorlaması; sonunda faydası kendisine âit olan bir vazifedir. Ruh ve nefis iki ordu gibidir, devamlı harp hâlindedirler. Hangi taraf ne kadar alırsa orası onundur. Hepsini alırsa işgal eder, diğerini esir alır. İnsanın terakki edip yükselebilmesi ancak nefse muhalefet etmesiyle kaimdir. Ruhun esâreti nefsin hürriyetidir, nefis esir alınamadıkça ruh hürriyete kavuşamaz. Nefsin istek ve arzularını öldürmedikçe, ruhu diriltmek mümkün değildir

 

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyumuşlardır:

 

“En şiddetli düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir.” (Beyhakî)

 

Nefis öyle bir mahlûktur ki, zâlimdir, kâfirdir, Allah-u Teâlâ’ya bile karşıdır.

 

Gaye bu kâfiri müslüman etmektir. Nefisle mücadeleden maksat da budur, yani nefsi tortularından süzmek, hülâsasını meydana çıkarmak ve insanî nefis hâline getirmektir. Tasavvuf’tan gaye de budur zaten…

 

 

 

 

Ulvî Ruh, Süflî Nefis:

 

Nefsin tabiatında şehvete, günaha ve kötülüğe meyil vardır. Gücünü hep o yönde kullanır. İşte bu nefistir. Nefis yedi başlı bir ejderdir. Haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap, yalancılık… gibi hayvânî sıfatlardan hangi sıfatta kişiyi yakalarsa, onu alır cehennemin ortasına kadar götürür. Tahribatı dış düşmandan daha büyüktür. Eğer dizginlenmezse Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları aşar, gayesine ulaşır.

 

Hakiki imana sahip olabilmek için nefisle mücadele etmek gerekir.

 

Nefis Kur’an-ı kerim’de öncelikle, tek tek kişilerin kendileri mânâsında kullanılır.

 

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

 

“O gün her nefis iyilik ve kötülük olarak ne işlemişse önünde hazır bulur.” (Âl-i imran: 30)

 

Diğer birçok Âyet-i kerime’lerde:

 

“Enfüsüküm = Kendiniz”,

 

“Enfüsühüm = Kendileri”

 

Gibi ifadelerde “Nefis” hep tek tek kişilerin “Ene”si mânâsındadır.

 

Ruh gibi nefis de insanın yaratılışında mevcuttur. Toprak, su, hava ve ateşten teşekkül etmiş zulmânî bir buhardır. Karın boşluğunda bulunur, kumandası secde yeridir, bütün vücuda oradan kumanda etmek ister.

 

Ruh ile nefis vücutta ayrı ayrı yer tutmuşlardır. Nefsin hayatı da ruh iledir.

 

Nefis süfliyattan, ruh ise ulviyattan yaratılmışlardır. Nefis ahlâk-ı zemime, ruh ise ahlâk-ı hamide ile techiz edilmiştir. Ruh çok lâtiftir, çok âlî, çok yüksek makamdan gelmiştir.

 

Bu karanlık cesetle birleşmeden önce terakki edemiyordu. Cesette nefis ile bir araya gelince mücadele başladı ve yükselebilme kuvvetini elde etti.

 

Ulvî olan ruh, süflî olan nefis birbirinin zıddıdırlar. Allah-u Teâlâ ruhu nefse aşık etmek suretiyle, ikisini bir arada barındırmıştır. Eğer ruh nefse aldanıp onun boyasına girerse, asliyetini ve ulviyetini kaybeder, onun gibi kararır ve onun esiri olur. En ulvî makamdan geldiği halde, kendisini unuttuğu için Yaratan’ını da unutur. Vücutta hakimiyeti nefis eline geçirir, bütün icraatlarını rahat bir şekilde yapar.

 

 

 

En Büyük Düşman:

 

Nefsin tabiatında şehvete, günaha ve kötülüğe meyil vardır. Gücünü hep o yönde kullanır. Onun özelliği böyle olduğu için, insanoğlu sırf kendi nefsine kalırsa, her türlü fenalığa sürüklenir.

 

Ukbe bin Âmir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

 

“Vallahi ben, vefatımdan sonra Allah’a şirk koşmanızdan korkmuyorum, fakat nefislerinize uymanızdan korkuyorum.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 661)

 

Tahribatı dış düşmandan daha büyüktür. Eğer dizginlenmezse Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları aşar, gayesine ulaşır. Bu hudutları aşan kimse, kendisini uçurumdan attı demektir.

 

Bir Hadis-i kudsî’de:

 

“Nefsine düşman ol. Çünkü o bana karşı düşmanlık ve harp ilân etmiştir.” buyuruluyor.

 

Kişi onun hakkını ona vermeli ve yoluna devam etmelidir. Ve fakat onun arzusuna kapılmamalıdır.

 

Nefis her iyiliğe engel olmak isteyen, her kötülüğün kapısını açan arkadaştır. Kişinin bu dünyada da arkadaşıdır, kabirde de arkadaşıdır, mahşerde de arkadaşıdır, cennette ve cehennemde de arkadaşıdır.

 

Nefsin arzu ettiğini yapmamakla muvaffak olunur. Nefsin arzusu ile Hakk yoluna giderken dahi, kişinin arkadaşı nefistir ve şeytandır.

 

Nefis nuru çamurla örtmek ister. Uykudan uyanınca, çamur kalkınca kendisini görür.

 

Nefis yedi başlı bir ejderdir. Haset, riyâ, kin, kibir, şehvet, gadap, yalancılık… gibi hayvânî sıfatlardan hangi sıfatta kişiyi yakalarsa, onu alır cehennemin ortasına kadar götürür.

 

 

 

Nefsin Islahı:

 

Allah-u Teâlâ müminlerin en önce kendi nefislerini düzeltmek için uğraşmalarının gerektiğine dâir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

 

“Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz.” (Mâide: 105)

 

Size düşen kendinizi düzeltmektir ve nefsinizi ıslah etme yükümlülüğünüzü yerine getirmektir. İsyanlara dalmaktan, ısrarla günah işlemekten korunun. Nefislerinizi ıslah yolundan ayrılmayın. Size hidayet erişince, sapıklığa düşenlerin sapıklıkları size zarar vermez. Onların zarar ve mesuliyetleri sırf kendilerine âit kalır.

 

“Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yaptıklarınızı size haber verecektir.” (Mâide: 105)

 

Bu ilâhî beyan doğru yolu bulanlara bir mükâfat sözü, sapıklığı tercih edenlere bir tehdittir.

 

Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

 

“Nefsini tertemiz yapıp arındıran felâh bulmuş kurtulmuştur.

 

Onu kirletip örten kişi ise ziyana uğramıştır.” (Şems: 9-10)

 

Nefsini günahlardan temizleyip takvâ ile terbiye etmek suretiyle feyizlendiren kimseler gerçek kurtuluşa ermişlerdir.

 

Ebu Zerr-i Gıfâri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

 

“En iyi cihad, insanın kendi nefsânî arzularıyla Allah rızâsı için yaptığı cihaddır.” (Câmiu’s-sağîr: 1247)

 

Gerçekte insanın nefsini temizlemeye çalışması, nefsin arzularına karşı kendini tutma hususunda sabretmesi ve kendini buna zorlaması; sonunda faydası kendisine âit olan bir vazifedir.

 

Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

 

“Kim mücahede ederse kendi öz nefsi için mücahede etmiş olur.” (Ankebût: 6)

 

Ecel gelinceye kadar bu uğurda çalışıp çabalayan, fitnelere, imtihanlara göğüs geren kimse, sırf kendi hesabına ve kendi menfaatine çalışıp çabalar.

 

“Şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Ankebût: 6)

 

Kullarının itaatine ve cihad etmelerine ihtiyacı yoktur. Hiçbir şeye ve hiçbir kimseye muhtaç değildir. Cihadı ancak onlara lütufta bulunmak ve bol mükâfat kazanmalarını sağlamak için emretmiştir.

 

Nefsinin her isteğini yapan kimse cehenneme düşer. Nefsin istemediği kulluk ve fedakârlıkta bulunanlar ise cennete girerler.

 

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyor:

 

“Cehennem nefsin istekleri ile, cennet de nefsin hoşlanmadıkları ile örtülüdür.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2035)

 

İnsan, tuzaktaki daneyi görüp ona yaklaşan kuşa benzer. Kuş danenin arkasında kendisini bekleyen tehlikeyi görmediği için tuzağa düşer. İnsan nefsinin arzularına uyarsa, sürüklenmekte olduğu cehennemi göremez.

 

Abdullah -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

 

“Cennet sizin her birinize ayakkabısının bağından daha yakındır. Cehennem de böyledir.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 2036)

 

Nefsin esaretinden kurtulamayan insan, yaşayan ölü gibidir. Dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilemez. İki günlük ömründe sermaye toplayamadan gider.

 

 

 

İlâhî Yardım:

 

Hakk’a yönelen bir insan, iradesini “Nefsini ıslah etme” yönünde kullanırsa;

 

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a (Allah’ın dinine) yardım eder (sarılırsanız) Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit kılar.” (Muhammed: 7)

 

Âyet-i kerime’si mucibince Allah-u Teâlâ’nın yardımına erer.

 

Nitekim Zeyd bin Erkam -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz duâlarının bir noktasında şöyle niyaz ederlerdi:

 

“Ey Allah’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu pâk eyle! Onu pâk edecek yegâne sen varsın. Onun velisi ve mevlâsı sensin.” (Müslim: 2722)

 

Şu halde vuslata erebilmek nefis ve şeytanla mücadeleye bağlı kılınmıştır.

 

Allah-u Teâlâ azmi nispetinde kulunu destekler, hidayetini artırır, sermayesini çoğaltır, önüne ışık tutar, yollarını açar. Onun için hiçbir engel bırakmaz.

 

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

 

“Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz.

 

Şüphesiz ki Allah ihsan erbâbı ile beraberdir.” (Ankebût: 69)

 

Bütün bu lütuf iyilikleri Allah-u Teâlâ’nın desteğinden ileri gelmiştir. Niyetini değiştirdiği an hepsi hükümsüzdür.

 

Kişi: “Bana bu sermayeyi koyana, bunları bana sevdirene ve yaptırana sonsuz şükürler olsun.” diye şükrünü artırırsa ve içten içe hizmeti ve ibadeti arzu ederse, Allah-u Teâlâ ziyadesini ihsan buyurur.

 

Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

 

“Kim inanır, nefsini ıslah ederse, onlara hiç korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” (En’âm: 48)

 

Lâyık oldukları mükâfatlara er geç kavuşacaklardır.

Bâzıları ilâhî hükümleri yapmakta kolaylık bulamıyorsa bu: nefs-i emmârenin isteklerinden ileri gelen bulanıklıktandır. Nitekim Âyet-i Celîlelerde: “Kendilerini dâvet ettiği şey, müşriklere ağır geldi (S. Şûra 13)

 

“Ey Rabb’imiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra, kalplerimizi saptırıp döndürme.” (Âl-i imrân: 8)

Selam Ve Dualar İle…

Hatice Başkan

http://rasulgulleri.blogcu.com/