Nur talebesinin vasıfları

Risale-i Nur Talebelerinin vasıfları nelerdir diye sorulabilecek bir soruya verilebilecek en kaliteli cevap bu olacaktır: Risale-i Nur Talebelerin kalplerinde barındırdıkları sarsılmaz bir iman ve engin bir şefkatle kendilerini insanlığın hususen bu vatan evladının dünyevi ve uhrevi saâdetine adamış mana erleridir. En önce şunu belirtmek gerekir ki Risale-i Nur Talebeleri veya kısaca Nur Talebeleri gaye edindikleri Allah’a iyi bir kul olmak ve ellerindeki Kur’ânî hakîkatleri muhtaçlara ulaştırmak hizmetinde bizzat ve en evvel İslamiyet’in tebliğcisi ve Cenâb-ı Hakk’ın en son ve en sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (A.S.V.)’ı kendilerine bir model almışlardır.   

Onların Efendimizin sünnetine sıkı sık yapışmaları da bu zamanda tam bir ehl-i sünnet velcemaat olduklarının en kuvvetli delilidir.   

Nur Talebeleri her zaman ve her yerde okudukları Üstadları Bediüzzaman Said Nursi’nin te’lif etmiş olduğu Risale-i Nur Külliyatı’yla da Halık-ı Kâinat’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerîm’e sıkı sıkıya bağlıdırlar. Çünkü Bediüzzaman’ın da ifade etmiş olduğu gibi Risale-i Nurlar Kur’ân’ındır ve Kur’andan çıkmış, Kur’anı hakikatlerı anlatan eserlerdir. Her bir Risale Furkan ayetlerinden yansıyan ışıklardır.          

Böylece Nur Talebeleri en doğru ve en geniş cadde olan Kur’an’ın caddesindedirler. Hiçbir batıl inanç veya sapık düşünce onlarda yoktur ve olamaz. Çünkü onlar doğrudan doğruya Kur’an-ı Hakim’e şakird olmuşlardır.    

Kur’an- Kerim’in vermiş olduğu feyiz, Peygamber Efendimizin ( A.S.V.) temsil ettiği hayat tarzı ile Nur Talebeleri kuvvetli ve hakiki imanın peşindedirler. Onlar sadece kuru bir taklitle değil deliller ve hüccetlerle görür gibi Allah’a îmân ederler ve bu yüzdendir ki hiç bir vesvese ve şüphe onların imanlarında gedik açmaz, açamaz.          

Şöyle söyleyebiliriz ki Nur Talebelerinin hedef ve gayesi Kur’an-ı Hakim’in ali bir tefsiri olan Risale-i Nur’la Halık-ı Kainat’a olan imanlarını kuvvetlendirmek ve başkalarının da imanlarına kuvvet verebilmek için çalışmaktır.    

İmandan sonra nur Talebelerinin en belirgin vasfı tam bir ihlasla yaşamaları ve hareket etmeleridir. Biraz daha açarsak; onlar yalnız ve yalnız Allah için yaşarlar ve kalplerinde O’ndan gayri hiçbir şeye gönül bağlamazlar. Onlar severler ve merhametlidirler fakat bu Allah adına bir muhabbet ve Cenab-ı Hakk namına bir şefkattir.          

Onlar sırf Allah rızası için çalışırlar ve rıza-yı ilahiden başka hiçbir maddî ve mânevî menfaati gaye edinmek bir yana düşünmekten bile akrepten kaçar gibi kaçarlar. Zaten Risale-i Nur hizmetinin bu vatanda ve tüm dünyada hızla yayılmasının amili de Nur Talebelerinin hiçbir şey beklemeden ve ummadan hatta şahsi kemalatlarını da bu yolda feda ederek başkalarının dünya ve ahiret saadetleri için çalışmalarıdır. Onlar ihlaslarına en ufak bir leke sürmemek için hiçbir maddi hediyeyi ve sadakayı kabul etmezler. Başka insanlara muhtaç olmamak ve yüz suyu dökmemek için her hususta kanaat ve iktisadı kendilerine düstur edinmişlerdir.         

Risale-i Nur Talebelerinin anlatmakla tarif edilmeyecek bir özelliği de aralarındaki samimi uhuvvet yani kardeşliktir. Onların bu manevi kardeşliği nesebi kardeşlikten daha ileridir. Bu sıcak uhuvvet onları birbirinin sahibi, bedeli ve canı, cananı yapar. Birinin gözü diğerinin de gözüdür, birinin eli diğerinin de elidir, birinin validesi diğerinin de validesi gibidir. Bu sırla onlar binler dille dua etmiş gibi, binler vücudla İslam’a hizmet etmiş gibi bir ecir ve sevab kazanırlar.          

Bu ciddi uhuvvetin tabii neticesidir ki onlar birbirlerine her şeylerini feda eden, kardeşinin, maddi ve manevi menfaatini kendisine tercih eden, hata, kusur ve düşmanlık karşısında değil kızmak lütuf ve şefkatle muamele eden ali-cenab bir ruha sahiptirler. Risale-i Nurlar’a hiç okumamış birinin kısa bir süre içerisinde bu nurani dairede enaniyetini ve gururunu eritip İslam davasına gönül vermesi de bu dostluğun sayesindedir. Onlar her mü’min ve müslümanı kim olursa olsun hangi yolda giderse gitsin hatta şahsına düşmanlık da beslese affeder ve severler. Çünkü onlar asıl, azılı iman ve İslamiyet düşmanlarına karşı mücahede ederler. Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi “Onlar muhabbet fedaisidir.         

“Risale-i Nur Talebeleri bu hizmet başlamasından beri büyük sıkıntılara ve müşkilatlara ma’ruz kalmışlar, fakat bu onların bir diğer hasletlerini de gün yüzüne çıkarmıştır: Sabır, tahammül ve şükür. Said Nursi’nin bir risalede saydığı ve bu hizmetin lazımı dediği şevk-i mutlak ve şükr-ü mutlak Nur Talebeleri için bir hayat tarzıdır.         

Onlar ne olursa olsun başlarına gelen her bela ve musibet karşısında hiç kimseyi suçlamadan kadere teslim olup Cenab-ı Allah’a tevekkül ve sabır içinde şükrederler. Onlar bela, musibet ve hastalıkları günahlarına bir keffaret, nefislerine bir şefkatli sille, gafletten uyanmaları için bir ikaz bilirler ve memnun olurlar. Hakiki kulluğun, sonsuz acz ve fakrını hissetmek olduğunu bilen kadir-şinaslar da Nur Talebelerinin sabır ve şükür mesleğini tam takdir etmektedirler.               

İnsani maneviyatta terakki ettiren en mühim sıfatlardan birisi sadakattir. Bu nokta-i nazardan baktığımızda hakiki Nur Talebeleri sıddıklar zümresine dahildir. Onlar, her zamanda ve her zeminde hedef ve gayelerini unutmadan din-i mübin-i İslam’a nasıl hizmetedeceklerini düşünürler. Bütün hayat safhalarında Rablerinin hoşuna gitmeyecek her halden şiddetle kaçınırlar. Kur’an-ı Kerim’e olan bağlılıklarının kırılmaması için Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyarlar.          

Biricik rehberleri olan Hz. Muhammed (A.S.V.)’ın peşinden ayrılmamak için O’nun sünnetine sımsıkı sarılırlar. Onlar devamlı okudukları ve kabul ettikleri Kur’ani, müstakim ve mu’tedil Risale-i Nur’a sadakatsizlik etmekten ürperirler. Nur Talebeleri iman ve islam hizmetinde kendilerine üstad kabul ettikleri Said Nursi’nin bizzat yaşadığı ve Risale-i Nurlarla çizdiği hizmet düsturlarından ayrılmamayı prensip edinmişlerdir. Böylelikle sadakat ve vefa duygusu bir Nur Talebesinin kalbine silinmeyecek şekilde yazılmıştır ve bu yüzdendir ki Nur Talebelerinin dostluğundan ne bir zarar ne bir vefasızlık gelir. Onların dostluğu ebede giden bitmez ve tükenmez ahiret kardeşliğidir.              

Risale-i Nur Talebesin diğerlerinden ayıran taraf mühim bir fark da ilimdir. Zamanının en mühim alimi Bediüzzaman’ın ifadesi şöyledir: “Bir sene bu risaleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın hakikatli bir alimi olur.” Okuyan ve anlayan her İslam aliminin tasdik ettiği gibi Risale-i Nur’dan süzülen Marifetullah yani Allah’ı bilmek ve O’nu isimleriyle, sıfatlarıyla tanımak ilmini apaçık, ikna edici bir üslubla ve herkesin anlayabileceği bir tarzda izah eden eşsiz eserlerdir. Risale-i Nurlar baştan aşağıya hususi bir Kur’an ilmini ve iman hikmetini terennüm eden mücevherat hazinesidir.         

İşte bu sebeple kendi tasını Risale-i Nur’dan doldurmuş her Nur Talebesi Cenab-ı Hakkı esma ve evsafı ile tanır, kainat kitabını mütalaa eder, insan simasındaki Nakkaş-ı Ezeli’nin nakışlarını görür ve Marifetullah’ın semasında seyeran eder. Bununla beraber bu marifet seyyahı karşılaştığı bir dinsizi Risale-i Nur bürhanlarıyla bir saat zarfında ikna eder ve imana getirir yahut karşısındaki münkir muannidse yani inatçıysa ilzam eder ve susturur, kaçacak hiç bir delik bırakmaz.          

Nur Talebesi şefkat kahramanıdır. O; kaybolmuş evladını arayan annenin samimiyetiyle imansızlık yangınında yanan gençliğe sahib çıkar. Çünkü O bilir ki bu dalalet ve sefahet yolunun sonu ebedi bir hüsran ve hezimettir. O tertemiz fıtrata sahib her bir çocuğa Sani-i Zülcemalin kıymetdar bir sanat harikası nazarıyla bakar. Bu antikanın kaba demirciler çarşısında zayi olmaması için bütün varlığını seferber eder.          

Bir sanatın sahibine olan intisabıyla değer kazandığını bilen Nur Talebesi her insanın ancak yaratıcısı olan Allah’a iman ve intisabıyla büyük bir şeref ve kıymet kazandığını bilir. İman ve ubudiyet vasıtasıyla herkesin bu şeref ve kıymeti kazanması uğrunda cehenneme bile razı olan Said Nursi engin şefkatini şöyle dile getiriyor: “Eğer Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur.          

Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken gönlüm gül, gülistan olur.” Netice olarak şunu ifade edelim ki bu hasletler ve vasıflar hakiki ve hakikatdar vasıflar Risale-i Nur Talebesinde bulunmakla beraber herkeste kabiliyetine göre ve Risale-i Nur’a olan intisabı nisbetinde bulunur. şu da var ki hakiki Risale-i Nur Talebeleri bu saydığımız özelliklerin dışında Kur’an ahlakından tereşşuh eden daha zikretmediğimiz birçok güzel haslete sahipdirler ve harika seciyeyle müzeyyendirler.                              

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır 

 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: