Nurcular, Modernistlerin Truva Atı Mı?

Kur’an müslümanlığı ‘sapkınlığı’ (evet, artık şu meseleyi açık açık adlandırarak konuşalım, sünneti/hadisi reddeden ve dindeki fonksiyonunu inkâr eden sapkın bir zümre ile karşı karşıyayız) Nurculuğu ve Nurcuları kendisi için bir truva atı olarak kullanıyor mu? Tecrübelerim ve tefekkürlerim eşliğinde vereceğim cevap: Evet. Sadece Kur’an müslümanlığı da değil üstelik. Liberaller, Gülenistler, Modernistler, Milliyetçiler vs. hepsinin Risale-i Nur’da ve Nur talebelerinde gözü var. Hepsi için Risale-i Nur ve Nurculuk kalabalık kitlelere ulaşma aracı.

Bediüzzaman şahsî karizması ve Risale metinlerinin etkisi Türkiye’de toplum mühendisliği yapmak isteyen veya şöhrete çabuk yoldan ulaşmayı arzulayan her isim için ‘kullanılır’ birşey gibi görünüyor. Bu ‘kullanışlılık’ aslında biraz da Nur camiası içinde köşebaşlarını tutmuş isimlerin gafletinden ve hatta Risale-i Nur’un mirasından bihaber bir Nurculuk yapmalarından besleniyor. Esaslarının ne olduğu bilmeyen, Nurculuğun tek amacının sevgi pıtırcığı olmak, gülücük dağıtmak, herkesin gönlüne girmek, her çiçekten bal alıp her arıya da bal aldırmak olduğunu sanan bu insanlar, ‘sevilelim de sevilelim’ çılgınlığıyla teveccüh-ü nasa çizgilerini peşkeş çekiyorlar.

Kendilerine birşey olmuyor tabii. Olacaksa da ahirette. Asıl olan avam-ı müslimine oluyor. Bu insanların dillerine/ellerine ettikleri itimatla onlardan gelene de itimat eden avam-ı nas bilmiyor ki, el temizse de elden gelen zehir olabilir. Zehri ayrı sınamak, eli ayrı sınamak lazımdır. Fakat avamın özelliği budur: “Ümmetteki cumhuru, hem avâmın umumu, burhandan ziyade mehazdaki kudsiyet şevk-i itaat verir, sevk eder imtisale.” Seni iyi bir adam biliyorsa, mehazındaki kudsiyete inanıyorsa, kem sözüne de iyi diye itimat eder. Kötü biliyorsa, mehazındaki kudsiyete inanmıyorsa, doğru sözüne bile kötüsün diye itimat etmez. Bardağa bakar, suya bakmaz.

Bizim gafletimiz aslında daha ‘tecdid’in ne olduğunu bilmemekle başlıyor. Bediüzzaman’ın müceddidliği hakkında yapılan tanımların iki ekseni var Nur talebeleri mabeyninde. Bunlardan bir kısmı (ehl-i sünnetin çizgisine daha hâkim/sâdık insanlar yapıyor bu tanımı) Bediüzzaman’ın sesini ulema-i İslam’ın sesinin bir devamı, bir yankısı gibi görüyorlar. Onun yaptığı tecdidin bir yeni birşey ihdas etme değil, eskiyi hatırlatma olduğunu söylüyorlar. Ki hakikaten de Bediüzzaman’ın tecdidi budur. Zaten tecdid özünde budur. Üzeri tozlanan İslam mirasını istikamet çizgisi üzerinde yeniden parlatmaktır.

İkinci bir kısım ise tecdidi neredeyse modernizm/ehl-i bid’a düşüncesine yakın anlıyor. “Yeni ne söylemiş?” demekle kastettiği aslında “Bediüzzaman ne ihdas etmiş?” Bu ikinci kısmı oluşturanın bir kısmı ahmak dost. Amacı aslında Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a olan ilgiyi ve hayreti arttırmak. Bunları ‘geçmişin devamı’ sönüklüğünde (ona göre sönük bir pozisyon çünkü bu) bulamıyor. İlla Bediüzzaman süper/sıradışı/kendinden önce yapılmamış şeyler başarmalı/söylemeli. Fakat bu ilgi ve hayret talebinde hırslı olduğu için mübalağaya sapıyor. Mübalağa da onu ihtilale götürüyor.

“Mübalağa ihtilalcidir.” Hakikatin muvazenesi bu ihtilalcilikle bozdukları için Bediüzzaman’ı da tecdidin asıl fonksiyonundan uzaklaştırıyor bu insanlar. Sanki o, Batı medeniyetinin her saldırısına karşı İslam’ı müdafaa etmek için değil de bu ikisini kaynaştırmaya/buluşturmaya gelmiş gibi anlıyor ve anlatıyorlar. Her başarılı(!) ideolojiyle barıştırmaya, herkese sevdirmeye gayret ediyorlar. Her çalışmalarında Bediüzzaman bir giysiye bürünüyor. Merhum İbrahim Canan gibi Calvinist (Bediüzzaman’dan Çözümler kitabında söyler bunu) yapan da var, Mustafa Akyol gibi Liberal ilan eden de. Ben hatta Aydınlar Konuşuyor’daki söyleşilerden birisinde Bediüzzaman’a ‘Türk milliyetçisidir!’ diyeni bile okumuştum. (Ne tuhaftır. Mücahid Bilici’ye baksanız da Bediüzzaman neredeyse Kürt milliyetçisi.) Nevzat Tarhan da Çağın Vicdanı’nda Bediüzzaman’ın evrime karşı çıkmadığını söylüyor yine…

Anladım ki; aslında bu insanlar Bediüzzaman’ı anlamak istemiyorlar, Bediüzzaman’ı kullanmak istiyorlar. Kullanılmak istenen evriltmek/çarpıtılmak istenendir. Amaçsa Nurcuların ve Risale-i Nur’un etki alanına ulaşmaktır. Tabii İbrahim Canan Hoca’yla diğerlerini bir yerde anmak şıkları karıştırdı. Ben İbrahim Canan Hoca’nın değil, fakat diğerlerinin o kadar da iyi niyetli olmadığı düşüncesindeyim. Bediüzzaman’ın metinlerini, kendisinin tüm beyanlarının ve vurgularının hilafına olarak, ehl-i medreseden, ehl-i sünnetin istikametli çizgisinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Nur medresesi ifadesini ışık evler, Medresetü’z-Zehra’yı Risale-i Nur Üniversitesi yapanların amacı hiç de iyi birşey değil. Kelimeyi değiştirmek değil orada sadece yapılan, zihniyeti ve çizgiyi de değiştirmek. [Gelenekçilikten(!) kurtarmak.] Seküler eğitimin kalesi olan üniversite ile geleneksel eğitimin kalesi olan medrese arasında dağlar kadar zihniyet farkı var. Fakat kelimelerle oynanarak çok büyük çizgi kaymaları yediriliyor. Sadeleştirmeye karşı büyük bir dirayetle (elhamdülillah) direnen Nurcuların yüreklerindeki haklı endişe buradan besleniyor. Üzerlerine oynandığı, yalnız bir seziş mesabesinde de olsa, farkediyorlar.

Kur’an müslümanlığı meselesine geri dönelim. Mustafa İslamoğlu, Emre Dorman, Caner Taslaman gibi isimler önceleri neden Nurcular arasında bu kadar iyi bilindi ve (biraz da onlar sayesinde) hızlı tanındı? Bunun kesinlikle o köşebaşlarını tutmuş olanlardan sorulması gereken bir hesabı var. Ve onların da kendilerine bir özeleştiri yapmaları lazım. İsterse kalp kırılsın, isim vereceğim: Senai Demirci ağabeyin veya Haluk İmamoğlu ağabeyin bu adamlara karşı beslediği hüsnüzan ve hatta hüsnüzandan öte ‘kapılma’ nasıl bir körleşmeye yaslanıyordu? O nasıl bir körleşmeydi ki; bir programda Mustafa İslamoğlu, Senai Demirci’nin gözünün içine baka baka Buharî’deki hadisi inkar ediyor, hadis ilmini/imamlarını tezyif ediyor ve Senai Demirci de hayran gözlerle kendisini takdir ettiğini gösteriyordu! Ve kesinlikle aklına 24. Söz’ün 3. Dal’ındaki 12 Asıl gelmiyordu. Hatta oradaki şu birkaç cümlecik bile gelmiyordu: “Elhasıl, inkâr ve redde gitmek için, şu On Asıl’ı tekzip ve iptal etmek lâzım gelir. Şimdi, insafın varsa, bu On Usulü kemâl-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. ‘Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır’ de, ilişme.”

Haluk İmamoğlu ağabeyin rolü belki o kadar büyük değil. Fakat Emre Dorman gibi isimlerin eserlerinin Nurcular içindeki iştiharı adına sarfettiği çabalar herkesin malumudur. O kadar sohbet ettiği, o kadar oturup kalktığı, o kadar içli-dışlı olduğu böylesi isimlere, üstelik Nurculara kitaplarını nümayişle tavsiye ettiği böyle isimlere, hiç mi çizgileri ekseninde bakmadı? Hiç mi beraberken hadis konusu açılmadı? Onların kitaplarını yayınevinde bastırmak, kendilerine Moral FM’de program yaptırmak için uğraşırken hiç mi aklından; “Yahu bu insanlar ne kadar ehl-i sünnet çizgisinde acaba…” sorusu geçmedi? Ben, yıllar önce, bir umumî sohbet esnasında İslamoğlu’nun salavatlar hakkındaki iddialarını dillendirdiğimde ve cevap vermemiz gerektiğini söylediğimde, beni odasına çağırıp ‘böyle şeyleri çok karıştırmamamı’ tavsiye ederken gün gelip İslamoğlu’nun Bediüzzaman’a da saldıracağını tahmin etmiyor muydu? Niye etmiyordu? Bu refleksi yitirmek iyi birşey mi? Herkesin hoşuna gitmek, kimseyle sorun yaşamamak iyi birşey mi? Sevmek kadar sevilmemek de sünnet değil mi?

Bu konuda Senai Demirci ağabeyin sorumluluğu çok daha fazla. O Mustafa İslamoğlu’nu Nur talebeleri gözünde meşrulaştırmakla kalmadı, bir de yayılmasına ayrıca ‘tanıtım sorumlusu’ gibi yardım etti. Kitaplarını başucu eseri olarak gezdiği yere götürdü. Bugün bile ondan çok uzaklaştığını düşünmüyorum. Geçenlerde izlediğim Şehr-i Ramazan programında en az üç ayrı tesbitini Mustafa İslamoğlu’nun programlarında dinlediğimi anımsadım. Anladım ki: Yine İslamoğlu onda etkisini sürdürüyor. Ama şimdi temkinli, artık Nurcuları da ürkütmemeye çalışıyor. Hayretler içindeyim. Cidden şaşırıyorum yaşananlara. Yahu ne dolaplar dönüyor? Ne yapmaya çalışıyor bu insanlar? Nurculuğu ehl-i sünnet çizgisinden mi kaydıracaksınız? Risale-i Nur’u, Kur’an müslümanlığı savunucularına peşkeş mi çekeceksiniz? Amaç ne? Nedir bu arkadan arkadan sessizce gelişler! Nedir bu saman altından su yürütmeler! Bir açıktan/kıvırmadan söyleyin. Şu derdi bir görelim. “Bir dert görünürse, devâsı âsândır.”

Ahmet Ay

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: