Ölümle Açılan Kapılar -İkinci Kapı-

Bir önceki yazımızda kabre birinci kapıdan girmenin yolunun, İman edip Salih amel işlemekle mümkün olacağını; aksi takdirde sadece iman etmenin bu kapıdan giriş için yeterli olmadığını izah etmiştik.

Yani Kabrimizi cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirip, iman ile kabre girmenin vesikasını sağlam elde etmek istiyorsak, Amel-i Salihden hissedar olmaya çalışmak zarureti hâsıl olmaktadır.

Zira Din yalnız iman değil, belki amel-i sâlih dahi dinin ikinci cüz’üdür.

Amel-i Salih nedir?

Amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.

En başta Namaz olmak üzere İslam’ın tüm şartlarını yerine getirip, Rabbimizin emirleri olan farzları yapmaktır, amel-i salih.

***

Bu yazımızda sadece iman edenlerin gireceği ikinci kapıdan bahsetmeye çalışacağız.

Zira bunlar, iman etmekle birlikte, Salih amellerden nasiplenmemiş olanlardır.

Namaz kılmayanlar başta olmak üzere, İslamiyet’in farzlarında tembellik edip yapmamakla günah işlemekle kusur işleyenlerdir.

Bunlar inandıkları gibi hareket etmeyen, sefahet ve günahlarla yoğrulmuş bir hayat sürmekte berdevam etmekte olan gafillerdir.

Yalnız başına bir hapis kapısı olan bu İkinci yol; Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalalette gidenlere, bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid olacaktır.

Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.

***

Bu yolun yolcularını biraz daha tanımaya çalışalım..

Bunların ekseriyetle iman hakikatlarını aklen kabul edip kalben tasdik etmekle birlikte, saklı olan bu imanlarını açığa vurup ilan etmediklerine şahitlik etmekteyiz.

İslam toplumlarının büyük çoğunluğunu teşkil eden bu insanlara tam anlamıyla “kafir” veya “Münafık” diyemiyoruz.

Zira bunlar gerçekten de Allah’ın varlığını birliğini, ahiret hayatını, kutsal kitapları ve peygamberleri biliyorlar ve kalben de buna iman etmektedirler.

Ama gerçekte yaşadıkları hayat tarzlarına baktığımızda, İslam’ın emir ve yasaklarından bihaber, haram-helal ayrımı kaygısı olmayan haller ve keyfiyetlere sıklıkla şahitlik etmekteyiz.

Kalben kabul ettikleri iman hakikatlarını sözle veya yaşantı olarak ilan ve ikrar ettikleri takdirde, nefislerinin her arzu ve isteğine uygun olan bu hallerden uzak düşeceklerini, hem de imanları dolayısıyla ibadetten gelen zahiri bir ağırlık ve meşakkate duçar olabileceklerini düşünüyorlar.

Bunların ekserisi, nefsinin her isteğini yerine getirdiğinden dolayı meydana gelen alışkanlıklardan dolayı rahatlarını bozmaya, alışagelmiş oldukları hayat tarzlarını değiştirmeye yanaşmamakla birlikte; imanlarının iktizası olan ibadetleri de hep ertelemektedirler.

Kimisi nefsinin serkeşane hazlarına, kimi sahip olduğu şöhrete, kimi ulaşacağı makamı kaybetme veya uzak kalma düşüncesiyle; kimi bırakmak zorunda kalacağı ‘haram’ kazanç yollarını terke yanaşmıyor, çoğunluğu da mahalle baskısından ve muktedirlerin hışmına uğramaktan çekiniyor…

***

Her hâlükârda, ortada doğru olduğu bilinen bir iman hakikati sözkonusu; ama şu dünyaki yaşadığımız hayata dair hesaplar, istek ve arzular; aklın kabul ve kalbin idrak ettiği bu hakikati ‘ilan ve ikrar’dan ibaret olan ubudiyet ve amel-i salih işlemekten kişiyi alıkoyuyor.

Dolayısıyla, teşbihte hata olmasın, aklı ve kalbi içten içe “Lâ ilâhe illallah” diyen, ama dilinden “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” tasdiki ve şehadeti çıkmayan insanlar var işte bu ikinci yolda karşımızda.

Bilen ama iman etmeyen; doğruluğunu kabul eden ama bunu ikrar etmeyen bu zümre, doğru olduğunu bildikleri şeyi şu veya bu hesapla bu dünyada akıllarında ve kalblerinde saklamayı tercih ettiler, “Eşhedü” deyip dilleriyle ikrar ve yaşayışlarıyla ilan etmediler.

Allah da, bu dünyada akıl ve kalblerinde sakladıkları bu doğru hatırına onları ‘idam-ı ebedî’yi hak eden kâfirlerle bir tutmadı.

Diğer taraftan bu dünyadaki duruşlarıyla ve İslamiyet’i yaşamadıklarından dolayı hak etmedikleri cennetle de mükâfatlandırmadı onları.

Hak ettiklerini buldular.

Gerçeği bu dünyada hep ‘içeride’ hapsettiler, karşılığı olarak öte dünyada ‘daimî bir haps-i münferid’e mahkûm edildiler.

***

Bu kapıdan girecek olanlar; gördüğü ve itikâd ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için, yalnız başına daimi bir hapis cezası ile muâmele görecekler.

Öyle bildikleri için, cezası olarak aynısını görecekler.

Haps-i ebedi, hakikatte olduğu için değil, onlar öyle itikât ettikleri için, Allah onlara zânlarına göre muâmele etmiş olacak.

Zira bir Hâdis-i Kudsi’de, “Ben kulumun zânnı üzereyim” buyrulmaktadır.

***

 İman ve İslamiyet arasındaki farkı anlamak, mevzunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.

Bediüzzaman hazretleri, İman ve İslamiyet arasındaki farkı şöylece izah edip isbat etmiştir;

İslâmiyet, iltizamdır; iman, iz’andır.

Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir.

Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur’aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; “dinsiz bir müslüman” denilirdi.

Sonra bazı mü’minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur’aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; “gayr-ı müslim bir mü’min” tabirine mazhar oluyorlar.

Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?

Elcevab: İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. Mektubat ( 34 )

***

 İşte Bediüzzaman hazretlerinin “gayr-ı müslim bir mü’min” tabiri ile işaret edip tanımladığı bu Kabrin ikinci kapısının yolcuları..

Namaz yok.. Zekat yok.. İbadet yok.. Oruç yok..

Faiz var.. İçki-Kumar var.. Zulüm-Haksızlık var..

Haram-Helal kaygısı yok.. Günahlardan sakınmak gibi bir derdi yok.. Sadece bir iman var..

Yeter mi peki.. Kurtuluşa, Felaha, Ebedi saadetin vesikasını kazanmaya.. Maalesef hayır..

Aziz kardeşlerim.. Gelin hep beraber, sadece iman etme karşılığında cennetten tapu senedi dağıtan ulema-üs su’ müsveddesi hacı-hocaların hikayelerini protesto edip artık dinlemeyelim..

Rabbimizin Kutsal Kitab-ı Kur’an-ı Kerime kulak verelim..

Dinleyip bakalım ne talep ediyor bizden yüce Allah..

“Şüphesiz iman edip Salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Bakara 277”

Devam edecek..