Nur Hizmetinde Şahsın Liderliği Şeyhlik Ve Mürşidlik Makamları Olmaması

(mürşidlik ve şahıs merciiyeti  mes’elesi)     

bismillahirrahmanirrahim

1-(Dini mesleklerde şahsın merci ve metbu olması, ancak vesilelik cihetiyledir.

Evet “”Velilerin himmetleri, imdadları, manevî fiilleriyle feyiz vermeleri, hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdi, Mugis, Muin ancak Allah’tır. (Mesnevi-i Nuriye sh:240)

Eğer şahıs, Kur’andaki hak ve haikatın muhafızı ve mahzarı ise ve merciiyet makamını istemek temayülü de yoksa makbuldür. Evet hakikatta hidayet ve irşad mercii ve menbaı Kur’andır. ) Zaten bunu Üstad kendini ortadan çekip Risale-i Nurları göstermesi bize büyük bir ders olması lazım ve elzemdir.

2- Risale-i Nur mesleğinde ise, cadde-i kübra olan Sahabe mesleğinin bir in’ikası olması cihetiyle (Emirdağ Lâhikası-1 sh: 67 p. 4) evvelâ Kur’andan hak düsturlarına ve hakikat-ı İslâmiyeye; ve sâniyen bu ilâhî hidayetin müttebii ve muhafızı olmaları sebebiyle bir şahs-ı  mâneviye ittiba edilir, merciyet mânasında olarak şahıs nazara verilmez. Evet şu sarih beyan ve ifadeler nâzar-ı teemmüle alınmalıdır:

“Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi “Ferîd” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz’da bulunan kutb-u a’zamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımağa mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A’zam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda şakirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u a’zamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u a’zamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telakki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.”(Kastamonu Lâhikası:196)

3- Bediüzzaman Hazretleri, “ hatta Said de -El’iyâzübillâh- Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz alâkamızı hiç sarsamayacak.”(Emirdağı Lâhikası-1 sh:125) diyerek Risale-i Nur’a bağlılığın elzemiyetini ehemmiyetle nazara vermiştir.

4- “ Evet, ULEMAİ ÜMMETİ KE ENBİYAİ BENİ İSRAİL   ferman etmiş. Gavs-ı A’zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zâtlar bu hadîsi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur’u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş.)”(Kastamonu Lâhikası sh:7)

5- “(Evet bu asrın ehemmiyetli ve manevî ve ilmî bir mürşidi olan Risalet-in Nur’un heyet-i mecmuası, sair şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-ı ilmiyeye münasib olarak, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu gibi; üç keramet-i zahiresi bulunan Mu’cizat-ı Ahmediye, Onuncu Söz ve Yirmidokuzuncu Söz ve Âyet-ül Kübra gibi çok risaleleri dahi herbiri kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emareler ve vakıalar bana kat’î bir kanaat vermiş. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için bir mürşid gibi yetiştiğine müteaddid vakıalar şübhe bırakmıyor.) ”(Kastamonu Lâhikası:10)

6- Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i maneviye ve kardeşler birbirinde tefani noktasında Risale-i Nur’un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikramat-ı İlahiye umuma kâfi gelir; daha başka şahsî kemalât ve kerameti aramıyorlar.”(Emirdağ Lâhikası -1 sh:87 )

Aşağıdaki beyanda Hz. Üstad kendi sahasında tevazu makamıyla ders verdiğini kabul ile beraber, devam eden hizmet-i Nuriyede şahıstan ziyade Risale-i Nur’un nazara verilip   gösterilmesi hem ahirzaman fitnesinin bozuk cemiyet şartları içinde hakiki kemalatın tam kazanılmamasının hatırlatılması da  ciddi bir hakikattır. Şöyle ki:

7- “(Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirdlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlasından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.)”(Kastamonu Lâhikası sh:56)

8- “Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı manevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden, inşâallah bu fırtınada sarsılmayacaklar.”(Şualar: 288)…

Bu cümledeki “hakiki şakirdleri” ifadesi, mefhum-u muhalifi ile “hakiki olmayan şakirdleri” de hatıra getiriyor, yani ihlas ve Risale-i Nur’un esasat ve düsturlarına sadakat göstermeyenleri…

9- “Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler; o dört adam, dörtyüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdeta her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz.”(Barla Lâhikası:124)

 

10- “Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır.”(Kastamonu Lâhikası sh:162)

11- Yine Hazret-i Üstad’ın şahsını dahi merciiyetten azledip Risale-i Nur’u üstad gösterdiğine dair ifadeleri vardır. Ezcümle, bir mektubda şöyle der:

“Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet Hüsrev, Re’fet, Tahir, Feyzi, Sabri. bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur’anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis Hasların şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risale-i Nur’dan bir cüz’ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan nasihat alır, sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları, bu vazifeni her vakit yapıyorlar. Ve inşâallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duası makbul olan onların şahs-ı manevîleri, daimî beraberlerinde bir üstad ve yardımcıdır diye ruhuma hem teselli, hem müjde, hem istirahat verdi.”(Şualar sh:492)

12-Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritâne irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.”(Kastamonu Lâhikası sh:89)

13- Keza, Risale-i Nur mesleğinde şahıs merciiyeti bulunmadığı, Mevlâna Hâlid Hazretleri ile Hazret-i Üstad’ın farkı anlatılırken de şöyle beyan edilir:

“İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur’u merci’ gösteriyor. Hazret-i Mevlâna Hâlid’in şahsiyeti, kutb-ül irşad, merciil-has ve-l âmm olmuştur.”(Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh:16)

14- Mes’elemizi tenvir eden bir düstur:

Risale-i Nur Talebeleri, Risale-i Nur’un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer arasa Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevi güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.

