Nur Talebesiyle Felsefe Hocası Derste Tartışır

Nur Talebesi Görün Nasıl Galip Gelir

Evet Nurnet.org sitemizden faydalanan Kardeşlerim! Fen hakim olduğu devirde ispat konuşur. Nakiller boşa gider bu sebepten camideki hoca efendilerin çoğu eski usulle vaaz ettikleri beni çok üzüyor. Ayet okuyor manasını veriyor işi hallettiğine inanıyor. Ayet ile Hadislerin manaları imanlı insanlara anlatılır. Vatandaşlarımızı dinsiz yapmak için son derece gayret gösterilen bir asra yakın bir devrede imanını zar zor koruyabilen yaşlılardır. Halbuki düne kadar gençlerimize okullarda öğretmen beyefendiler, “Allah yok her şeyi tabiat yarattı” diyorlardı. Yani Allah yok sistemile yetişen gençlere, Allahın varlığı için delil göstermeden, yanı  Allahın varlığına inanmayanlara Allah şöyle dedi, böyle dedi demek, çok yanlış olduğuna sizde şahitsiniz. Evet kardeşlerim aşağıda Nur talebesi kardeşimiz, Türkiye’de meşhur, ama zındık felsefe Hocasına nasıl galip geldiğini sizde göreceksiniz.

Bir kardeş ODTÜ  felsefe bölümünde okurken bir dönem Bilim Felsefesi dersini almaya başlıyor. Dersin hocası da,    konusunda Türkiye çapında  bir kişi. Ancak inançsız   (yani mürted)  biri. Ve daha ilk dersinde “Arkadaşlar” diyor, “Allah’ın varlığı bir varsayımdan ibarettir, aslında böyle bir şey yoktur, ama Müslümanlar, işlerine geldiği için  bir Allah’a inanmış, sonra da bütün düşüncelerini bu varsayım üzerine bina etmişler. Aslında bu, temelde sadece bir kabulden ibarettir.” diyor.

Bunun üzerine bizim Nur kardeşimiz hemen itiraz ediyor ve “ Sayın hocam” diyor, “Sizin dediğiniz gibi değil. Biz Müslümanlar akıl ve mantıkla iman ediyoruz. Ve Allah’ın varlığını, birliğini, aklen, mantıken de ispata hazırız.”

-“Hele bir ispat et bakalım, nasıl ispat edeceksin?” diyor.

   Bunun üzerine kardeş anlatmaya başlıyor:

-“Bir harf katipsiz olmaz, iğne ustasız olmaz, bir köy muhtarsız  olmaz,  değil mi efendim?

-Eveeet?

-Öyle ise, bir harf bile kâtipsiz olmuyor da, nasıl  şu muhteşem kainat kitabının kâtibi, yazarı olmaz?  Bir iğne bile ustasız olmuyor da, nasıl şu mükemmel kâinat fabrikasının mükemmel bir ustası olmaz? Bir köy muhtarsız olmuyor da nasıl olur şu koca kainat şehrinin bir yüce idarecisi olmaz? O yaratıcıyı tanımanın yolu da çok basit. Meselâ bir mektup, dikkatli bir okuyucu için, onu yazanı tarif eder. Mektubun yazarını görmesek de kişiliğini, isteklerini, ruh halini, ilgi alanlarını, mesleğini, mevkiini, daha neleri mektubundan anlayabiliriz. Tabii okumayı biliyorsak, değil mi hocam? Aynen öyle de; bu kainat, Allah’ın bize kendisini tanıttırmak için  yazdığı mektuplarla doludur. Herbir ağaç, bulut, çiçek, hayvan yani gördüğümüz her şey bize yaratıcısını tarif ediyor. Okumasını bilirsek tabii. . .

Hoca beklemediği bu izah karşısında şaşırıyor. Sonra da “Ama bu yaptığınız bilimsel bir izah değil,” diyor. O kardeş ise  karşı soru ile konuyu açmaya devam ediyor:

-Hocam siz atomun varlığına inanıyor musunuz?

-Evet.

-Peki deliliniz nedir? Atomu gördünüz mü veya gören var mı?

-Tabii ki atomu gören yok, zaten biz atomun varlığını direkt değil, endirekt yoldan biliyoruz. Meselâ Rutherford veya Geiger altın plakaya çarpan alfa taneciklerinin izlerine bakarak atomun yapısını anlamışlardır. Yani atomu oluşturan parçacıkların iz ve tesirlerinden hareketle atomun  varlığını ve yapısını anlıyoruz. Bu tarz ispata da çıkarım (inference) yolu diyoruz.

Hocanın bu açıklaması üzerine Nurlu kardeş, gülerek “Bu açıklamalarınız için teşekkür ederim hocam. Demek ki az önce Allah’ın varlığını ispat için anlattığım delil de, atomu ispatı için kullanılan delil gibi çıkarım yolu ile ispat oluyormuş  ve bilimsel bir ispatmış,” diyor.

Hoca şaşırıyor, -Yani bunlar aynı şey mi?”

-Tabii ki aynı şey hocam. Neresi farklı ise siz söyleyin.   Siz “Altın plakadaki etki ve izlerden atom ispat ve tarif edilebilir” dediniz; ben de kainattaki varlıklardan, onlarda görülen özellik ve faaliyetlerden Allah’ı ispat ve tarif edebiliriz, dedim.

-Yani aynı şey mi bunlar?”  diye tekrar tekrar soruyor hoca şaşkınlığından.

Tam bu esnada, herhalde tartışmanın gidişinden hocalarının mağlup olacağını anlayıp memnun olmayan bazı solcu talebeler araya girip,

-“Hocam bırakalım bunları, nereden geldik bu bahse?”diyorlar ve konu o anda öylece kapanıyor. Bundan  sonraki derslerde de hoca ile arkadaşım arasında  dini konularda bazı tartışmalar olmaya devam ediyor. Hoca dini bir inancı tenkid edince mantıklı cevaplar  alıp susmak mecburiyetinde  kalıyor. Evet susuyor.

Fakat, ikinci yarı yıl başladığında, herhalde hoca iyice düşünüp taşınıp kafa yormuş ve bu işi kendince halledecek bir yol bulacağına inanmış olsa gerek ki, bir dersde yine konuyu dine getirip kendinden emin bir şekilde kardeşe diyor:

“Bugün bu meseleyi bitireceğiz ve artık gündeme getirmeyeceğiz, anlaşıldı mı?

“Evet hocam, bitirelim”

“Yalnız bu meseleyi bilimsel çevrede görüşebilmemiz için bazı kriterlere uymamız lazım.  Şöyle ki: Bilimsel bir teori; geçerli olduğu  sınırı, şartları, çerçeveyi çizmek zorundadır. Eğer bir  teori  için, “Her  şart altında doğrudur, gelişmeler ne yönde olursa olsun, araştırmalar   nasıl çıkarsa çıksın bu teori doğrudur” denilirse, o teori  bilimsel olmaz. Olsa olsa inanç veya ideoloji düzeyinde kalır. Yani bir teori ortaya atıldığında” “Eğer şu olay şöyle gelişirse, şu incelemenin sonucu şöyle çıkarsa, şu şöyle ise bu teori doğrudur, aksi takdirde bu teori yanlıştır”,  denilebilmesi lazımdır,  o teoriye bilimsel diyebilmek için. Oysa siz Müslümanlar Allahın varlığını ispatlarken bir  şart getirmiyor, alternatif bir kapı bırakmıyorsunuz. “Her  halükarda, her durumda Allah vardır”diyorsunuz. Bu da bilimsel bir ispat olmuyor tabii.  Eğer Allah’ın varlığını gerçekten  bilimsel bir şekilde ispat etmek  istiyorsanız, diyebilmelisiniz ki; “Şu şu şartlarda Allah vardır, bu bu şartlarda da yoktur.”  Eğer böyle şarta bağlı bir ispat getirebilirseniz, o zaman o şartları tartışırız ve yaptığınız ispat da bilimsel olabilir.

Hoca, Kardeşimizi bu sözlerle mağlup ettiği düşüncesiyle sözünü bitirip muzaffer bir eda ile cevap bekliyor. Anlaşılıyor ki hoca bilim felsefesi üzerine bütün bilgilerini kafasından geçirip irdeleyip, uzun düşünceler sonrası,  böyle kritik bir soru hazırlamış. Evet kritik bir soru, zira hiçbir Müslümanın  “Şu şu şartlarda Allah vardır, bu bu şartlarda da Allah yoktur”  diyemeyeceğini düşünüyor. Hakikaten de zor bir soru, ama çok yaman Nurlardan ders alan kardeşimiz, kısa bir düşünme sonrası, Risâle-i Nûr’da  Sözler, Mektubat ve Lem’alar gibi eserlerde sıkça geçen bir ispat şeklini hatırlıyor ve cevap vermeye başlıyor:

-“Peki hocam istediğiniz şartı yerine getireyim. Şöyle: Biz diyoruz ki; kâinatta atomlardan yıldızlara kadar uzanan, hükmeden mükemmel bir düzen,   bir nizam var. Bu düzenin gerçekleşmesi için:

1- Ya diyeceksiniz ki; her bir varlık atomlardan ta yıldızlara  kadar, mikro âlemden makro âleme kadar  bu mükemmel düzeni biliyorlar ve bilerek, görerek, şuurla ve meşveret edip birbirine danışarak hareket ediyorlar ki, bu durumda “Allah yoktur”  diyebilirsiniz.

2- Ya da diyeceksiniz ki bu atomlar, gezegenler, unsurlar  vs. akılsız  şuursuzdur,şuursuz oldukları için kat’i surette onlar yapamazlar. Öyle ise tüm bu kâinatı, zerrelerden  yıldızlara kadar  idare eden bilim, hikmet ve kudret sahibi bir Yaratıcı vardır.

Birinci şıkkı kabul  edeceğinizi hiç zannetmiyorum; Zira  taşa, toprağa, bitkiye, hayvana, atoma, yıldıza akıl, fikir, şuur vermenin “Animizm”diye adllandırıldığını, ilk çağlarda ortaya atılmış  bâtıl bir inanış olduğunu siz söylemiştiniz. Demek ki ikinci şıkkı kabul edeceksiniz. Bunu  kabul etmeye mecbursunuz!

Hoca birden bu cevaba çok şaşırıyor. . .

-“Anlamadım? “

Bir örnekle açıklayayım, hocam. Meselâ  güneşli bir  öğlen vakti   denizin  yüzünde, su birikintilerinde, aynalarda, camlarda, parlak şeylerde  oluşan  akisleri, pırıltıları, ışık yansımalarını:

1- Ya diyeceksiniz ki; Bunların  hepsi kendisinden ışık saçıyor.

2- Ya da diyeceksiniz ki; bunların kendilerinde ışık yoktur, bu pırıltılar, yansımalar, gökteki güneşin ışığının akisleridir.

Aynen onun gibi yeryüzünde, tüm kâinatta gördüğümüz ve ilim, hikmet, kudret, irade gibi sıfatları gerektiren eserler, olaylar; ya bütün kainatın her bir zerresinde  akıl, mantık,  güç, irade bulunması ile mümkün olabilir; bu olmadığına göre;  sonsuz ilim, hikmet, kudret, irade sahibi bir Yaratıcının  faaliyetlerinin  yansımaları,   akisleri, neticeleri olduğunu kabul etmeniz lazım. .

Hoca, evvela derin bir düşünceye dalar, sonra tek kelime dahi söyleyemeden ve bir cevap veremeden sınıftan çıkıp, gider.

Medarı iftiharımız olan kardeşin mantıki sözlerini nakleden: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: