On İki Milyon, On İki den Büyüktür…

Batı ve ABD gittikleri yerlere demokrasi götürüyoruz, insan haklarını, adaleti hakim kılmak için geliyoruz dediler. Fakat el attıkları her yere sadece zulüm, sadece şiddet, sadece vahşet taşıdılar. Bütün bunların sonuçlarını ve bu sonuçlarda yaşanan şiddeti, vahşeti Müslümanlara mal etmeye çalışıyorlar. Bu barış anlamına da gelen, barış dini İslam’a yapılabilecek en büyük haksızlık olur.

Batı Ortadoğu’ya demokrasinin gelmesi için hiç bir gayrette bulunmadı ve bulunmuyor. Eğer bulunulsaydı, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da vahşetler yaşanmaz, milyonlarca insan ölmezdi, milyonlarca insan ülkelerini terk etmek zorunda kalmazdı. Demokrasi bir değerse, batı bu değeri Ortadoğu’da kurban vermiştir. Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına hizmet eden silahlı örgütlerin antrenman sahasına çevirenlerin ürettiği istikrarsızlaşmanın sonuçları Avrupa’yı rahatsız etmeye başladı. Fransa’da Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırı ve 12 kişinin öldürülmesi bu rahatsızlığın ilk işaretleridir.

İspanyol aktör Toledo sosyal medyada paylaştığı mesajlarında “Charlie Hebdo” saldırısının arkasında günde milyonlarca kişiyi öldüren batının olduğunu savundu. Aktör Willy Toledo mesajında “Siz hiç gürültü çıkartmadan günde milyonlarca kişiyi öldürüyorsunuz, onların bu olaylar karşısında sessiz mi kalacağını düşündünüz” diyor. Pentagon ve NATO’nun bombalı saldırılarının ülkeleri bile yok edecek düzeye geldiğine dikkat çeken ünlü aktör, “Bu olaylara karşı eleştirilerimi dile getireceğim, amacım sadece sizin de hafızanızı tazelemektir” değerlendirmesi yaptı. Paris’teki saldırıyı lanetlediğini, şiddetle kınadığını da hatırlatan İspanyol aktör bu katliam ile herkesin başına önünü koyarak iyi düşünmesi gerektiğini ifade etti.

New York Times, David Brooks imzalı yazıda şöyle diyor: “Caharlie Hebdo dergisi yazarlarının öldürülmesini ifade özgürlüğü açısından tartışıyoruz ama şununla da yüzleşmemiz lazım: Bu karikatüristler, bu mizah anlayışındaki dergilerini bir Amerikan üniversitesinde yayınlamaya kalksalardı, büyük bir ihtimalle 30 saniye sonra nefret söylemi yaymakla suçlanırlardı.”

Charlei Hebdo adlı dergi, düşünce, ifade özgürlüğü diyerek iki milyar insanın kutsallarına hakareti meslek edinmiştir. Küfür, iftira özgürlük olamaz. Olsa olsa zulüm olur..Ortada bir ifade özgürlüğü yoktur. Kainatın yaratılmasına sebep olan Peygamber Efendimize (sav) hakaret vardır, küfür vardır, ahlaksızlık vardır. Üfleyerek güneşi söndürmeye çalışıyorlar. İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Karikatüristleri öldürenler ne denli bir cinayet işlemişlerse Peygamber Efendimize (sav) saldıranlar da aynı şekilde cinayet işlemişlerdir.

Cumhuriyet gazetesi büyük bir provokasyona imza atarak, İslam dünyasının büyük tepkisini çeken Peygamberimize (sav) ait olduğu iddia edilen  Charlie Hebdo’ daki çizimleri 14.01.2015 tarihli baskısında iki yazarın da köşesinde yayınladı. Yangına körükle gidiliyor…Bizim tepkimiz, Peygamber Efendimizin (sav) nazik ve merhametli karakterini yansıtmalıdır. Sevgili Peygamberimizin sonsuz sabrı, hoşgörüsü, nezaketi ve merhameti, verilebilecek en iyi cevaptır. Bunun yanında yaşayışımızı İslam’la şekillendirmeliyiz. Hayatımızı İslam’a uydurmak sünnet-i seniyyeye ittibadır.

İnsan var olduğu sürece zulüm de var olmuş, iyilik ve güzellikler kadar kötülük de yaşanmış. İnsana verilen sınırlı irade, hayır kadar, şerre ve kötülüğe  de yönelmesine imkan tanıyor. Kötülüğe kötü mukabele yapınca İslam’ın aydınlık yüzünü karartmaktan başka bir şey yapmış olmayız. İnsan kendisine kötülük yapana iyilik yaparak, onu affederek, ona iyiliğin güzelliğini gösterebilir.

Peygamber Efendimizin hayatı, şahsına karşı yapılan fenalıkları, kötülükleri affetme örnekleriyle doludur…

Ebû Leheb, birgün, komşusu olan Peygamber Efendimizin (sav) kapısına pislik ve kokmuş şeyler atmıştı. O sırada Hazret-i Hamza, henüz îmân etmemiş olmasına rağmen, yetişmiş ve o pisliklerin ve kokmuş maddelerin hepsini Ebû Leheb’in başına dökmüştü.
Komşularının yaptığı bu gibi çirkin hareketlere karşı Efendimiz, sadece;
“Ey Abd-i Menâfoğulları! Bu nasıl komşuluk” diyerek sitem ediyor ve pislikleri evinin önünden süpürüp atıyordu.
Kur’ân’ın, Cehennemde cayır cayır yanacağını haber verdiği bu adam, bazen de, Kâinatın Efendisinin evini, sırf onu rahatsız ve huzursuz etmek için taşa tutuyordu.

Rasulullah Efendimiz (sav), Mekke’de dinini anlatacak insanlar bulamayınca bir umut diye Taif’e gider ama onlar, Rahmet Peygamberiyle alay edip onu hafife alırlar, çocuklara taşlatırlar. Her tarafı yara bere olur, üstü başı kan revan içinde kalır, zar zor şehirden çıkabilir. Bir bağda dinlendiği esnada Hz. Cebrail gelir; “Ya Rasulellah! Allah’ın selamı var, eğer istersen şu dağları Taif’in üzerine indireyim.” “Hayır” der Fahr-i Kâinat; “İçlerinden iman edecek bir tek zat bile olsa helak etme.” Daha az önce kendisine taş atan, onunla alay eden insanların azaba uğramasını istemez, anında affeder onları. Peygamber Efendimiz (sav) bugün kendisine yapılan hakaretleri, ahlaksızlıkları görseydi ne yapardı dersiniz? Üstü başı kan revan, yara bere içinde kalmasına rağmen bunları yapanları affeden Efendimiz (sav) Charlei Hebdo adlı derginin hakaretlerine çok üzülür, onlara hidayete ermeleri için dua ederdi, acırdı…

Kötülüğe iyilikle karşılık vermek, nefse çok ağır gelebilir. Allah-u Zülcelâl’in rızasını isteyen kimse, nefsine baskı yapar, kendisine kötülükle muamele eden kimseye iyilikle karşılık verir.

Ukbe bin el-Cüheni radıyallahu anhu şöyle anlatmıştır: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bana buyurdu ki: ‘Ey Ukbe, sana dünya ve ahiret ehlinin ahlakının en üstününü haber vereyim mi? Senden sıla-yı rahimi kesene, sen sıla-yı rahim yap; seni mahrum edene ver; sana zulmedeni affet.”(Ahmed bin Hanbel, Hakim, Taberani)

Charlei Hebdo adlı dergi hakaretleriyle Peygamber Efendimize (sav) zulmetmektedir. Bu hakaretler, saldırı ya da saygısızlık olarak algılanan her karikatür, yazı, film ya da düşünce şiddetle cezalandırılacaksa, dünyada barış ve huzur kalmaz. Yapılması gereken, bu fikirlere yine fikir düzeyinde cevap verebilmektir. Düşünce ve inancın cezası ölüm olmamalıdır. Bediüzzaman’ın “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir” şeklindeki, şiddeti dışlayan ifadesi, günümüzde İslam’ın imajını lekelemeye yönelik terör hareketlerinin İslam’la bağdaşmadığının ispatıdır.

Araştırmalar gösteriyor ki, Fransa’daki katliama imza atanlar dindar bir geçmişten gelmiyorlar. Bu teröristler Fransa’da doğmuş, büyümüş tamamen Fransız siyasetinin, ekonomisinin,  kültür politikalarının ürünü teröristler. Bu noktalar göz ardı edilerek yorumlar yapılıyor ve İslam tartışılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Olay esasında Fransa’nın iç meselesidir. Bunu İslam’a mal etmek büyük bir zulümdür, haksızlıktır. Fransız hükümetinin entegrasyon politikalarını yeniden düşünmesi gerekiyor.

Edirne’de yapılan 30. İl Müftüleri İstişare Toplantısında, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, konu ile ilgili önemli tespitlerde bulunuyordu:

Son yıllarda İslamafobi bütün dünyada artış gösterdi. İslam’a göre her can değerlidir. Masum bir insanın yok edilmesi tüm insanlığın yok edilmesiyle eşdeğerdir. Bir insanın ölümü, insanlığın ölümüdür. Kuran’ın ifadesiyle ölümler arasında ayrım yapmak insanlığa yakışmaz, katliamlar arasında ayrım yapmak insanoğlunun karı değildir. Şiddet ve terörün seküler temellere dayanmasıyla, sözde dini temellere dayanması arasında fark gözetmek doğru değildir. Vahşete dayalı ölümlerin, Şam’da Bağdat’ta olmasıyla Paris’te olmasının farkı yoktur. Dehşetle katliamın Karaçi’de Yemen’de meydana gelmesiyle Berlin’de, Londra’da, Washington’da meydana gelmesinin bir farkı yoktur.

Eğer dünya bu ölümlerin hepsine, katliamların tamamına bir mezhep, coğrafya ayrım yapmaksızın aynı tepkiyi vermiyorsa işte o zaman insanlık tümüyle ölüme mahkumdur. Son günlerde bunu acı acı yaşıyoruz. İbretle çağdaş dünyayı izliyoruz. Bir tarafta son 10 yılda İslam coğrafyasında acılarla kıvranan 12 milyon insan katledildi, yok edildi. Paris’te yine hiçbir şekilde hiçbir müminin, hiçbir aklı selimin kabul etmeyeceği 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanın katledildiğine ses çıkarmayan insanlığın sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik.

İnsanlığın biran önce kendisine gelmesi gerekiyor. Dünya kamuoyunca teröre, şiddete ve vahşete sadece öldürülenlerin kimliğine ve coğrafyasına göre tepki oluşturuluyorsa bu ölümlere çare bulmak maalesef mümkün değildir. Son hafta yaşanan tüm ölümlerden insanlığın vicdani bir ders çıkarması gerekiyor. Bütün dünyanın üzerinde yaşanan acı ve ıstırapların üzerine merhametle, hakkaniyetle, adaletle gitmeliyiz. Ancak o zaman yaşanabilir bir dünya tesis edebiliriz. Sömürgeler, işgaller, saldırılar karşısında maddi işkencelerle, büyük travmalar yaşayan Müslümanların kutsallarını aşağılayarak yapılan manevi işkenceler cinnet haline birer davetiye niteliği taşımaktadır. Acılarla kıvranan İslam coğrafyasında önce cinnet hallerini oluşturmak, sonra da kutsallarını aşağılayarak cinnet davetiyesi çıkarmak, hiçbir insana, çağdaş dünyaya yakışmaz.

İslam dünyasının kutsallarını aşağılamak insana ve çağdaş dünyaya yakışmaz. Bunların ifade özgürlüğü adı altında yapılıyor olması kabul edilemez. Terörü ve vahşeti kınayan bir tavır içinde olmak, Müslüman’ın en önemli vazifelerindendir. Bir kez daha tüm insanlığın vicdanına seslenmek istiyorum, şiddet şiddetle ortadan kalkmaz, kan kanla temizlenmez, dünyanın güvenliği inançlar üzerinde baskıyla sağlanamaz. Güvenlik ve özgürlük asla birbirine alternatif şeyler değildir.

Evrensel doğrulardan başlarsak, çifte standartları aşarsak yaraları sarmaya başlayabiliriz. On iki milyon, on iki den büyüktür…10 yılda İslam coğrafyasında acılarla kıvranan 12 milyon insan katledildi, yok edildi. Paris’te 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanın katledildiğine ses çıkarmayan insanlığın sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izlerken, insanlığın samimiyetsizliğini, çifte standardını gördük.. 12 milyon insanın katledilmesini Batı, ya görmüyor veya görse de dert edinmiyor. Halbuki 12 milyon, 12 den büyüktür. Böyle adalet olur mu? Bu anlayışla dünya ya barış, huzur gelir mi? İnsanlık kendini güvende hisseder mi? Bu çifte standardın zirvesidir. Modern dünya tarafından sergilenen çifte standartlar, çok geniş halk yığınları nezdinde ciddi bir güvensizlik meydana getirmektedir.

Dünyaya sevgi ve rahmet gözüyle bakanlar ancak insanlığa barış, huzur getirebilirler. Kendi iç dünyasında sevgiden ve merhametten nasibi olmayanların, dünyayı getirip bıraktıkları yer ortadadır.

 

İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. (Münazarat)

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org