Ölüm Yok Olmak Değildir

Mevt;(Ölüm) vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücûddur, hayat-ı bâkiyeye bir dâvettir, bir mebde’dir, hayat-ı bâkiyenin bir mukaddemesidir.

Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır. Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakili aşağı tarafında; nurânîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır. Hem şu seyl-i şuunatın ve mahsûlât-ı ma’nevîye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekânı ise, mahsûlâtın nev’ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcûdât-ı seyyalenin iki havuzudır. Havuzın yeri ise, seylin (akışın) durduğu ve tecemmu’ ettiği yerdedir. Yâni habîsatı ve müzahrefâtı esfelde, tayyibâtı ve safiyâtı âlâdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecellîgâhıdır. Tecellîgâhın yeri ise, her yerde olabilir. Rahmân-ı Zülcemâl ve Kahhar-ı Zülcelâl nerede isterse tecelligâhını açar.

İşte dünya süslü bir menzildir. Herbirimizin hayatı, bir endam âyinesidir. Şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o husûsi dünyamız ve âlemimiz, bir sahifedir. Hayatımız bir kalem.. onunla sahife-i a’malimize geçecek çok şeyler yazılıyor. Eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki: Dünyamız hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi zâil, fâni, kararsızdır, hissedip bildik. Ona âid muhabbetimiz, o husûsi dünyamız âyine olduğu ve temsil ettiği güzel nukûş-u Esma-i İlâhîyeye döner; ondan, cilve-i esmâya intikal eder. Hem o husûsi dünyamız, âhiret ve Cennetin muvakkat bir fidanlığı olduğunu derk edip, ona karşı şedid hırs ve taleb ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve semeresi ve sünbülü olan uhrevî fevâidine çevirsek, o vakit o mecâzî aşk, hakîki aşka inkılâb eder.

Beşinci Mes’ele: Dünya mâdem fânidir. Hem mâdem ömür kısadır. Hem mâdem gâyet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem mâdem hayatı ebediye burada kazanılacaktır. Hem mâdem dünya sâhipsiz değil. Hem mâdem şu misafirhâne-i dünyanın gâyet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem mâdem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmıyacaktır. Hem mâdem ‘la yukellifullahi nefsen illa vuseha’ sırrınca teklifi mâlayutak yoktur. Hem mâdem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem mâdem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya fedâ etmesin; hayatı ebediyesini hayatı dünyeviye için bozmasın, mâlâyânî şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telâkki edip misafirhâne sâhibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saâdeti ebediyeye girsin…

Sizlere müjde! Mevt-Ölüm! Îdam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil.. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saâdet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbâbın mecma’ı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. (Risale-i Nurlardan.)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır