O Sizin Yumuşaklığınız

Emre Dorman’la başlayan eleştirilerimin Senai Demirci abiye kadar uzanması belki bazılarınızı rahatsız etti. Belki üslûbum da biraz sert geldi. Olabilir. Hem gencim hem Kürdüm. Bizim kavim olarak da biraz üslûp sorunumuz var. Fakat bazılarının hâlâ şunu anlamadığını farkediyorum: Hadislerin inkârı meselesi öyle küçük görülecek bir kayma değil; her açıdan dini yörüngesinden oynatacak, İslam’ı İslamlıktan çıkaracak kadar problemli bir meseledir. “Ya onlar da öyle düşünüyorlar canım. Bir yorum farkı bu. Ne yapalım? Kardeşlerimizdir. Çok büyütmeyelim. Olur öyle şeyler. Hoş görmek lazım…” denilebilecek bir mesele değil bu. Eğer bu adamlar ümmet içerisinde naklî delile olan güveni kırmayı başarırlarsa, bu iş kesinlikle orada kalmayacak. Naklî delillerle şekillenmiş her İslamî ilim (ve en sonunda Kur’an’ın bizzat kendisi) bu güvensizlikten yara alacak. İster istemez olacak bu. (Mazide sahabenin güvenilmezliği üzerinden hadis inkarına giden gruplardan birisinin, İmam Ali’nin bizzat harbedecek kadar önemsediği Haricîler olduğu belki hatırlanmalıdır.)

Belki bugün “O kadar da büyütmeyelim canım! Onlar da kardeşimiz…” diyenler bile yarın kem sonuçları mahsul alınır olgunluğa eriştiğinde pişmanlıktan parmaklarını/tırnaklarını kemirecekler. Büyük bir yıkım hamlesinin bidayetindeyiz. Çocuğunuza diyeceksiniz ki mesela; “Oğlum, kurban bayramı geliyor. Hadi bir kurban alalım da keselim. İbadetimizi yapalım.” Size şöyle cevap verecek: “Ne hayvan kesmesi baba ya? Kurb aslında ‘yakınlaşma’ demektir. Orada ayette kastedilen aslında hayvan boğazlamak değildir. Allah’a yakınlaşacak birşeyler yapmaktır.” Siz diyeceksiniz ki: “Nasıl olur? 1400 yıldır bu ümmet kurbanını keser.” Size diyecek ki: “İşte ‘uydurulmuş din’ bu. Hiç öyle toplu hayvan katliamı yapılır mı bu zamanda? Eskiler belli ki yanlış anlamışlar…”

Vallahi önünü almazsak olacak bütün bunlar. (Ve belki daha beterleri…) Çünkü ayetlerdeki kelimelerin ne anlama geldiğini sırf lügatlere bakarak ve o lügavî mana denizinden canlarının istediğini seçerek kararlaştıracaklar. Geçmiş mirası kötülemek/yanlış yolda görmek üzerine kurgulandıkları için de onların birşeyi doğru yaptığına ve takip/taklit edilmesi gerektiğine ihtimal vermeyecekler. Mümkün olduğunca ‘ötekini’ seçecekler. Kafalarında modern zaman kıstasları, kalplerinde kol gibi enaniyet/kibir, önlerinde onları sınırlayan sünnet gibi, icma gibi, kıyas gibi; geçmiş sahabenin, tabiinin, tebe-i tabiinin ve diğer ulemanın hükümleri gibi hiçbir engel olmadığı için, hadis-i şerifin ifadesiyle, ‘okun yaydan çıktığı gibi’ dinden çıkacaklar.

Neden böyle olacak? Çünkü Kur’an lisan-ı Arabî ile nazil olmuştur. Ve Arapçanın en bariz özelliklerinden birisi de bir kelimenin çok anlama gelebilmesidir. Bu, bir açıdan bakılınca Kur’an için büyük bir zenginliktir. Hem içtihadların/yorumların kaynağıdır. Fakat diğer açıdan ‘sapıtmak’ isteyenler için de kurulmuş bir tuzaktır. İmtihanın parçasıdır. Kur’an bir ayet-i kerimede şöyle buyurur: “Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır.” Kafası/fikri modern zaman kıstaslarıyla fasık olmuş, fıtratından/saflığından uzaklaşmış bu çağın insanı için sünnetin/icmaın olmadığı bir düzlemde Kur’an üzerine böylesine körleme bir fikir yürütme çabası, İslam’a çağ atlatma gayreti değil, müslümanı dinden çıkarma mesaisidir. İmam-ı Malik (r.a.) bu sadette şöyle söyler: “Din konusunda şahsî görüşleriyle hareket edenlerden uzak durun. Onlar ehl-i sünnetin düşmanıdır.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 6/348 vd.)

Bugün bu kadar ileri giden yorumlar işitmemiş olabilirsiniz. Kayma şu an küçük küçük kendini gösteriyor olabilir. Fakat kesinlikle ve kesinlikle, hiçbir tereddüt olmasın kalbinizde, eğer bu fitneye dur demezseniz, buna vakit/emek ayırıp fikrî cihada girişmezseniz, en azılı örneklerini yaşayacaksınız. Bakınız Yaşar Nuri Öztürk, bu Kur’an müslümanlığı akımının kendini gerçekleştirmiş, pekçok detayıyla ortaya koymuş, tam bir nümunesidir. Namazın vakitlerinden tutun haccın zamanına kadar, ümmetin şimdiye kadar hep öyle yapageldiği pekçok amel konusunda ehl-i bid’a olmuştur. Son zamanlarda ise İslam’a karşı deizmi savunacak kerteye gelmiştir. Mustafa İslamoğlu, Caner Taslaman, Emre Dorman, Abdulaziz Bayındır veya daha başka isimler bugün böyle şeyler söylemiyor ve sizin hoşunuza gidecek de bilgiler veriyor olabilirler. Fakat inanın bana, ağacın gövdesini kemiren kurt aynı kurttur. Tek farkları var belki: Daha sessiz/tedbirli geliyorlar. Kendilerine karşı ümmeti uyandırmamaya çalışıyorlar.

Halbuki Kur’an’daki hükümlerin pekçoğunun izahını/uygulaması Allah Resulü aleyhissalatuvesselam yapmıştır. Bırakın namaz gibi, oruç gibi, zekat gibi amellerin şartlarını ve teferruatlarını, mesela hayâ gibi kelimelerin anlamını dahi Allah Resulü kendisi bizzat açıklamış ve yanlış anlamaları düzeltmiştir. Örneğin: Tirmizî’de geçen bir rivayette (Sıfatü’l-Kıyâme, 25) Allah Resulü hayâ kelimesini yanlış anladığını düşündüğü bir sahabiyi şöyle uyarmıştır: “Kastettiğim bu (sizin anladığınız) değil. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve onun taşıdıklarını, karnı ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmen; ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse, dünya hayatının (aldatıcı) süsünü terk etmeli, ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmelidir. Kim bu söylediklerimi hakkıyla yaparsa, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.”

Bu ve buna benzer geniş tanımları işitmemiş veya gerçekliğini reddeden bir adam için hayâ ne anlama gelir? Kimse Kur’an’ı yorumlarken sünnetsiz kalamaz. Onun sünneti de artık TDK olmuştur büyük ihtimal. Çünkü bu Kur’an müslümanlığı müptelalarının neredeyse tamamı mealcidir. O mealde de hayâ da ‘utanmak’ gibi spesifik bir karşılıkla verilince artık seyreyleyin gümbürtüyü. Artık o adam neyden utanır? Ne kadar utanır? Bütün bunlar keyfine kalmıştır. Bağlı kalacağı bir fıkıh da, helal/haram listesi de kalmadığına göre… (Çünkü bu listelerin/bilgilerin büyük çoğunluğu sünnetle/hadisle bize gelir.) İstediği şeyden istediği kadar hayâ eder. Daha böyle birçok kelime vardır Allah Resulünün sahabileri için tanımladığı. Mesela yine Müslim’de geçen bir hadiste, Kur’anî ifadelerden birr’i ve ism’i kendisine soran sahabeden Nevvas b. Sem’an’a (r.a.) şöyle cevap vermiştir: “Birr, güzel ahlaktır. İsm ise; seni rahatsız eden, insanlar tarafından görülmesini arzu etmediğin şeydir.” Daha kendi devrinde, kendi lisanlarıyla inen bir Kur’an’ı ona sormaya kendini muhtaç hissetmiş sahabeye karşılık bugünün Kur’an müslümanlarında o ne had bilmez özgüvendir!

Mesele mühim. Mesele feci. Mesele üzerinde durmazsak ocağımızı yıkacak, ceddimizi bize küfrettirecek, neslimizi anasından/babasından utandıracak bir mesele… Küfrün paradigma değiştirdiğini görüyoruz sanki: Kur’an’ı müslümanların elinden almayı veya inkârını deneyip başaramayınca şimdi etrafındaki surlara saldırıyor çakallar. Hadisi yıkarsa, en azından manaca Kur’an’ı tahrif edebileceğini düşünüyor bu zamanın müstemlekat nazırları. Şimdi hâlâ benim yaptığım eleştirileri sert bulan varsa, diyeceğim o ki: Beyim, o sizin yumuşaklığınız. Bediüzzaman da eğer İngiliz nazırının ifadelerini okuduğunda sizin gibi davransaydı, itikadımızla birlikte duman olmuştuk.

Ahmet Ay