Okyanuslar Aside Dönüşür mü?

Bu yazının başlığı, küresel felaket senaryoları dinlemekten bunalmış olanlarda hayret ve dehşet hisleri uyandırarak onlara;

“- Bu kadarı da fazla artık!”

dedirtebilir. 

Bu yazı başlığıyla ilgili o hislerin içine girebileceklerin, o yazı başlığını kullananla aralarında belki şöyle bir konuşmaları da olabilir:

“- Siz bu yazınızda okyanusların aside dönüşebileceğini mi söylüyorsunuz?”

“-Evet; dönüşebilir ve dönüşmesini engellemeğe de insanların gücü yetmez diyorum.” 

Soruyu soran, sorusuna aldığı bu cevap üzerine, son zamanlarda halk dilimize girip yerleşmiş olan şu tepki cümleciği ile belki karşılık verebilir:

“- Hayret bir şey!..”

* * * 

Aslına bakılacak olursa, okyanusların aside dönüşmesinden daha fazla, okyanusların aside dönüşmemesi “hayret edilecek bir şey”dir!

 Nasıl mı?  Burada kimya dersi vermek gibi olacak fakat bunun şöyle izahı gerekiyor: 

İlköğretim seviyesindeki kadar bile kimya bilenlerin de bildiği gibi, yerküremizi çepeçevre saran havada kütle bakımından %78 azot, %21 oksijen, %1 de argon, neon, karbondioksit ve su buharı, karışım halinde bulunur. “Soy gazlar” olarak adlandırılan helyum, neon, argon, kripton ve radon haricindeki bütün gazlar gibi, azot gazı da serbest halde ve havadaki diğer gazlarla karışım halindeyken, iki atomlu molekül halinde bulunur. Azot molekülündeki iki azot atomu birbirlerine üçlü bağla bağlıdır; bu, onun kararlı bir molekül olmasına, yani kolaylıkla atomlarına bölünüp başka atomlarla bileşik yapmamasına sebep olur. Buna azot elementinin “inert” (âtıl) olmak özelliği denir. 

N2  + 172 000 kal. N + N   (Çok güç)

Azot molekülü azot atomlarına kolay ayrılmaması bakımından çok kararlı (inert) olmasına rağmen, su beraberinde oksijenle yükseltgenerek (oksidasyona uğrayarak) bileşik yapmak bakımından kararsızdır. 

N2  + 5/2 02 +  H2O 2 HNO3   (Çok yavaş)

Bu reaksiyon, çok yavaş olarak meydana gelir. Bu reaksiyon çok yavaş olarak meydana gelmeseydi, atmosferin azot ve oksijeninin tamamı, okyanusların suyu ile birleşerek nitrik asit meydana getirebilirdi. Bu şekilde, en dehşet verici küresel felaket senaryolarından daha dehşetli bir “küresel felaket senaryosu” olarak okyanuslar -hem asitlik hem de oksitleyicilik özelliği gösterdiğinden- çok tahripkâr kuvvetli bir asit olan nitrik aside dönüşür; bu olayda havanın oksijeni ve azotu da tükenebilirdi. Büyük kıyametin kopması hariç, bundan daha büyük bir küresel felaket belki de olamazdı. 

Hızlı olduğu takdirde böylesine dehşetli bir küresel felaketi netice verecek olan bu kimya reaksiyonunun hiç olmaması da arzu edilemez; okyanus kimyasında hava azotundan canlıların ihtiyacı olan azotlu bileşiklerin teşekkülü için, bu reaksiyon şimdiye kadar olduğu gibi,  çok yavaş olarak meydana gelmelidir.  

Size tahammül edilemeyecek kadar dehşetli bir filmi seyrettirmek gibi olacak ama, derişik nitrik asidin tahripkâr özelliği hakkında fikir vermesi ve bu felaket senaryosunu biraz tasavvur edebilmek kolaylığı olması için, bir tarihte şehirlerarası yollarımızın birinde derişik nitrik asit yüklü bir tankerle bir yolcu otobüsünün çarpışmasında, tankerden yol kenarındaki hendeğe boşalan derişik nitrik asidin, yolcu otobüsünden o hendeğe düşen insanların bedenlerini hiçbir iz kalmayacak şekilde tamamen erittiğini, istemeyerek de olsa hatırlatmak istiyorum. 

Bazı dinsiz filozoflar ve bozuk felsefî cereyanlar, insanı ilah (?) gibi göstermeğe çalışırlar. 

İnsan, kâinatın en mükemmel mahlûku olmasına rağmen, onu tehdit eden tehlikelere karşı aczi nihayetsiz gibidir. Buna dair verilebilecek çok sayıda misallerden biri de, yukarıda genel kimya kitaplarından 2-3 satır halinde naklettiğimiz, azot molekülünün su beraberinde oksijenle yükseltgenip nitrik asit meydana getirmesi reaksiyonunun hızını, şimdiye kadar olduğu gibi, kendine hem zarar vermeyecek hem de fayda verecek şekilde ayarlamaktan ve bu ayarı sabit tutmaktan, insanın âciz oluşudur.  

Okyanusların nitrik aside dönüşmesi faciasıyla birlikte havadaki bize çok lâzım olan oksijenin ve azotun da bu şekilde tükenmesi, bu reaksiyonun hızının çok yavaş olması sebebiyle en büyük bir küresel felaket haline gelmiyorsa, hem kimya bilgisi olarak bunu öğrenip hem de; 

“- Bu reaksiyonun hızını ayarlayan ve ayarını bozulmadan bugüne kadar devam ettiren Kim’dir?” 

 diye hiç düşünmeyecek miyiz? 

Bunu düşünmeyi aykırı gördüğümüz bir “şey” varsa, böyle bir durumda asıl aykırılığın o “şey”in kendisinde mi olduğunu ciddî bir şekilde düşünmemiz icap etmez mi? 

 Kendimizi ve çevremizi tanımağa ilk başladığımız andan itibaren tabiatta cereyan eden kanunların değişmeden devam etmekte olduğuna bakarak, bu kanunları ezelî, asıl ve değişmez olarak tevehhüm etmek hatasına düşmemeliyiz. Kanun varsa, o kanun kendiliğinden var olmamıştır; o kanunu koyan vardır. Kanun hükmünü icra ediyorsa, bu icraatı kanunun kendisi yapmamaktadır; “o kanunun hükmünü icra eden” vardır. Misâl olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletini alırsak, devletimizin kanunlarını koyucu: Türkiye Büyük Millet Meclisi, devletimizin kanunlarını yürüten de İcra Vekilleri Heyetidir (Bakanlar Kuruludur). Bütün âlemlerin hükümranlığını elinde bulunduran Allah, hükümran olduğu âlemlerde carî kanunları da koymuştur ve kendi koyduğu kanunları hiçbir yardımcıya ihtiyaç duymadan sonsuz kudretiyle bizzat kendisi icra etmektedir. Kanunu koyan, onu değiştiremez mi? Daha önde gelen, kanun mudur; yoksa o kanunu koymak selahiyeti ve kudreti midir? 

Yaratıcı’nın yaratmasının hem “ibda” (hiç yoktan) hem de “inşa” (mevcut maddelerden) şeklinde olduğuna dair misaller, bilhassa her bahar mevsiminde tekrar bize gösterilmiyor mu? 

Hiç yoktan varlık âlemini yaratan ve ona nizam veren kanunları koyanı, kendi koyduğu kanunların esiri (?) gibi vehmetmek, bunu değiştiremeyeceğini veya yeniden başka bir kanun koyamayacağını (Hâşâ) zannetmek, ona noksan sıfat izafe etmek değil midir? Halbuki O, noksan sıfatlardan münezzehtir ve en mühim zikir kelimelerinden olan “Subhanallah” da bunu ifade eder.    

Kur’an’da, halen içinde yaşadığımız bu dünya için Allah’ın belirlediği ömür müddetinin sonunda bu dünyanın ve kâinatın değişime uğrayacağını bize haber veren çok sayıda âyet vardır. Bunlara “Kıyametle alâkalı âyetler” denilir ( 73/14, 74/8-10, 81/1-6, 101/1-5, 75/1-15, 77/1-19, 50/20, 54/1-2, 54/46, 7/187,  25/25, 20/105-108, 56/1-10, 27/82-85, 15/85, 31/34, 34/3, 39/67, 40/18, 40/59, 42/17,  43/61, 45/27, 18/47, 18/8,  18/99, 16/61, 16/77, 21/1, 21/104, 21/109-111, 21/96-97, 21/98, 52/1-12, 67/25-27, 69/1-3, 69/13-17, 70/1-3,  70/5-14, 78/1-5, 78/17-20, 79/1-8, 79/34-36, 79/42-46, 84/1-6,  30/12-14, 33/63, 47/18, 55/40, 22/1-2, 22/7). 

Bu âyetlerden başka, kıyametten bahseden çok sayıda da hadis vardır.   

İnsanlar için imkânsızlık çoktur;  fakat Allah için imkânsızlık yoktur. Allah isterse, her an her şey olabilir. Kıyameti de, kıyameti hatırlatan büyük âfetleri anında meydana getirmekte de Allah için hiçbir güçlük yoktur. 

Noksan sıfatlardan münezzeh ve her şeye kadir olan Allah’ın kıyameti gerçekleştireceği, Kur’an’daki yerleri yukarıda bildirilmiş çok sayıdaki âyetlerle ve Resulünün (asm.) çok sayıdaki hadisleriyle kesinken; elbette kıyamete nisbeten çok küçük bir hadise olan “okyanusları aside dönüştürmeyi” de Allah istese, Kur’an’da Yasin suresinin son âyetinde bildirdiği gibi, sadece “Kün” (Ol!) emrini vermekle anında gerçekleştirebilir.  

Bize düşen vazife; Allah’ın koyduğu “sebebler perdesi”ne takılıp kalmadan, bunu olmayabilecek bir hadise zannetmemek ve Allah’a kullukta kusur etmemeye çalışmaktır.

Mustafa NUTKU