Kuantum Fiziği

Tahavvülat-ı zerrat, yani zerrenin değişimi veya diğer bir deyişle fizikteki atomun ve atom altı zerrelerin (partikül) hareketinin incelenmesidir veya bunun fizikteki karşılığına kuantum mekaniği de denir. Kuanta, Latince’de fani zerre demektir. Kuantum mekaniği de zerrelerin hareketlerini inceleyen ilim dalıdır.

Üstad Bediüzzaman, zerreden bahseden 30. sözün başında, Sebe suresinin üçüncü ayetini yorumlarken, üç tane keşfi zikretmiş oldu. Bunlar:

1- Atom altı ve atom-üstü parçacıklar

“Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık kitaptadır” ayetinden;

Zerre, bileşik kabul edilse, daha küçükleri moleküller olur. Molekül, zerre kabul edilse, daha küçük atomlar vardır. Zerre eğer atom kabul edilirse, ondan daha küçük partiküllerin var olduğunu ima etti. Zerre proton kabul edilse, ondan daha küçük kuarklar var. Zerreden daha küçük, atom-altı parçacıkların varlığını ayetin açık manası yorumladı.

2-Zerrelerin paket halinde bulunmaları

“Şu ayetin pek büyük hazinesinden bir miskal zerre miktarında yani zerre sandukçasında olan cevheri gösterir.” ifadesiyle Üstad:

Zerrelerin bir sandukça (paket) içinde olduklarını ifade etti, mesela proton paketi içinde üç tane kuark alt zerresinin yer aldığı gibi. Nötronda da üç tane alt zerre, farklı kombinasyonda vardır. Işığın da paketler halinde demetlenerek yayıldığı belirtiliyor.

3-Zerrenin iki özelliği: dalga ve partikül (madde ve madde akımı)

Tahavvülatı zerrat, Nakkaş-ı ezelinin kalem-i kudreti, kitab-ı kainata yazdığı ayat-ı kevniyenin hengamındaki ihtizazatı (dalgalanması, Mevlevi gibi dönmesi, titreşimi) ve cevelanıdır.(Akması, madde olarak bir partikül özelliği göstermesidir. )” ifadesinden;

Kuantum teorisinin temeli olan Planks ve diğer ilim adamlarının ortaya koyduğu hem ışığın, hem de diğer maddelerin hareketlerinde iki özelliğinin olduğu ve bunların dalga (wave) ve zerre (particle) özelliği göstermelerinden Risale-i Nur tarafından keşfediliyor. Zerrenin ihtizazatı (zerrelerin dalga özelliğidir. ‘wave’). Akmaları ise, partikül yani madde akımı özelliklerini göstermeleridir. Misal olarak, elektron dalga özelliğinden, elektron mikroskopları yapılmış, elektronun maddi akımı özelliğinden de elektrik akımı ile ampüllerin yanması sağlanmıştır. Barajlardaki suyun, türbinlerde elektrik akımına çevrilerek şehirlere nakledilmesi elektronun madde akımı özelliğindendir.

4-Belirsizlik kanunu

Elektron 1897 yılında J.J.Thomson tarafından keşfedildi. Nötron ise, 1932 yılında keşfedildi. Kuantum teorisine göre, elektron çekirdeğe sınırlandırılamaz yeri tam belli değildir. Elektron , çekirdek etrafında ip gibi bir yörüngede değil, fakat belli bir uzayda ve bir bulut halinde bulunuyor.

Kuantum kimyasına göre, bir anda nerede olduğu bilinmemekle birlikte, bulunabileceği muhtemel yerlerden söz edilebilir deniyor. Bu yüzden, protonla birleşip birbirini yok edemez. Bunu böyle dizayn eden, bu hikmetleri sonsuz ilmiyle bilendir.

Zaten ayetin başlangıcında, gaybı ancak Allah (C.C.) bilir diyor. Sanki, elektronun bir andaki yeri belirsizdir. Bir bulut şeklinde bir yörüngededir. Bir ip şeklinde değildir. Bir andaki yeri belirsizdir. Muhtemelen, belli bir yerdedir. Ancak Allah(C.C ) bilebilir.

Mustafa Ertem   
www.saidnursi.de

Hür kadınlar…

Lemaat, Bediüzzaman’ın ilk eserlerinden biridir. 1921 yılında Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azası iken telif edilmiştir.

LEMAÂT’TAN KADINLARIN HÜRRİYETİNE DAİR

1. Cihan Savaşında mağlub olan Osmanlı payitahtı İstanbul’un İtilaf Devletlerince işgale uğradığı dönemde Bediüzzaman boş durmamış Hutuvat-ı Sitte, Lemaât, Sünûhat, Şuaât, Rumuz, Tuluât isimli eserlerini yazmış, Anglikan Kilisesinin suallerine cevap vermiştir.

Hareketli yıllardır 1920-1921 yılları… Bediüzzaman Yeşilay Cemiyetini kuranlar arasındadır. İstanbul’da son meclis-i mebusan açılırken, TBMM de Ankara’da açılmıştır. Türkiye’de Komünist Partisi kurulmuştur. Bediüzzaman 1921’de Şeyhülislâmın fetvasına karşı fetva vermiştir. Beri yanda İnönü ve Sakarya Savaşları yapılmıştır.

(Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Şubat 2005, Kronolojik Bilgiler, s. 1476)

ÇEKİRDEKLER, MEYVELER…

Bediüzzaman, oluşacak yeni dünya düzeninin çekirdeklerini net bir şekilde müşahede etmiş, atılan tohumların vereceği meyveleri görmüş ve bir ıslâhatcı kimliğiyle problemlere reçeteler hazırlamıştır.

Kadınlar âlemi için hazırladığı reçete de bunlardan biridir.

Lemaât’ta yer alan hanımlarla ilgili bölüm günümüzdeki kadın meselelerinin hem çekirdeklerini, hem çiçeklerini, hem meyvelerini içinde barındıran kısa, şiir gibi, ama şiir olmayan nefis ifadeler ihtiva eder.

Kendi ifadeleri ile talebeleri için kaleme aldığı “küçük bir mesnevî ve imânî bir divan” dır.

“Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli” başlığı problemi ve çözümü, tohumu ve meyveyi içinde barındıran veciz, aynı zamanda formül bir cümledir.

BOL UCUZ MAL, SÜS VE EĞLENCE

Sanayi Devrimiyle evde üretimin azalıp, fabrikaların çoğalmaya başlamasıyla kadın da yavaş yavaş evinden çıkmış, dışarıda çalışmıştır. Bütün dünyayı saran gelişmeler Osmanlı için de geçerlidir. Bunu müşahede eden Bediüzzaman menfî gelişmelerden mesul gördüğü erkekler için yaptığı tesbit orjinaldir: “Sefih erkekler, hevesâtlarıyla kadınlaşırsa, o zaman açık saçık kadınlar da hayasızlıkla erkekleşirler.”

Sefih medeniyetin etkisiyle kadınlar bu yeni hayatlarında “hürmet” görmedikleri gibi ortalıkta bol bulunan “ucuz mal” muâmelesine de tabi tutulurlar.

Mimsiz medeniyet kadını işyerlerinde, fabrikalarda çalıştırırken beri yanda süslenip, eğlence dünyasındaki yerini de almasını ister. Çalışma hayatının yorgunluğu ancak böyle atılır (!)

KUR’ÂN ECZAHANESİNDEN TERTİB EDİLEN İLÂÇ

Lemaât’ta “Kadının rahatı, ev ve aile hayatı ortamındadır” der Bediüzzaman. Kadın için en güzel zinetin ve bakımın temizlik, iyi ahlâk ve şefkat olduğunu belirtir. En iyi eğlencesiyse çocuklarıyla masumane yaptığı sohbetlerdir…

Bediüzzaman’ın Kur’ân eczahanesinden formüle ettiği bu ilâcı “Evinden dışarıya çıkma, hapsol!” anlamında yorumlamak (sahabe hanımlarının hayatı yıldızlar gibi parıldamaktayken) hakikate haksızlık olur.

“Kadının rahatı, ev ve aile hayatı ortamındadır” ifadesini “Hayatının merkezine yuvanı, eşini ve çocuklarını al! Önceliğin onlar olsun. Aksi halde zarar görürsün!” şeklinde anlamak çok daha gerçekci olacaktır.

Zira çalışan kadınlar üzerinde özellikle Batıda yapılan araştırmalar artık kadınların ev merkezli bir hayatı özlediklerini ortaya çıkarmıştır.

Batıda sosyal bilimciler kadınlar üzerinde yapılan bu araştırma neticelerini “Modern kadının uyanışı” olarak nitelendiriyorlar.

Kaldı ki, vefat eden Papa II. Jean Paul’ün de ölmeden önce kadın ve aile üzerine verdiği mesajlardan biri de şuydu: Kadınlar evine dönmeli!

GERÇEK HÜRRİYETE KİM ÇAĞIRIYOR?

1920’li yıllardan günümüze yaklaşık yüzyıllık süre geçmişken bu tabloda sizce değişen, güncelliğini yitiren bir tesbit var mıdır?

Tüketim ekonomisinin acımasız çarkları kadını ucuz işçi konumunda sabahtan akşama köleler gibi çalıştırırken, beri yandan da “Kendini süslemeyi ve eğlenmeyi, bu arada bizi de eğlendirmeyi unutmamalısın!” şeklinde verdiği öğüdü ne kadar samimidir sizce?

Sefih medeniyetin, kadınlaşan erkekleri ve erkekleşen kadınlarıyla yaptığı bu çağrının insanlığı nerelere getirdiğini hep birlikte müşahede ediyoruz. İnançsızlıktan kaynaklanan içindeki o büyük boşluğu neyle dolduracağını bilmediği için eğlence dünyasının maskarası hâline gelen, heveslerinin esiri olmuş, hayvanlardan aşağı mertebelerde hızla yol alan bir insanlık…

Beri yanda merhamet ve şefkatle kadınları kurtuluşa çağıran Kur’ân’ın sesi…

Sizce hangisi kadına gerçek hürriyetini sunuyor?

Yasemin GÜLEÇYÜZ

www.saidnursi.de

İslamiyet’teki Mezheplerin Farklı Oluşunun Hikmeti Nedir?

Çeşitli kesimler tarafından gündeme getirilen konulardan biri de “mezhep” meselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam’da bir ayrılık unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu, hiç bir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları konu edinir. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir. (Mektubat, 449 )

Mesela Hz. Peygamber (asm.) efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Ayşe (r.a.) validemiz taşı Peygamber (asm.) efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (asm.) efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Hanefi mezhebi imamı, İmam Azam Ebu Hanife ile Şafii mezhebi imamı İmam Şafii, abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler.

İmam-ı Azam hazretleri, “Peygamber (asm.) efendimizin alnına batan taş kan çıkardığı için efendimiz abdest almıştır.” hükmüne varırken; İmam Şafii abdestin bozulmasını Hz. Ayşe (ra.) validemizin Peygamber (asm.) efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır.

Böylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır.

Mezheplerin doğuşu

Peygamber (asm.) efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gönderilmiştir. Ancak Peygamber (asm.) efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaç kalmamış ve onun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır.

Hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber (asm.) efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (asm.) efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir…

İslam mezhepleri -bir iki cüz’i mesele hariç- hiç bir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini ret ve inkar etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman, “Bu Numan bin Sabit’in (İmam-ı Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur.” derdi.

İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H.93-179), “Ben bir beşerim. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı inceleyiniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir. (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usulü, 33)

Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii hazretleri (H. 150 – 204) de hiç bir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek Müslümanların gönül huzuru içerisinde ibadet yapmaları temin edilmiştir.

Hak birden fazla olur mu?

Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”

Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi özetle şu cevabı verir: “Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin… İşte burada hak taaddüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. “Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.” denilebilir mi?

İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur.

Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur.

Bir misal:

Mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “Başınıza meshediniz.” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen ‘b’ harfi, bazen “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazan da “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen ‘b’ harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır.

Bunun içindir ki İmam-ı Malik : “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” der.

İmam-ı Ebu Hanife ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bir kısmı meshedilse kafi gelir” der.

İmam-ı Şafii ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’ dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der.

Hal böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır…

Prof.Dr.Alaaddin Başar

Sorularla İslamiyet

Ona kolaylık gösteririz

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

“Fakat iman edip makbul ve güzel davranışlar içinde olana, en güzel karşılık verilir ve ona kolay olan buyruklarımızı emreder, kolaylık gösteririz.”

[Kehf Suresi 18,88]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Peygamber Efendimiz (A.S.M) buyurdu ki:

Kim kıyamet gününde Allah’ın kendisine şerefli bir makam vermesini ve derecesini yükseltmesini isterse;

kendisine zulüm edeni affetsin,

kendisine vermeyene versin,

kendisini yoklamayanı yoklasın ve

kendisine cahilce davranana hilm ile olgun muamele etsin.”

(ibni Asakir)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlara rahmettir.

Çünkü her bir insanın şu hakikî âlemden kendisine mahsus(özel) hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine göre Kur’ân’dan fehim ve iktibas ettiği hafızasında(anlayışına göre), kendisine has bir Kur’ân vardır ki, onun ruhunu terbiye, kalbini tedavi eder.

(Mesnevi-i Nuriye’den)

…….

Cevşen’den ;

26-
1-Ey her varlığa münasip şekil giydiren Musavvir,
2-Ey her şeyin plan ve programını ölçülü yapan Mukaddir,
3-Ey her şeyi maddi ve manevi kirlerden temizleyen Mutahhir,
4-Ey nuruyla her şeyi nurlandıran Münevvir,
5-Ey dilediğini öne geçiren Mukaddim,
6-Ey istediğini arkaya bırakan Muahhir,
7-Ey hayırlı işleri kolaylaştıran Müyessir,
8-Ey kullarını azabıyla korkutan Münzir,
9-Ey kullarını Cennet ve diğer mükafatlarla müjdeleyen Mübeşşir,
10-Ey bütün kainatı tam bir nizam içinde idare eden Müdebbir,

Endonezya’da Sözler Tercüme Ediliyor

Essalamu aleykum ve rahmatullahi ve berakatuhu

Endonezya’dan binler selam.

Elhamdulillah tercüme çalışmalarımız devam ediyor. Sözlerin tercümesi bitmek üzere. Mart ayı başı itibariyle Risale-i Nur Külliyatından, Sözlerin birinci cildi, Haşir Risalesi ve Tevhid bahisleri (22 ve 33. soz)  2000′er adet basıldı. Bu üç yeni risaleyi katıldığımız İslami kitaplar fuarında teşhir ediyoruz.

Dualarınızı bekleyen,

Endonezyalı Nur Talebeleri 

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version