Nur Hizmetinde Şahsın Liderliği-2

13- Mes’elemizi tenvir eden bir düstur:

“Risale-i Nur Talebeleri, Risale-i Nur’un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer arasa Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevi güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.

Hem Risale-i Nur dairesinde halis ve çok ruhları  her ferdine kazandıran ve Sahabenin sırr-ı veraset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkâranesini gösteren “meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvet” ise, hariç dairelerde ve o peder ve o mürşid üç cihetle zarar vermek suretiyle -bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz.

Bir tek peder yerine pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddid şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir. Daireye girmeden evvel bulduğu mürşidi, her ferd dairede dahi muhafaza edebilir. Fakat mürşidi olmayan, daireye girdikten sonra, ancak daire içinde mürşid arayabilir.

Hem Risale-i Nur’un velâyet-i kübradan olan sırr-ı veraset-i Nübüvvet  feyzini veren ders-i hakaik dairesindeki  ilm-i hakikat dahi, daire haricindeki tarikatlara ihtiyaç bırakmaz Meğer tarikatı yanlış anlayıp, güzel rüyalar, hayaller, nurlara ve zevklere mübtelâ ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî  zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola.

Bu dünya dâr-ül hizmettir, külfet ve meşakkatle ücret ölçülür. Dâr-ül  mükâfat değil! Onun içindir ki, ehl-i hakikat keşif ve kerametdeki ezvak ve envara ehemmiyet vermiyorlar. Bazen kaçıyorlar, setrini istiyorlar.

Risale-i Nur dairesi geniştir, şakirdleri pek çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez;  belki daha  içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb hem dairede, hem hariçte olamaz. Hem hariçteki irşada hevesli zâtlar, Risale-i Nur şakirdleriyle meşgul olmamalı. Çünki üç cihetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsız var; onları bırakıp bunlarla megul olmak, irşad değildir. Eğer bu şakirdleri severse, evvelâ daire içine girsin; o şakirdlere peder değil, belki kardeş olsun, fazileti ziyade ise ağabeyleri olsun. (yani şeyhlik, hocalık, hocaefendilik, liderlik pozisyonuna geçmesin, Abileri olsun)…

Hem bu hâdisede göründüğü gibi, Risale-i Nur’a intisabın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna  bu fiyatı veren ve o yolda bütün Âlem-i İslâm namına dinsizliğe karşı mücahid vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleğini terkedip başka mesleklere girmez.”(Hakikat Nurları sh:150)

Mezkûr düsturda, tarikata mütemayil bazı fıtratların daire içinde mürşid bulabilecekleri yazılıyorsa da, bunun bir emir olmadığı, ancak bir ruhsat olduğu ve tarikata mütemayil fıtrat sahiblerini  Nur dairesinde Nur’ a bağlı bir zâttan istifade etmesi maslahatı bulunduğu… hem Risale-i Nur’un muhtelif  bahislerinde meslek-i Nuriyenin velâyet-i  kübra yolu olduğu gibi hususlar ve bu toplamada görünen sarih beyanlar müvacehesinde, daire-i Nur’da Hasların şahsı manevisini nazara almayarak bir şahsın merciiyeti  (şahsa bağlanmak) fikri iddia edilemez.

14- Merhum Hulûsî Ağabey’in şu ifadesi de şâyân-ı dikkattir.:

“Üstadım bana ve dinleyen her zevi-l ukûle, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba’-ı Sünnet et, yedi kebairi işleme dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risalet-ün Nur ile verilen derslere, Kur’an’dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can ü dilden belî dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.”(Barla Lâhikası sh:29)

Yine Hulûsi Ağabey’in mevzu ile alakalı bir ifadesi de şöyledir:

“Ümid ve iman gibi pek âlî sermayemiz var. Hoca Efendi Hazretlerinin âlî tavsiyeleri:

Beş vakit namazını ta’dil-i erkân ile kıl, yani başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap, yani başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebairi terk et, çünki sagairi arayacak zamanda değiliz. İttiba’-ı sünnet et, zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer saf, hâlis ve muhlis bir hâdî ki, (o da seni yine bu yola götürecektir) maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır. Fakat kömür ile elması kim fark edecek?  Öyle ise sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Derslerinden birinde ki, her vakit zikrettiğim MEN AMENE BİL KADER EMİNE MİNEL KEDER   şefaatbahş vecizesi hatırımızda varken, şübhesiz her musibet ve her elem hoş karşılanacaktır.