Hem Risale-i Nur dairesinde halis ve çok ruhları  her ferdine kazandıran ve Sahabenin sırr-ı veraset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkâranesini gösteren “meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvet” ise, hariç dairelerde ve o peder ve o mürşid üç cihetle zarar vermek suretiyle -bir pederi aramaya ihtiyaç bırakmaz.

Bir tek peder yerine pek çok ağabeyi buldurur. Elbette büyük kardeşlerin müteaddid şefkatleri, bir pederin şefkatini hiçe indirir. Daireye girmeden evvel bulduğu mürşidi, her ferd dairede dahi muhafaza edebilir. Fakat mürşidi olmayan, daireye girdikten sonra, ancak daire içinde mürşid arayabilir.

Hem Risale-i Nur’un velâyet-i kübradan olan sırr-ı veraset-i Nübüvvet  feyzini veren ders-i hakaik dairesindeki  ilm-i hakikat dahi, daire haricindeki tarikatlara ihtiyaç bırakmaz Meğer tarikatı yanlış anlayıp, güzel rüyalar, hayaller, nurlara ve zevklere mübtelâ ve âhiret faziletinden ayrı olan dünyevî ve hevesî  zevkleri arzulayan ve merciiyet makamını isteyen nefisperestler ola.

Bu dünya dâr-ül hizmettir, külfet ve meşakkatle ücret ölçülür. Dâr-ül  mükâfat değil! Onun içindir ki, ehl-i hakikat keşif ve kerametdeki ezvak ve envara ehemmiyet vermiyorlar. Bazen kaçıyorlar, setrini istiyorlar.

Risale-i Nur dairesi geniştir, şakirdleri pek çoktur. Harice kaçanları aramaz, ehemmiyet vermez;  belki daha  içine almaz. Her insanda bir kalb var. Bir kalb hem dairede, hem hariçte olamaz. Hem hariçteki irşada hevesli zâtlar, Risale-i Nur şakirdleriyle meşgul olmamalı. Çünki üç cihetle zarar görmeleri muhtemeldir. Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsız var; onları bırakıp bunlarla megul olmak, irşad değildir. Eğer bu şakirdleri severse, evvelâ daire içine girsin; o şakirdlere peder değil, belki kardeş olsun, fazileti ziyade ise ağabeyleri olsun. (yani şeyhlik, hocalık, hocaefendilik, liderlik pozisyonuna geçmesin, Abileri olsun…naşir)…

 

Hem bu hâdisede göründüğü gibi, Risale-i Nur’a intisabın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna  bu fiyatı veren ve o yolda bütün Âlem-i İslâm namına dinsizliğe karşı mücahid vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleğini terkedip başka mesleklere girmez.”(Hakikat Nurları sh:150)

Mezkûr düsturda, tarikata mütemayil bazı fıtratların daire içinde mürşid bulabilecekleri yazılıyorsa da, bunun bir emir olmadığı, ancak bir ruhsat olduğu ve tarikata mütemayil fıtrat sahiblerini  Nur dairesinde Nur’ a bağlı bir zâttan istifade etmesi maslahatı bulunduğu… hem Risale-i Nur’un muhtelif  bahislerinde meslek-i Nuriyenin velâyet-i  kübra yolu olduğu gibi hususlar ve bu derlemede görünen sarih beyanlar müvacehesinde, daire-i Nur’da Hasların şahsı manevisini nazara almayarak bir şahsın merciiyeti  (şahsa bağlanmak) fikri iddia edilemez.

 

15- Merhum Hulûsî Ağabey’in şu ifadesi de şâyân-ı dikkattir.:

“Üstadım bana ve dinleyen her zevi-l ukûle, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba’-ı Sünnet et, yedi kebairi işleme dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risalet-ün Nur ile verilen derslere, Kur’an’dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can ü dilden, belî dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.”(Barla Lâhikası sh:29)

Yine Hulûsi Ağabey’in mevzu ile alakalı bir ifadesi de şöyledir:

“Ümid ve iman gibi pek âlî sermayemiz var. Üstad Hazretlerinin âlî tavsiyeleri:

Beş vakit namazını ta’dil-i erkân ile kıl, yani başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap, yani başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebairi terk et, çünki sagairi arayacak zamanda değiliz. İttiba’-ı sünnet et, zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer saf, hâlis ve muhlis bir hâdî ki, (o da seni yine bu yola götürecektir) maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır. Fakat kömür ile elması kim fark edecek?  Öyle ise sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Derslerinden birinde ki, her vakit zikrettiğim MEN AAMENE BİL KADER EMİNE MİNEL KEDER   şefaatbahş vecizesi hatırımızda varken, şübhesiz her musibet ve her elem hoş karşılanacaktır.

Aziz kardeş! Zaman olur ki her şey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor. Fakat işte tiryakı:  FEİN TEVELLEV FEKUL HASBİYELLAHU LA İLAHE İLLA HU. ALEYHİ TEVEKKELTÜ VE HÜVE RABBÜL ARŞİL AZİM…

Her zaman söylüyorum:  Biz bu fâni hayat için dostluk yapmıyoruz. Bu kısa hayata veda etmek, indimizde ve itikadımızda ebedî bir hayatın mukaddemesidir, öyle ise müteessir olmayalım. Nice ki, o hayata başlamadık. İşte mürasele ile muvasalayı temin edelim. Allah’a güvenelim, Ondan meded dileyelim…..Hulusi”(Barla Lâhikası sh:49)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org