Aziz kardeş! Zaman olur ki her şey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor. Fakat işte tiryakı:  FEİN TEVELLEV FEKUL HASBİYELLAHU LA İLAHE İLLA HU. ALEYHİ TEVEKKELTÜ VE HÜVE RABBÜL ARŞİL AZİM…

Her zaman söylüyorum:  Biz bu fâni hayat için dostluk yapmıyoruz. Bu kısa hayata veda etmek, indimizde ve itikadımızda ebedî bir hayatın mukaddemesidir, öyle ise müteessir olmayalım. Nice ki, o hayata başlamadık. İşte mürasele ile muvasalayı temin edelim. Allah’a güvenelim, Ondan meded dileyelim…..Hulusi”(Barla Lâhikası sh:49)

15- Mesnevî-i  Nuriye’de kaydedilen; Risale-i Nur’un, tarikat tarzına ve ne de Ulemanın âlet ilimleriyle gidilen mesleğine girmeden hakikata îsal ettiğine dair beyanı şâyân-ı dikkattir. Şöyle ki:

“Tevfik-i İlahî refiki olan adam, tarîkat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet Kur’andan, hakikat-ı tarîkatı -tarîkatsız- feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza maksud-u bizzât olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın îsal edici bir yol buldum.

Seri-üs seyr olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîkı ihsan etmek, rahmet-i hâkimenin şânındandır.” (Mesnevî-i Nuriye sh:212)

“Ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet’e gidemez, fakat Tasavvufsuz Cennet’e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil…

İşte otuzüç aded Sözler, böyle Kur’anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.”(Mektubat sh:23 )

16- Kemalata mani olan zamanın bozuk cemiyetinin manevi havayı bozması sebebiyle bazı şahsiyetlerin merciiyetine dayanan tarikat tarzının şartları zedelenmiştir. Hatta bazı ehl-i tasavvufun merciiyeti istemek gibi sebeblerle istikameti muhafaza edemediklerini anlatan Hazret-i Üstad şöyle der:

“Bir kısım ehl-i zevk ve şevk, sülûkünde fahrı, nazı, şatahatı, teveccüh-ü nâsı ve merciiyeti; şükre, niyaza, tazarruata ve nâstan istiğnaya tercih etmekle vartaya düşer. Halbuki en yüksek mertebe ise, ubudiyet-i Muhammediyedir ki, “Mahbubiyet” ünvanıyla tabir edilir. Ubudiyetin ise sırr-ı esası; niyaz, şükür, tazarru’, huşu’, acz, fakr, halktan istiğna cihetiyle o hakikatın kemaline mazhar olur. Bazı evliya-yı azîme, fahr ve naz ve şatahata muvakkaten, ihtiyarsız girmişler; fakat o noktada, ihtiyaren onlara iktida edilmez; hâdîdirler, mühdî değillerdir; arkalarından gidilmez! ”(Mektubat sh:455)

17- “Risale-i Nur’un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkârane yalnız rıza-i İlahî için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahibleri ve keşfiyattan zevklenen ehl-i tarîkatın mabeynindeki ihtilaf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanında ehl-i gafletin nazarında onlara sû’-i zan edip o mübarek zâtları, benlik ve enaniyetle ittiham etmeleri gösteriyor ki; Risale-i Nur’un şakirdleri şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lâzım ve elzemdir. Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur’un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikramat-ı İlahiye umuma kâfi gelir; daha başka şahsî kemalât ve kerameti aramıyorlar.”(Emirdağ Lâhikası-1 sh:87)

18- Risale-i Nur mesleğinde şahsın merciiyeti yerine, münavebeten kıyamete kadar devam edecek olan ve Haslar dairesi ve tâbir edilen umum  Nur Cemaatını temsil eden bir şahs-ı mânevînin merkeziyeti vardır.

Şu aşağıdaki parçada, evvelâ  Risale-i Nur’un merciiyeti, sâniyen haslardan binler maddî Said’ler diye ifade edilen fedakârlar, Hazret-i Üstad’a bedel hizmetin sahibleri nazara veriliyor. Vasiyet mahiyetindeki o parça şudur:

“Zâten benim vazifem bitmek üzeredir. Risale-i Nur, hususan mecmuaları, herbir nüshası, Said’e karşı hüsn-ü zannınızın fevkinde onun vazifesini görebilir ve görüyor; ve Nur şakirdlerinin haslardan herbir fedakârı, o Said’in vazifesini mükemmel görebilir. İnşâallah ileride tam görecekler. Bir Said içinizde noksan olmakla, yüzer manevî Said olan mecmualar ve binler maddî Said’ler, içinizde hâlis ve mükemmel o vazifeyi görebilirler ve görüyorlar.”(Emirdağ Lâhikası-1 sh:180)

19- Yukarıdaki parçada ve Risalelerin çok yerlerinde kaydedildiği gibi hizmet-i Nuriye’de esas teşkil eden Risale-i Nur eserleri olduğu gibi, mânevî feyizler veren mürşid de Risale-i Nur olduğunu, Yirmisekizinci Mektub’un Üçüncü Mes’elesi’nin tamamı vâzıhan izah ve isbat eder ve te’vil kaldırmaz. Oraya bakılsın.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır